ABD başkanlık seçimindeki üçüncü yol
Ekim Kılıç, ABD başkanlık seçiminin en ‘solcu’ başkan adayı olarak görülen Jill Stein ve partisinin politikalarını değerlendirdi.
Ekim KILIÇ
Uzunca bir süredir ABD’de sürdürülen seçim maratonunun Salı günü sonuna geliyoruz. ABD kamuoyu seçim gününü heyecanla bekliyor. En karakteristik özelliği ile bu seneki başkanlık seçimi de iki sesten başka bir sesin olmamasından dolayı birçok umutlu insanı umutsuzluğa sürükledi. Bernie Sanders’in halkçı bir seçenek olarak çıkıp Demokrat Parti’yi içerden değiştirme iddiası başarıya ulaşamadı. Ancak Bernie taraftarları ‘politik devrimin’ Yeşiller partisinden üçüncü aday Jill Stein’in kampanyası kapsamında devam ettiğini söylüyor.
Geçtiğimiz Çarşamba günü çalıştığım radyo WBAI’ın bulunduğu apartmanda halka açık bir radyo programı gerçekleşti. Siyasi hiciv yoğunluklu olan bu programın konuğu Yeşiller Partisi’nin Başkan Adayı Jill Stein’dı. Dr. Stein radyo programında sorulan hicivli sorulara gerek ABD seçim sistemi eleştirerek ve Yeşiller partisinin programına değinerek, gerekse de dış politika konusunda fikirlerini ifade ederek cevap verdi. Konuşmasına Kuzey Dakota’da yapılması planlanan enerji boru hattına karşı yerleşim hakkı için uzunca bir zamandır mücadele eden Amerikan Yerlilerini selamlayarak başladı. Seçim sistemi konusunda ise yapılan anketlere dayanarak Amerikan seçmen kitlesinin yüzde 76’sının başkanlık tartışmalarına diğer adayların da dahil edilmesi gerektiğini istediklerini belirtti. Böylece oy verilebilecek diğer adayların konuşmaları hakkında fikir edinebileceklerini söyledi.
Seçimlerdeki propaganda döneminde Jill Stein hakkında aşı yapılmasına karşı çıktığına dair iddialar çıkmıştı. Bunu anti-bilimci bir taraf tuttuğu için yaptığı söyleniyordu. Ancak Dr. Stein bu konuya dair yöneltilen soruya kesinlikle böyle bir tavrının olmadığını belirterek yanıt verdi, aksine halk sağlığı açısından aşıya taraf olduğunu ekledi.
Dış politika konusunda ise ben de kendisine yeni dönemde başkan seçilirse, Ortadoğu politikasında ne gibi değişikler olacağını, özellikle Suriye’de Kürt güçlerini desteklemeye devam edip etmeyeceklerini sordum.
Kesin olarak Ortadoğu’da askeri araçlarla bir çözüm olamayacağını, bu çözüm yönteminin terörizmi ve kitlesel göçü beslediğini söyledi. IŞİD’in ve el Kaide’nin CIA ve Suudilerin Sovyetlere karşı ‘dahice’ bir çalışmasının ürünü olduğundan bahsetti. Bunun garanti bir felaket olduğunu ekledi. “Bunu pek az insan biliyor. Ancak 2000’li yılların başlarında yapılan savaşlar her bir Amerikan ailesine 15 bin dolara mal oldu” dedi. Yeni ofansif bir politika kuracaklarını, bu politikanın bir barış politikası olduğunu belirterek Suudiler gibi savaşı destekleyen ülkelerin banka hesaplarını donduracaklarını söyledi.
Ayrıca Hillary Clinton’ın ‘uçuş yasak bölge’ politikasına karşı çıkıp, bunun Rusya’yla açıktan bir savaşa sebep olacağını belirtti. Türkiye’yi, Suudileri, Katar’ı ve İsrail’i savaşçı politikalarından dolayı uyaracaklarını, aksi takdirde onlardan desteklerini çekeceklerini ifade etti.
Neoliberaller ile faşistler arasındaki ilişkiye dair bir soruya ise son dönemde Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketlerin örneklerine bakmamız gerektiğini söyleyerek aşırı sağcılığın işçilerin işlerini ellerinden alıp başka ülkelere götüren ve ekonomiyi finanslaştıran neoliberal politikaların bir sonucu olduğuna değindi.
Etkinlik bittikten sonra konuşması için teşekkür etmeye gittiğimde, Türkiyeli bir gazeteci olduğumu belirttim. Türkiyeli gazetecilerin mücadelesinden onore olduğunu söyledikten kısa bir sonra etkinlik salonundan ayrıldı.
PEKİ DR. STEIN BİZE NEYİ SÖYLEMİYOR?
Dr. Stein bizlere 20 milyon iş sağlayacağını, sağlık hakkını ulaşılabilir hale getireceğini, üniversite harçlarını kaldıracağını, ilaç ve silah sanayine karşı mücadele edeceğini söylüyor. Yeşiller gayet güzel bir şekilde bunları seçim programlarında açıklıyor. Peki ya sonra? Bu kadar kudretli olarak görülen ‘Wall Street’, gerçek bir emekçi halk hareketi olmadıkça böylesi bir programa kongreden, senatodan veya kabineden geçen yasalarla mı teslim olacak? Emekçi halkın kuvvetine dayanarak kurulmayan bütün siyasal örgütlenmelerin gideceği yer az çok bellidir.
Eugene V. Debs, ABD Sosyalist Parti lideri, sendikacı, büyük Pullman grevinin önderi ve aynı zamanda 1920 ABD başkanlık seçimlerindeki üçüncü aday. Sanders veya Dr. Stein, ABD’de eşitlik, barış ve demokrasi yanlısı güçlere öncülük etmek isteyen her kimse Debs çıtasını farketmeli. Debs, ABD’li emekçilerin mücadelesi içinden yetişen bir politikacıydı. Yeşiller’in ne yazık ki bu konuda tarihi karanlık. Kariyerist sebeplerden dolayı birçok Yeşiller politikacısı geçmiş yıllarda Demokratların listelerinden seçimlere katıldı. Bu bize tekrar ve tekrar, sahada bir gücün ve ilkesel duruşun eksikliğini kanıtlıyor.
Evet, Yeşiller sosyal demokrat programlarıyla zenginlerin üzerinde vergi baskısını artırarak ekonomik adaletsizliğe çözüm bulmayı umuyor. İşsizliğin çözümüne halkı destekleyici programlar yaratarak ulaşacaklarını düşünüyorlar. Ancak Dr. Stein ve partisinin programı ABD toplumunun derin sınıfsal uçurumlarını yaratan esas çelişkiye değinmekten kaçınıyor. Clinton’cı çevrelerde bile rastlanabilecek sığ bir ‘Wall Street’ eleştirisinin ötesine geçemiyor. ‘Yeni Yeşil Anlaşma’ adlı programlarındaki halk için iş bölümünde en bariz anlamıyla daha ‘solcu’ bir Keynesyen ekonomik çözüm sunmaktan öteye gitmiyor. Devlet yatırımlarını fosil yakıtlardan çekip, yenilenebilir enerji endüstrisine yatırım yapacaklarını, böylece iş olanakları yaratacaklarını söylüyorlar.
Evet, Yeşiller, Sanders’ın başlattığı söylenen ‘politik devrim’i sürdürebilir. Ancak ‘politik devrim’ler ancak ve ancak ABD halklarının her kökenden işçi ve emekçilerinin somut müdahaleleri ile onun yiğit temsilcileri ile vücut bulmadıkça üniversite çevrelerine ve kentlerdeki solcu ‘hipster’ piyasasına saplanmış hareketlerden öteye geçemez.