Adil Gür: İsrail, Almanya, İstanbul ve nihayet Dersim
10 Ekim Ankara Katliamı'nda hayatını kaybeden Adil Gür anısına...
Cafer Solgun
Adil Gür’ün yaşam hikâyesine vakıf olmak kolay olmadı. Parçalanmış, zor bir yaşamı olmuş Adil’in. Büyüklerimizin “gün yüzü görmedi” dedikleri türden bir yaşamı. Yıllardır ülkesinden uzakta, gurbette, Almanya'da yaşamış. Bu yılları ''küskün'' yaşadığını düşünüyorum. Kendisiyle, geçmişiyle, hayatındaki zorluklarla yüzleşmesi, ülkesiyle, memleketi Dersim'le küskünlüğüne son vermesi, kendisini adadığı büyük barış ülküsüyle mümkün olmuş sanki.
Onun büyük suskunluğu: Dersim...
Ömrünün son zamanlarında Dersim'i, doğup büyüdüğü toprakları adeta yeniden keşfetmiş. İşçi olarak çalışmak üzere gurbete çıktığında, belki de kendisine bir daha bu ülkeye dönmeme sözü vermişti. Yıllarca Türkiye'ye gelmemesi bu tür bir ''söz'' nedeniyle olsa gerek. Ama son yıllarında bu sözünü esnettiği anlaşılıyor. 2000'li yıllardan itibaren izin, tatil zamanları amcasının bulunduğu İstanbul'a gelmeye başlamış. Belki Almanya'dan da umduğunu bulamadığı için. Fakat İstanbul'a gelen Adil, Dersim'e uzun süre daha gitmemiş, gitmek istememiş. Nedenini soranlara cevap da vermemiş. Suskun kalmış... O küskünlüğün cevabı, onun o derin suskunluklarında saklıydı belki de.
Adil, muhtemelen acılı bir iç muhasebeden sonra barışmış memleketiyle. Yıllar sonra memleketine ilk kez gittiğinde üç gün kalmış sadece. Ama izleyen zamanlarda günlerce, haftalarca, hatta aylarca kalmış. Memleketiyle barıştığını bu tavrından anladım. Ölümünden bir hafta önce, hikâyesinin başladığı köye gitmiş mesela.
''BARIŞ'' HAYATININ ANLAMIYMIŞ
Adil'in yaşadığına inandığım derin iç muhasebesi sadece memleketine dair değil. Adil aynı zamanda bir barış insanı. Barış, onun zor, acılı yaşamının en büyük anlamıymış gibi geliyor bana. Onu anlatanlar, yakınları, "Barışla ilgili hiçbir eylemi, hiçbir etkinliği, toplantıyı kaçırmıyor, yetişebildiği kadarıyla hepsine katılıyordu" diyorlar. HDP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen önce, 5 Haziran'da IŞİD'in bombalı saldırısına uğrayan Diyarbakır mitingine de katılmış Adil ve ölümden kıl payı kurtulmuş.
Adil, ömrünün son zamanlarında hem kendi gerçekleriyle barışmış hem de ülkesinin temel meselesinin "barış" olduğuna inanmış bir insan. Barış için uğraş veriyor, mücadele ediyor olması, öyle sanıyorum ki, kendi acılı hikâyesinden çıkardığı en önemli ders.
Dersim’in, Adil’in de içerisinde şekillendiği Alevilik inancı, insanlara birbirleriyle ve sonuçta bir parçası olduğumuz doğa ile barışık yaşamayı telkin eder. Adil’in ömrünün son yıllarında, yıllar önce çalışmak üzere gittiği, yerleştiği, evlendiği, baba olduğu Almanya’dan bulabildiği her fırsatta Dersim’e gelmesinin, bu inançtan beslenen “kişisel” nedenleri de var. En azından yakınlarından dinlediğim hikâyesinin bana düşündürdüğü bu.
Açıkçası, Adil’in taziyesi ve hikâyesini dinlemek için Dersim’deki yakınlarıyla görüşmeye gittiğimde, onun hayatının ayrıntılarına vakıf olmanın güç olacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Dersim, sonuçta bir avuç memleket, herkes tanır, bilir birbirini. “Gür” soyadını taşıyan birçok kişi vardır hem de.
Adil’in kuzeni Bedrettin Kırmızıtoprak, sağolsun, soğuk, karlı bir kış günü benimle görüşmek için Nazmiye’den geldi. Daha sonra İstanbul'da yaşayan ve Adil'in uzun süre yanında kaldığı amcası Hüseyin Gür ile görüştüm. Yazışarak bilgi edinmeye çalıştığım başka yakınları da oldu; ama esas olarak Bedrettin Kırmızıtoprak ve Hüseyin Gür'ün anlatımlarından tanıdım Adil'i.
ZOR, PARÇALANMIŞ BİR HAYAT
Adil 1962 yılında dünyaya gelmiş. Annesinin karnındayken annesi ile babası ayrılmışlar. Adil, aynı anneden ikisi erkek biri kız üç kardeşin en küçüğü. Üvey annesinden doğan üç kız kardeşi daha var.
Mazgirt'in Tezirge (Aşağı Torbalı) köyünde zor şartlarda yaşamını idame ettirmeye çalışan babası, şehir merkezindeki öğretmen okulunda hademe olarak iş bulunca merkeze yerleşmişler.
Üvey annenin psikolojik sorunları varmış. Bir gün babasının kafasına sert bir cisimle vurarak ölümüne sebep olmuş. Üvey anne Elazığ'da, o yıllarda son derece kötü bir üne sahip olan Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kapatılmış.
Adil henüz üç-dört yaşlarındayken kardeşleriyle birlikte yetim kalmış.
Haydar amcaları erkek çocukları yanına almış, kızları ise Çocuk Esirgeme Kurumu'na vermiş. Erkekler ne de olsa "erkek" ve biraz büyüdüklerinde başlarının çaresine bakarlar diye düşünmüş olmalı Adil’in Haydar Amcası. Bir de yoksulluk var tabii işin içinde.
Adil, amcasının bakkal dükkânında onun her işe koşturan çırağıymış artık.
Okul çağına geldiğinde ise Adil'i Yatılı Bölge Okulu'na vermişler. İlk ve orta okulu orada okumuş. Liseye başladığında ise, o artık çevresine kendisini "devrimci" olarak tanıtan biri. Hayatın izah edemediği zorluklarına karşı bulduğu "çare"ydi belki de "devrimci" olmak.
Ne var ki bu çare onu "devlet" ile de karşı karşıya getirecekti. Bunun ne demek olduğunu anlaması için çok zaman geçmesi gerekmemiş.
12 Eylül darbesi olduğunda, geride kalan yoldaşlarıyla birlikte muhtemelen darbeye karşı neler yapmaları gerektiğine kafa yoruyordu: Duvarlara yazdıkları darbe ve faşizm karşıtı sloganlarla darbeyi püskürtmeleri mümkün mü?
Değildi.
1981 yılında gözaltına alınmış. "Halkın Kurtuluşu" örgütünün gençlik sorumlularından biri olmakla suçlanmış. Tunceli ve Elazığ Emniyeti’nde ağır işkenceler gördüğünü anlatıyor yakınları. Onlardan dinlediğime göre, arkadaşlarını ele vermesi, "itirafçı" olması isteniyormuş Adil'in. İşkenceye direnmiş. "O zaman seni öldüreceğiz" deyip onu bir gün işkencehaneden çıkartıp açık bir araziye götürmüşler. Gözlerini bağlayıp kafasına silah dayamışlar, son sözlerini sormuşlar. Adil, sadece "Abime selam söyleyin" demiş.
Yaklaşık iki yıl tutuklu kaldıktan sonra 1983 yılında serbest bırakılmış.
Birkaç yılda, kahvehanelerinde "devrim stratejisi" tartışmaları yaptığı Dersim'den eser kalmamış. Görüşlerine, nasihatlarına ihtiyaç duyduğu devrimci ağabeyleri de yokmuş artık. Kimisi öldürülmüş, kimisi de cezaevinde...
Önceleri nerede ne iş bulduysa çalışarak hayatını idame ettirmiş. 1986'da Hüseyin amcası çalışmak için İstanbul'a gitmiş ve ardından ailesini de yanına almış. Amcasının evini taşımasına yardım etmiş. Böylece ilk defa İstanbul'u görmüş ve bu şehirde kalmaya karar vermiş.
Bir inşaat firmasında çalışan amcası ona da yanında iş bulmuş. 1989'a kadar inşaat işçisiymiş.
İSRAİL'DE NE YAŞADI
Aynı yıl Adil'in zor yaşamındaki karanlık noktalardan biri olan İsrail macerası gündeme geliyor. Amcasına çok da fazla izahat yapmadan, çalışmak için İsrail'e gideceğini söylemiş ve gitmiş.
Bir yıl kadar sonra İsrail'den dönmüş. Ancak zaten az konuşan Adil, İsrail'den İstanbul'a döndükten sonra neredeyse hiç konuşmaz olmuş. Amcasının meraklı sorularına asla cevap vermemiş.
Sessiz suskun ve bir ses duyduğunda yerinden sıçrayan biri olup çıkmış.
Bir gün evin kapısına polisler dayanmış, Adil'i alıp götürmüşler. Amcası nedenini sorduğunda, pasaportuyla ilgili bir sorundan dolayı ifadesinin alınacağını söylemişler. Birkaç gün sonra Adil serbest bırakılmış. Amcası, bu tuhaf gözaltı olayının içyüzünü ancak polislerin anlattığı kadarıyla öğrenebilmiş. "Pasaportsuz yurt dışına giriş çıkış yaptığı için" demişler. Ancak amcası, Adil'in pasaportunun olduğunu söylüyor.
Adil, bu olaydan sonra iyiden iyiye içine kapanmış. Yemekten içmekten kesilmiş. Amcası onun bu durumundan endişeye kapılmış ve Adil'i Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürmüş. Müşahade altına alınmış. Ama orada da susmaya devam etmiş. Doktorlar, onun bu hâlinin sebebinin geçmişiyle, belki de gördüğü işkencelerle ilgili olduğunu söylemişler.
Bir gün Adil hastaneden üzerinde eşofmanı ve cebinde beş kuruş parası olmadığı halde kaçmış amcasının evine gelmiş. Bakırköy'den Küçükyalı'ya nasıl gelebildiğini amcası hâlâ bilmiyor ve izah edemiyor...
Ender konuşmalarından birinde, hastanede kendisine vurulan iğnelerin onu daha da kötüleştirdiğini söylemiş Adil.
ALMANYA YILLARI
1991 yılında Adil, bu kez Almanya'ya gitmiş. Nasıl gittiğini bilen yok. Sadece evinde kaldığı amcasına Almanya'ya çalışmaya gideceğini söylemiş.
2000'li yıllara kadar kimseyi aramamış. Almanya'da çalıştığını, evlendiğini, çocukları olduğunu İngiltere'deki ağabeyi aracılığıyla öğrenmişler. Öldüğünde Adil'in kızları Saime on üç, Elif on beş yaşındaydı.
Uzun süre sonra ilk defa İstanbul'a gelmiş. Bu arada evliliği de yürütememiş. Eşinden ayrılmış. Çok sevdiği iki kızını da annesinin yanında bırakarak.
2007-2008 yılından itibaren Adil bulabildiği her fırsatta İstanbul'a gelmiş ama Dersim'e gitmemiş. Gitmek istememiş. Nedenini sorana da hiçbir şey dememiş... Amcasının dikkatinden kaçmamış, İstanbul'a her geldiğinde "barış" konulu etkinliklere katılıyormuş.
Tahmin etmek zor değil; eşinden, çocuklarından ayrılmak Adil'i altüst etmiş olmalı. Çok sigara içtiğini söylüyor amcası, bir de hep yalnız kalmak istediğini ve bir başınayken kendi kendine söylendiğini.
Bunlar Adil'in bir derin muhasebe içerisinde olduğunu düşündürüyor bana.
Bedrettin Kırmızıtoprak da, Hüseyin Gür de, başka tanıyanlar da onun bu hallerini anlatırken durup belirtmek gereği duydular: "Aman yanlış anlama, psikolojisi bozuktu, evet, ama aslında çok akıllı, zeki biriydi. Konuştuğunda çok mantıklı ve bilgili laflar ediyordu."
DERSİM’E DÖNÜŞ
2013 yılı, Adil'in hayatında önemli bir dönüm noktası. Çünkü Adil 1986'da İstanbul'a gelerek terk ettiği Dersim'e yıllar sonra ilk defa 2013'te gitmeye karar vermiş.
Önceleri üç-dört gün kaldığı Dersim'de giderek daha uzun süreler kalmaya başlamış. Dersim'le, memleketiyle bu tarihte barışmış olmalı diye düşünmemin sebebi bu.
Ve yine aynı tarihlerde HDP'nin çalışmalarına katılmaya başlamış Adil. Dersim'deki seçim kampanyasına destek vermekle kalmamış, diğer illerdeki parti çalışmalarına da katılmış yapabildiğince, yetişebildiğince. 5 Haziran 2015 günü Diyarbakır mitinginde patlayan IŞİD bombalarından şans eseri yara almadan kurtulmuş.
Adil, ölmeden önceki son üç ayında hep Dersim'deymiş.
ÖLECEĞİNİ HİSSETMİŞ GİBİ...
Öleceğini hissetmiş gibi, 10 Ekim'den bir hafta önce doğduğu köye gitmiş. Ablasını ziyaret etmiş. Kırlarda dolaşmış. Munzur'a dalıp gitmiş gözleri...
Adil, Demananlı. Demanan, Dersim 38'de devletin hedefindeki aşiretlerin en büyüğü. Dolayısıyla 38'de en çok katliama uğrayan aşiret. Adil'in de ailesinden çok sayıda insan 38'de öldürülmüş. Dersim'in acılı hikâyesi kendi zor yaşamına karışmış olmalı Adil’in zihninde.
Ahmet Arif'in ‘’Adiloş Bebe’’ şiirini çok severmiş Adil. Dinleyenler söylüyor, soyadı gibi gür sesiyle o şiiri çok güzel ve etkileyici okurmuş. "Doğdun üç gün aç tuttuk. Üç gün meme vermedik sana" diye başlayan o şiiri okurken, Adil'in içinde hangi fırtınalar kopuyordu acaba?
Zorlu bir hayatı oldu Adil'in. Çok zorlu. "Barış" onun son ümidi, son sığınağı, haksızlığa karşı durmanın son bayrağı idi belki. Ona her ne anlam yüklediyse, çok bağlanmıştı çünkü. 10 Ekim 2015 günü başka acıların içerisinden ‘’barış’’ diyerek gelen arkadaşlarıyla birlikte Ankara Garı'nın önünde verdi son nefesini. Umudunu geride kalanlara miras bırakarak.
Kaynak: http://101015ankara.org/adil-gur/