Ümit Seylan: On iki günlük üniversite öğrencisiydi
10 Ekim Ankara Katliamı'nda hayatını kaybeden Ümit Seylan anısına...
Tuğba Kaplan
Ömrünün baharında, daha on dokuzundaydı Ümit Seylan. Biz onu Beşiktaş maçında verdiği kartal pozuyla tanıdık. Ankara Katliamı'nda hayatını kaybetmiş ve ailesi o fotoğrafı paylaşmıştı, Ümit’i son bir kez gören olmuştur belki diye. Ümit henüz on iki günlük üniversite öğrencisiydi. İkinci senesinde çok çalışarak, çok sevdiği Ankara’da, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Maliye (İngilizce) bölümünü kazanmıştı. Hayalleri vardı. Ankara’ya gider gitmez en büyük hayallerinden birini gerçekleştirmişti. ‘Beşiktaş’ını stadyumda ilk kez canlı izlemişti. Onu ilk tanıdığımız fotoğrafı da o maçta çektirmişti. Evet, o fotoğraf. Bakma ve görme ustası John Berger'in deyişiyle "artık mevcut olmayandan bir yadigâr" olan fotoğraf. Ümit’in hayalini gerçekleştirdiğini gösteriyordu. Anlaşılan o ki, Ankara Ümit’in hayallerini gerçekleştireceği şehirdi.
Ümit’in Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde dördüncü sınıfı okuyan abisi Ömer getiriyor beni evlerine. Annesi Nigâr Hanım baştan aşağı siyaha bürünmüş, “Ne iyi ettiniz de, geldiniz” diye sarılıyor. Daha sormadan başlıyor konuşmaya. “Keşke kazanmasaydı Ümit üniversiteyi. Gitti de, kara haberi geldi. Muradı gözünde kaldı. Muradıyla beraber toprağa gömdüler yavrumu. Bunu yapanlar benim ciğerimi yaktı.”
Nigâr Hanım durmaksızın konuşuyor. Bir dakika sessizlik ona uzun geliyor. İçi yanıyor besbelli. “On dokuz yaşındaydı oğlum. Hiç doyamadım ki ona. Sarılamadım ki içime çeke çeke. Öldüğüne inanamıyorum. Gencecik fidandı yavrum, devirdiler. Ölüm Allah’ın emri ama evlat acısı hiçbir şeye benzemiyor. Allah bunu yapanların yanına bırakmasın” sözleri dökülüyor dilinden. Sonra gözyaşları. Aynı cümleleri defalarca söylüyor. Sonra yine gözyaşları…
Ümit’in babaannesi Meliha Hanım beyaz başörtüsüyle, daha evvel başka ölümler görmenin verdiği metanetle oturuyor bir köşede. Biraz Kürtçe, biraz Türkçe anlatıyor Ümit'i, acısını. Abisiyle Ümit, köyde babaannesinin yanında okuyor ilkokul bitene kadar. “Bana ‘ana’ dediler. Çocukken elimi tutup uyurdu. Melek gibiydi Ümidim. Az yer, az konuşur, az gülerdi. Utangaçtı. Gülerken dişleri bile görünmezdi. Kimsenin gözünün içine bakarak konuşamazdı. Yazın yanımda köy işlerinde çalışırdı. Ot biçer, traktör sürerdi. Kışın okuluna giderdi. Çok terbiyeli, nazikti. Her yemeği yemezdi. Taze fasulyeyi, patlıcanı hiç sevmezdi. Erzurum’un aş otu çorbasını, eti, bir de patates kızartmasını çok severdi.”
Sonra annesi araya giriyor. “Bir keresinde Fatma yengesi patlıcan yemeği yapmış da Ümit ‘Sevmiyorum.’ diyememiş. ‘Bu sanat eserini yemeye nasıl kıyayım’ deyip, gülmüş.”
Meliha Hanım ile konuştuğumuz sırada, az sonra akşam yemeği için yer sofrası hazırlanıyor. Sofrada Ümit’in sevmediği taze fasulye de var. Ümit sevmez diye daha önce pişmeyen taze fasulye, artık Ümit’i hatırlattığı için pişiyor gibi…
Ankara’da dört gün süren arama çalışmalarına rağmen Ümit’in cenazesi bir türlü bulunamıyor. Tanınmayacak halde olduğu için Ümit’i bir türlü teşhis edemediklerini söylüyor Ömer. Babası İsa Bey, “ Benden DNA örneği aldılar, onun sonucunda tespit edildi” diyebiliyor yutkunarak.
Babaannesi Ümit’in cansız bedenini son bir kez görmek istiyor. Cenazesi yıkanırken gördüğünü anlatıyor. “Tanıyamadım. Vücudundan çelik bilyeler çıkmış. Gara doğru koştuğu için ön taraftan almış bütün darbeyi.” Ümit’in sol ayağı altı parmak ve iki parmağı doğuştan bitişikmiş. Ama teşhis sırasında kimsenin aklına gelmiyor. Ayağını görünce babaannesi "İşte benim yavrum, ayağından da mı tanıyamadınız" diyor. Ümit’in annesi “Keşke ben de son bir kez görseydim oğlumu. ‘Aklında nasılsa öyle hatırla’ dediler. Dinlemeseydim kimseyi.” Derken babaannesi “Ben gördüm de ne ettim. Keşke görmeseydim, her an gözümün önünde. İçim yanıyor. Hiçbir yere sığamıyorum” diyor. Sonra buna da şükrediyor: “Bazılarının bedeni parçalanmıştı. Bazı ailelere sadece kol, bacak gönderildi. En azından çocuğumuzun cenazesini tam aldık. Ya cenazesi olmasaydı? En azından kabri var.”
İsa Bey asgari ücretle bir otelde çalışarak ailesinin geçimini sağlayan ve çocuklarını okutmaya çalışan bir baba. Olanlara akıl erdiremiyor. “Bu işte çok büyük ihmaller var. Bombacı Gaziantep’ten kalkıp geliyor Ankara’nın göbeğine. Türkiye’nin istihbaratı bu kadar mı kötüydü? Devlet isteseydi, bombacıları oraya sokmazdı. 100 canımız şimdi hayatta olurdu. Bu iş göz göre göre yapılmış. Barış isteyen gencecik bir insandı oğlum. Terörist faaliyetlerle, eylemle hiç işi olmadı ki...”
Ümit ile aralarında iki yaş olan abisi Ömer metaneti ve olgunluğuyla imrendiriyor. Ümit’in Erzurum’u aşırı milliyetçi tutumundan dolayı sevmediğini “Faşizm kokuyorsun Erzurum, seni sevmiyorum” deyişini hatırlıyor. Adalet yerini bulana kadar kardeşinin davasının peşinden gideceğine söz veriyor. Ama ümitsiz.
Mevcut hukuk sisteminde bir sonuç çıkmayacağını söylüyor. “Bu hukuk sistemi adalet getirmeyecek. Bunu Roboskî’de, Reyhanlı’da, Suruç’ta da gördük. Failleri kararttılar. ‘Kendi kendilerini patlattılar’ bile dediler. Ama yine de önce iç hukuk yollarına başvurup, sonra AİHM’e kadar gideceğiz. Hiçbir zaman gevşeklik, yılgınlık göstermeyeceğiz.”
Ümit’in abisi dışında kendinden iki küçük kardeşi daha var. Merve ve Malik. Okuldan geldikten sonra konuşuyoruz onlarla. “Ümit abini anlatmak ister misin” demeden Malik gözyaşlarına boğuluyor. Sakinleştikten sonra sadece “Abimle çok iyi arkadaştık. Bana çok takılırdı. Espriler yapar, beni güldürürdü. Kendi hiç gülmezdi. Evde hep ders çalıştığı için, okuldan geldiğimde çok sevdiğimiz patates kızartmasını yapardı, birlikte yerdik” sözleri çıkıyor. Lise ikinci sınıfa giden Merve atılıyor hemen. Ümit’in hem sırdaşı hem de arkadaşı. “Akrostiş şiirler yazardı. Genelde Beşiktaş’ına yazardı. Çok hayal kurardı. Eşsiz bucaksız bir hayal dünyası vardı.”
“Neydi en büyük hayali?”
“Beşiktaş maçına gitmek.”
“Başka hayali var mıydı?”
“Rüyalarını Kürtçe gördüğünü, hayallerini Kürtçe kurduğunu söylerdi hep. Ve bir gün bu ülkede özgürce Kürtçe konuşabilmeyi ve barışın gelmesini hayal ederdi.”
Ümit’in halay çekmeyi çok sevdiğini anlatıyor annesi. Bir de hayatlarında ilk kez HDP’nin Erzurum’da yaptığı barış mitingine gittiklerini. Sırf halay çekmek, eğlenmek için... “Çocukları yalnız bırakmayayım diye ben de gitmiştim. Mitingde her şey güllük gülistanlıkken milliyetçi olduğunu söyleyen bir grubun saldırısı sonucu olay çıktı. Bir polisin attığı gaz kapsülü Ümit’in kafasını sıyırıp geçti. ‘Az daha Berkin Elvan gibi olacaktım anne’ dedi. Ve bir daha birbirimize mitinge gitmeme sözü verdik. Ama Ümit de Berkin Elvan gibi oldu. Savaşa gitmedi, barışa gitti. Eline silah değil, kalem verip gönderdik.”
Katliamdan bir gün önce olacakları hissetmiş gibi akşam saatlerce konuşuyor Ümit ve annesi. Mitinge gideceğini söylemiyor ama. “Belki de ona ‘Gitme’ diyeceğimi düşündü. ‘Sen sadece okuluna git, gel’ diye tembihlemiştim.”
En son konuşmalarında annesi Ümit’e "Özledin mi beni oğlum" diye soruyor.
"Çok özledim anne. Ya sen, hiç özlemedin mi beni?" diyor Ümit.
Annesi, “Gurbet ona zor gelmesin diye ‘Özledim’ diyemedim. Rahat olsun, çalışsın, aklı burada kalmasın istedim. Hâlbuki çok özlemiştim Ümidimi. Burnumda tütüyordu. Artık gece yatmak, sabah kalkmak ölüm gibi bana. Rüyamda yeşil kareli gömleğiyle görüyorum hep. Uyanınca dünyam yıkılıyor. Ümit artık rüya olmuş.”
Bir de cenaze sonrası olanlar var. Ailenin acısını daha da artıran. Olanları Nigâr Hanım anlatıyor. “Devletten ve hükümetten yetkililer diğer köydeki taziyeye geldiler ama bize gelmediler. Köyümüze ve Tekman’a cenaze için çevre il ve ilçelerden gelen hiç kimseyi sokmadılar. Yolları kapattılar. Devlet kurumunda çalışan bazı akrabalarımız gizlice geldi cenazeye. Devlet bize bu zulmü niye yapıyor anlamıyorum.”
Ümit’in anlatıldığı ikinci adres, halası ve amcalarının yaşadığı Bursa. Öğretmen olan amcası İbrahim Seylan’la buluşuyoruz. Ümit’le en son vakit geçiren Bülent ve Tuncay amcasını, Tuba halasını, Derya ve Fatma yengesini kendi evine çağırmış İbrahim Bey. Ümit’e dair ne kadar fotoğraf, video, bilgi varsa toplamış. İstiyor ki, Ümit unutulmasın, bu katliamın üzeri örtülmesin.
Ümit’in bütün eğitim hayatını ve kişisel gelişimini yakından takip ettiği için fikirlerinin, zorluklarla okuduğunun, üniversiteyi nasıl kazandığının da yakın şahidi İbrahim Bey. Ümit’in bilinçli bir genç olduğunu, Suruç’ta, Kobane’de, Soma’da içinin yandığını, tepkisini paylaşımlarıyla gösterdiğini söylüyor. Ve son görüşmelerinden bir not aktarıyor. “Ümit Kurban Bayramı'nı Bursa’da geçirmek için bir hafta erken ayrıldı ailesinden. Önce Ankara’ya, oradan da Ankara’daki İhsan amcası ve yengesiyle birlikte Bursa’ya geldi. Yolculuk sırasında arabada yengesi Taraf Gazetesi’nin arkasında bulunan 20 soruyu sormuş Ümit’e. Sorulardan biri ‘Nasıl ölmek istersiniz?’ Ümit ‘En çok mutlu olduğum bir yerde, acısız ve aniden.’ cevabını vermiş. Ümit inşallah çok acı çekmemiştir.”
Anlattıklarına göre ve görünene bakılırsa Seylan ailesi muhafazakâr bir aile. Ümit’in amcası İbrahim Bey çok küçük yaşlardan itibaren namazlarını kılmaya ve dini yaşamaya çalıştıklarını söylüyor. Bülent amcası alıyor sözü: “Ama bu süreçte muhafazakâr ve dindar bir aile olarak, en büyük desteği ve insanlığı kendini solcu olarak tanımlayanlardan gördük. Ankara’da bizim yanımızda devlet yoktu. Ümit’i ararken dört gün boyunca devletin acımasız yüzünü bir kez daha gördük.” Kayıp ilanı için karakola gittiklerinde, gözaltına almakla tehdit edildiklerini, Keçiören Belediyesi'nin cenaze aracı bile vermediğini, cenazeyi memlekete götürdüklerinde yaşadıklarını büyük bir üzüntüyle hatırlıyor.
Cenazeyi Erzurum’un içine getiremediklerini, il merkezindeki evlerinin önünden bile geçiremediklerini söylüyor Ümit’in Tuncay amcası. “Çevre yolunu kullandık. Tekman’daki Jandarma Karakolu Komutanı ‘Provokasyon olur da olay çıkarsa, güvenliğinizi sağlayamayız’ dedi.” Sonra gözleri doluyor.
Bülent Seylan yarım kalan sözünü tamamlıyor. “Ölüye bile kin güdülüyor. Bu ülkenin bir araya gelmesi artık çok zor. Devlet, yıllardır birlikte yaşayan bu insanları ayırmak için elinden geleni yapıyor.”
Kaynak: http://101015ankara.org/umit-seylan-12-gunluk-universite-ogrencisiydi/