Korku çağında barış ve barış felsefesi
"Oysa dünya barışının sağlanması, ancak inisiyatif alınarak mümkün olacaktır. O zaman burada Marx’ın 11. tezini hatırlamak yerindedir."

Mustafa AĞAOĞLU
Çukurova Üniversitesi
Felsefe Grubu Öğretmenliği
Barış felsefesini konuşurken bu konuyu siyaset felsefesinden ayrı düşünmenin mümkün olmayacağını söyleyerek başlayalım. Özgürlük, eşitlik, yaşama hakkı, ifade özgürlüğü, barınma hakkı gibi pek çok konuyu irdeleyerek ilerleyeceğiz ve bunun ihlallerinin söz konusu olduğunu düşünerek, günümüz dünyasının sorunlarına, ikili ilişkilerin nasıl mümkün olacağına değinip “evrensel bir barış mümkün mü?” sorusuna cevap arayacağız.
SÖZ KONUSU OLAN HAREKET VE İNİSİYATİFTİR
Öyle bir tarihi gerçekliğin ortasındayız ki dünyaya kaos hakim. Söz konusu olan coğrafya kimi ülkelerin onlarca yıl süren çıkar siyasetlerine zemin olmuş ve bu güncel siyaset dilinde kalıcılaşmıştır. Burada tarih her türlü akıl tutulmasını ve insanlığın en yontulmamış taraflarını sık sık görüyoruz. Dinin siyasallaştırılıp bunun mezhep savaşlarına dönüşmesinin en uçlara çıktığına şahit olan coğrafyamız, her gün bu olayların sonucunda mevzilenen bir siyasal gündemle karşı karşıya. Akdeniz sahillerinde mültecilerin cansız bedenleri, Ortadoğu’da ise savaşlar sonucu ölen yüzlerce insan ve diğer ülkelerin meydanlarında patlatılan bombaların yansımaları bireylerin yaşam ve psikolojileri üzerinde kalıcı etkiler bırakıyor. Peki, böylesine karanlık bir tablo karşısında barış nasıl sağlanacak? İki kutbu bir araya getirerek barış sağlayacak bir ilişki mi kurulmalı yoksa söz konusu olan bertaraf edilmesi gereken düşünceler mi? Özelden genele bakacak olursak, özelde çıkan sorunların nedeninin çözülmesiyle barışın mümkün olacağı söylenir genelde. Ama burada çatışan iki grubu ilk aşamada barıştırmak ya da bunun özelinde barış dilinin oluşmasını beklemek yanlış olacaktır. Sorunlara çözümler ararken de yorumlayıcı bir yaklaşımla işe girişmek pasifist bir yaklaşım olacaktır. Oysa dünya barışının sağlanması, ancak inisiyatif alınarak mümkün olacaktır. O zaman burada Marx’ın 11. tezini hatırlamak yerindedir. Burada söz konusu olan hareket ve inisiyatiftir. Coğrafyamızda barış için inisiyatif almak zorundayız. Söz konusu çatışmaların nedenleri incelenip, buradan hareketle bir yol haritası çıkarılabilir. Felsefenin aktivist bir yaklaşımı olması gerekmektedir. Aynı zamanda sorunlar karşısında mevzilenen felsefenin sorgulaması gerekenler toplumsal olmalıdır.
BARIŞIN KALICILIĞINI SAĞLAMAK İÇİN...
Seküler bir yapının oluşması coğrafyamız için elzemdir. Söz konusu olan sorunların çoğunun din-mezhep kaynaklı olduğunu görüyoruz. Ya da bazı çıkar odakları bunu bir araç olarak kullanıyor diyebiliriz. Öyle ya da böyle bir şeylerin mümkün olduğunu tarih bize çok açık bir şekilde göstermiştir. Burada dinin keskin bir eleştirisi yapılmalıdır.
Uhrevi şeyler için dünyevi yerleri kaos haline çeviren insanların, hareket ettiricisi olan kaynağın eleştirilmesi, Marx’ın deyimi ile “tüm eleştirilerin hazırlık koşuludur.”. Böyle bir eleştiriyle seküler yapının ortaya çıkarılması bir çözüm sağlayabilir. Ortadoğu gibi bir yerde seküler yapının oluşmasını pek çok şeyden ayrı düşünmek mümkün değildir.
Böylesine kaygan bir zeminde, barışın oluşturulmasından sonra yeni ve önemli bir sorun: barışın kalıcılığı. Böyle bir coğrafyada barışın kalıcılığının söz konusu olabilmesi için çatışmaların çözümünün tek alanda değil, her alanda mümkün olması gerekmektedir. Bütün bunlar sınırlar hiçe sayılarak bütün alanlarda yapılmalıdır. Çünkü sınırlar dünya yurttaşları ile aramıza betondan duvarlar ören yapay engellerdir. Diyaloğun kesintiye uğramasının, barış dilinin oluşmasını engelleyen faktörlerdir.
Ortadoğu’nun bölüştürülmüş sınırlar olduğunu düşünürsek bir devletteki siyasi-sosyal krizlerin diğer bir devlete yansımasının nasıl olabileceğini açık bir şekilde görmemiz mümkün. Baktığımızda demografik unsurların belirli bir devlet içinde değil, aynı coğrafyada ayrı ayrı devletler içinde kümelendiğini ve bir noktada çıkan sorunun başka yerde de aynı soruna yol açması çok da şaşırılacak bir durum olmasa gerek.
Bu sorunlar aynı zamanda çıkar odaklı ve planlanmış bir siyasetin de sonucudur. Emperyalist politikaların yeraltı ve yerüstünü sömürüsü, bir süre sonra çatışmalara gebe kalan topraklara dönüşüyor. Burada şunu ön plana çıkartmak zorundayız; ortak noktalar ile anlaşmak değil ortak bir zeminde anlaşmak bizi bir araya getiren şey olmalıdır. Ne yazık ki dünyanın tablosu burada resmetmeye çalıştığımız şekilde değil fakat inisiyatif alan bir irade çok şeyi değiştirecektir. Hiç kuşku yok ki burada felsefeye fazlaca görev düşmektedir.
Evrensel'i Takip Et