Seni saran koskocaman eller!
Günlük hayat kesesine göre kendince konforlu, günlük hayatın nah böyle kocamaaan elleri var: Yatıp kıvrılıverirsin içine... Ohhh mis!

Barış AVŞAR
Kolay gelsin... Hiç çekemem... İyi akşamlar... Selamünaleyküm... Yuvarlanıp gidiyoruz... Merhaba... Sağol... Eline sağlık... Valla çok iyi olur... Güle güle... Ağzının payını verdi... İyilik sağlık... Teşekkür ederim... Önce elini yıka... Çok şükür... Hayırlı işler... Günaydın... Tabii tabii... Bizimkine bir sorayım... İdare eder... Uyudum gittim... Canın sağ olsun... Biz o vazifeyi yaptık... N’aber... Sıkıldım... Görüşürüz... Hoş geldin... Afiyet olsun... Boşver... Olur gider... Ağzım açık, kalakaldım... Olmaz olsun... Çat kapı gelmişler... Akraba değil mi aman aman... Ne yaptın sen... Hakkını verdin... İşin ehli geldi... Aşkım... Çok güldük bir şey olacak... Eh yani... Bizim elimiz de armut toplamıyor... Gelmezsen gelme... Hava da iyi soğudu... Hay otobüs gibi... Bay bay... Yok yedim ben... Maskara... Uykum kaçtı... Son bölümü kaçırdım... Ağla ağla... Ya bi git...
Bugün, burada, ‘günlük hayat’ bu ve bunun gibi kalıp sözler etrafında dönüp gidiyor. Ama işte ‘bugün’ ve ‘burada’… Yoksa Antik Roma’daki günlük hayatta vomitoryuma gider gelirken mesela, ne derdi acaba insanlar birbirine? Kusmaya gider gelirken yani! Dünya hakimi imparatorluğun tepesindeki şehrin zengin yurttaşları olarak bitmez tükenmez şölenlerde, gidip midedekiler boşaltılıp dönüp tekrar yenirmiş… Tekrar yiyebilmek için boşaltma işleminin yapıldığı yer işte vomitoryum… Oraya gider gelirken ne derdi insanlar birbirlerine? ‘Rahatlar olsun’ mu? Günlük hayatsa günlük hayat işte!
Ya Mısır sıcağında firavunun piramidine ölene kadar taş taşıyıp duranlar? Birbirlerinden nasıl, hangi tavırla su isterlerdi acaba? ‘Ver ki ölem’ mi?
Anadolu Ortaçağı’nda kervansarayın birinde gelip giden yolcuların atlarını tımarlayan iki kişi, her Allah’ın günü kıl içinde kalmaktan nasıl, hangi sözlerle yakınırlardı birbirlerine?
İlk yabani buğdayı öğütüp ekmek yapıp yiyenlerin bu ‘hoş’ şeyi ‘evcilleştirip’ kendi istedikleri gibi ekip dikip yetiştirememekten yakınırken kullandıkları kalıplaşmış bir söz var mıydı?
İlk opera eserleri sahnelenirken izleyicilerin salona girip çıkması, bağıra çağıra konuşması, yer değiştirip durması, bir şeyler yiyip içmesi serbestmiş. Sahnede rol yapıp şarkı söyleyenler çıkan ‘uğultu’ya bir isim takmışlar mıydı?
İlk evcil köpeklerin insanlarla birlikte dolaşmaya başlamasından sonra bu durum göçer atalarımızın günlük lûgatına hangi kelimeleri soktu? ‘Hoşt’ oradan mı kalmıştır dilimizde?
Bütün bu sayılan vakalar nasıl bir ‘günlük hayat’ kalıbının içinde yuvalanı veriyorlardı ‘o gün’ ve ‘orada’?
HİÇBİRİ AMA HEPSİNDEN DAHA FAZLASI
Hayatın en önemli kalemi ‘günlük’ hayat... Ne iş, ne aile, ne arkadaşlar, ne okul... Tek tek hiçbiri değil sadece ama hepsinden daha fazlası. İnterneti var, gazetesi var, kitabı (bizde pek yaygın olmasa da) var, kahvesi var, ‘altın günü’ var, komşuluğu var, asansörü, tuvaleti, yemek masası, yolu, trafiği, merdivenleri, bakkalı, marketi, mağazası, alkolü, camisi, namazı, cemi, ayini, töreni, treni, otobüsü, bileti, çakısı, bayrağı, maçı, tezahüratı, şarkısı, uçağı, dansı, yürüyüşü, sporu, ayakkabısı, şemsiyesi, bikinisi, terliği, forması, kravatı, düğünü, sünneti, eşofmanı, pijaması, diş fırçası, ilacı, cep telefonu, evet en çok da cep telefonu var ‘bugün’, ‘burada’ki günlük hayatın…
Ve tüm bunların arasından zaman zaman çıkarıp bakıyoruz kafamızı ülkeye: Günlük hayatın dışında her şey kopkoyu! Hemen geri dönüveriliyor çoğunlukla saydıklarımıza: Yılgın argın... Günlük hayat kolay, günlük hayat risksiz, günlük hayat kesesine göre kendince konforlu, günlük hayatın nah böyle kocamaaan elleri var: Yatıp kıvrılıverirsin içine... Ohhh mis!
TEKRAR TEKRAR KANAT SESİ…
Dön tekrar ye sonra şölen yemeklerini, iç kumlu suyunu, kır buğday ekmeğini, çıkar ağzındaki at kılını, sarıl varsa köpeğine/kedine, operamız kalmadı ama gömül cep telefonuna!
Böyle olduktan sonra her gün aynı gün değil mi peki? Tek ve uzun bir gün değil mi sadece yaşanan? Kelebeğin ömründen beter! Onunki bir günde biter! Bir tek gün mü eşsizdir peki bu durumda, bitmez tükenmez aynı gün mü yoksa tekrar tekrar? Aynı kelimelerle yaşayıp gitmek, geçmişe bakmadan ve geleceği umursamadan, kelebek kanatlarının çıkardığına benzer bir ses çıkarıyor oysa: İkisini de sadece taşıyan duyabiliyor!
Gerçekten nasıl gidiyor ‘günlük’ hayatın? Kanatlarının sesinden başka bir ses duyabiliyor musun? Tamam tamam gittim, kafanı şişirdim, kusura bakma, kal sağlıcakla, ışıkla ol, kendine iyi bak, istediğin zaman ara, arayı açmayalım, sağlığına dikkat et, amman havalar çok sakat, ayakta geçmez ama öyle, kendi doktorun olacaksın, hemen zencefil limon, olmadı bir doktora gidersin, sakın hasta olma ha, çok yaşa!
Evrensel'i Takip Et