Zor zamanlarda edebiyat
Edebiyat bu zor zamanlarda, kederimizi, acılarımızı bir nebze sağaltabilir mi? Sağaltabilir. Edebiyat bunun için var.
Ahmet ÇAKMAK
Okumak da bir çeşit yazmaktır” diyor, şimdi ismini hatırlayamadığım üstat. Yaşadığımız ülke, coğrafyamız, zor zamanlardan geçiyor. Deyim yerindeyse; at izi, it izine çoktan karıştı. Her an ne olacağına dair kaygılarımız, korkularımız zirve yapmış durumda. Başı kesilen tavukların çaresizliği içindeyiz. Karanlık bir dönemden geçiyoruz. Edebiyat bu zor zamanlarda, kederimizi, acılarımızı bir nebze sağaltabilir mi? Sağaltabilir. Edebiyat bunun için var.
Son günlerde okuduğum iki kitaba geçebilirim artık.
Çağdaş Kürt Edebiyatı , özellikle Türkiye Kürtlerinin, ilk kıymetli ürünleri yaklaşık yüzyıl önce verilmeye başlanmıştı. Bunların kronolojik sırası ve tür itibariyle nasıl bir gelişim çizgisi izlediğinden bahsetmeyeceğim şimdilik.
En yaşlısı Helim Yusuf (1967), genci ise, Bawer Ruken (1985) olan, Ercan Y. Yılmaz’ın hazırladığı, Şêxo Filik’ın çevirisni yaptığı, “Biraz Dolaşacağım” adı altında toplanan (Can Yayınları, Nisan 2016) Çağdaş Kürt Öykü seçkisinden söz açacağım. Hazırlayan öyküleri neye/kime göre seçtiğini belirten bir önsöz yazmamış, ancak arka kapak yazısında: Gerçekçi edebiyat geleneğinden, postmodern anlatım yöntemlerini, Türkçe öykünün geldiği tüm olanakların Kürtçe öyküye taşındığını söylüyor.
Postmodern imkanları ne kadar kullandıklarını bilmem ama Mehmet Dicle’nin “Dilek Ağacı” (syf.9) öyküsünün konusu: Geleneksel yapı içerisinde, törenin, namus davası, dine bağlılığın bir hayli fazla önemsendiği kasabada, Reşe’nin kocası askerdeyken kaynının tacizle başlayan istismarı, başka adamlara Reşe’yi satarak devam edecektir. Töreden umudunu kesen Reşe de zamanla, vücudunu kasabanın büyük cami sokağında satarak kazanca dönüştürecek, intikamını o şekilde alacaktır töre diyenlerden. Reşe’nin kapısında kuyruk oluşturan ahali nedense o durumda birbirini görmez, o koşullar altında birbirini tanımak istemez. Tüm kasabanın gözü önünde işlenen günaha kasaba ahalisi sağırdır. Memurdan köylüye, demirciden şaire, askerden kabadayıya her kesimden müşteri bulan Reşe’nin çalıştırıcısı Fedlo, belediye ileri gelenlerinin de desteğiyle kapatılan postahane binasını otele çevirerek işini daha da genişletmiş, ayrıca mahalle dedikodularına bir son vererek, kasabanın namusunu temizlemiştir. Bir de kasabanın gelişimine katkıda bulunduğu için Fedlo bir hayli taktir toplamıştır kasabanın ileri gelenlerinden. Mağara döneminden beri kasaba bu kadar tanınmamış ve gelişme kaydetmemiştir. İleriki zamanlarda, kimsenin anlamadığı sebeplerden, Sodom ve Gomere şehrinin başına gelen, herkesin anlamakta zorlandığı doğal felaketler meydana gelmiştir. Hiç dikkatlerini çekmeyen, binlerce yıldır caminin önünde duran taşların arkasında büyüyen ağaç, “Dilek Ağacı”na dönüşüp hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ederler. Geleneksel yaşam tarzının beli nasıl kırılıp yeniden kurulduğunu ince bir mizahla okuyucuya ulaştırır yazar. Kitabın en başarılı öykülerinden. Anlatım tarzı, geleneği efsanelere, bugünün dogmatik alışkanlıkları içinde yeniden yoğurması açısından. Yeni öykülerini sabırsızlıkla bekleyeceğiz Mehmet Dicle’nin.
Diğer öykülere gelince, başta Kürtçe öykü türündeki başarısı, gelenekselden- moderne, gerçeküstü durumlar yaratmada, ünü kanıtlanan Helim Yusuf’un “Kesik Kulak” (syf.23) öyküsünün kurgusu, atmosfer yaratmadaki başarısı, diğer ulus edebiyatlarından hiç de geri durmamaktadır. Öykü seçkisinin diğer öykücüleri için aynı güzel sözleri etmek bir hayli zor.
Öykülerde işlenen konular, anlatım teknikleri (fantastik-büyüsel gerçeklik) açısından çoğunu olgunlaşmamış bulduğum öyküler, dil ve sosyoloji bakımından daha iyi örnekler sunma ihtiyacı doğuruyor. Ama yine de bu çalışmayı Can Yayınları’nın desteklemesi takdire şayandır.
Seçilen bu öyküler için edindiğim, kısmen eksik bulduğum yönler, bu öyküler için olsun isterim. Seçkideki tüm öyküleri tek tek irdelemek bu tanıtım yazısının sınırlarını epeyce aşacağından, bu değerli kalemleri tüm öyküleri bağlamında incelemek boynumuzun borcu olsun.
Kürtçe yazan kaç tane öykücü ve bunların ne kadar kitap çıkardığı konusunda elimizde net bir bilgi yok. Olmadığı için de Kürtçe öykülerin, öykü sanatının geldiği aşamanın neresinde durduğuna karşın bendeki bilgiler yetersiz şimdilik.
Türkçe edebiyat okuruna öne çıkan ya da öznel değerlendirmelerle ve iyi niyetle hazırladığını düşündüğüm seçki, bin yıllardır beraber yaşayan iki halkın duygu ve düşünce dünyasını edebiyat aracılığıyla yakınlaştırmaya çalışıyor.
Toplum sosyolojisi ve psikolojisinin birey/toplum, özne/nesne üzerinden taşınarak aktarılan örneklerin verildiği, dil ve anlatımın daha güçlü olduğu yeni öyküleri bekliyoruz okuyucular olarak.
ŞİİRLİ DAĞ
EDEBİYATIN çeşitli türerinde (şiir, roman) ve iki dilde eserler veren İlhami Sidar’ın yeni romanı “Şiirli Dağ”, diğer romanlarında kısmen işlediği ‘dönem anlatma’ bu romanda da devam ediyor. İlhami Sidar, Mehmet Uzun’un romanlarında, tarihi Kürt biyografileri üzerinde kurduğu (Kürt tarihinin ana hatlarını belirginleştirmek için) roman anlayışını, dönemler üzerinden sürdürüyor.
“Bedirhan-Bir Cudi Söylencesi”nde ilk büyük Kürt isyanında Botan Beyi Bedirhan Bey etrafındaki olaylar, “Melekler de Ölür” ve “Sadakat” romanları arka planları 1990’lı yıllar faili meçhullerin yaşandığı Diyarbakır’ı, “Dağlı”da, arka planda ilk Kürt devlet sayılan Mervaniler, “Yol”da varoluş üzerinden, 1 Mayıs 1977 sonrası Siirt’in Kurtalan’ına savrulan, Ezidi köyünde görev alan bir öğretmenin Ezidi bir kızla ilişkisi, (sosyal çevreyle beraber) “Xevneke Payize” (Sonbahar Rüyası) romanında ise, 16. Yüzyılda yaşamış olan klasik Kürt şiirinin önemli ismi Mele Cizire üzerinden tasavvuf, aşk, şiir işlenir.
Ekim 2016 İthaki Yayınları etiketiyle çıkan “Şiirli Dağ” romanı da İlhami Sidar’ın dönem romanlarından biri. İttihat Terakki hükümetlerinin olduğu 1910’lu yıllardan; Ermeni Tehciri’-nin yaşandığı dönemlere kadar uzanıyor konu.
“Şiirli Dağ”, gerçeküstü bir doğum sahnesiyle, Kasım Ağa’nın ikinci hanımı, dünyalar güzeli Belkıs’la açılır. Belkıs doğum sırasında ölür ve hiçbir şeye benzemeyen bir erkek evladı “Dara” yı bırakır geride. Kasım Ağa lanetlendiğini düşünerek, çocuğu gözlerinden uzak tutulmasını ve başka yerde dedesinin yanında yetişmesini ister. Roman bu iki karakter üzerinde ilerler. Kasım Ağa daha gerçekçi bir kimlikken, Dara gerçeküstü özelliklerle donanmış olarak anlatıdaki olaylara bağlı gelişimini sürdürür. Dönem Çarlık Rusya’sının Anadolu’nun doğu sınırlarından girdiği, İttihat Terakki’nin hükümet ettiği zamana denk düşüyor. Bir taraftan yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda vergi ve asker verme dışında bağımsız yaşayan beyler/ağalar bir taraftan Anadolu’nun işgali, bir taraftan da bir aşk ekseni üzerinde trajediye dönüşen Kürt-Ermeni kardeşliğinin tehcir kararıyla, asırlardır yaşadıkları toprakları, acıyla ölüme terk etmek zorunda kalması. Coğrafyanın başına gelenlerin tarih tekerrür eder değil de tarih bizatihi devam ediyor duygusuyla.
“Şiirli Dağ”’ın dramatik kurgusunda bir sorun görmedim. Bölüm geçişleri iyi, atmosfer yaratmada ve bazı kişi ve doğa betimlemeler çok başarılı. Ancak edebi metinde olmaması gereken bazı anakronik yanlışlar, didaktiğe düşme, coğrafya insan ve güzellemelerinden bir okuyucu olarak keyif almadığımı da belirtmek isterim. Buna rağmen işlenen konunun netameti ve edebiyat yapma isteğinin baskın çıktığını söylemek lazım. “Şiirli Dağ”’ı kılı kırk yaracak yeni analizlerle, hem yazara, hem de okuyucusuna çok şey kazandıracağına inanıyorum.
Okuyucusu ve söz söyleyeni bol olsun, diğer kitaplar gibi.