14 Kasım 2016 02:25

Kendini yapan insan

Eylemini ve düşüncesini düşünebilen insan sayesinde kendisini aşacağı bir irtifaya; düşünce ile eylemin birleştiği Praksis’e yükseldiği andır.  

Paylaş

Nuray SANCAR

İnsanın şu anda olduğu şey ile olacağı/olmak istediği şey arasındaki çelişkiyi belki de ilk ortaya çıkaran Platon olmuştu. Onun kısaca, yeryüzündeki bütün nesnelerin kendilerinden önce oluşturulmuş kavramların bir gölgesi olduğu önermesi, şimdi burada olan şey ile, o şeydeki potansiyel arasında bir açıklık olduğunu ima eder. Platon’un “Eser”inin bütünlüğünde şimdiki zamandaki toplumsal kuruluşa dair bir onaylama vardır ve bu yüzden çelişkinin çözümü onda bilinemez olarak kalır. Nesne (insan) ile sonrası arasında bir hareket öngörmez. 
Ama kavram ile kavramın nesneleşmiş gölgesi arasındaki açıklık bir kez tespit edildikten sonra, bütün meramı “insan nedir” sorusunun yanıtına ulaşmak olan felsefe buradan yürüyecektir artık. Ne var ki eski felsefe, insanın, kendi kavramına tamamlanacağı bir uğrağa doğru yolculuğunda etik avadanlıklar sunmaktan başka bir şey de yapamamıştır. Felsefecilerin büyük çoğunluğunda da bu yolculuk zaten, ilerleme fikrinin çıktığı Rönesansa gelinceye kadar tersine doğru olmuş; insanın gradını keşfetmeye yönelik bir “öz”ü tarif etmekle başlayıp onun varoluşuna etik anlamlar aramakla yetinmiştir. Bu içe doğru hareket ya da  “öz” kazıcılığı yanıtlanmadan kalan bir soruyla hesaplaşmayı tarihin sonrasına bırakacaktır. 
Kuşkusuz tek başına felsefenin ya da felsefecinin günahı değildir bu. Antik dönem felsefesi gibi, önceden kurulmuş kavramı ile insanın şimdiki hali arasındaki açıklığın ilahiyatla kapatıldığı uzun Ortaçağ düşüncesinin de Platon’un zorlayıcı çelişkisine ihtiyacı yoktu. O zamanlar Tanrı yaratımı olan o ilk kavrama tamamlanmanın tek yolunun inanç olduğu düşünülüyor ve böylece insanın en mükemmel halinin mümin hali olduğuna inanılıyordu. 

RÖNESANSIN DÜNYEVİ VE BURJUVA İNSANI

Rönesans döneminde Platon kütüphane raflarından tekrar indirildiğinde denizaşırı seyahatlerden, ticaretten biriken sermaye, kendi coğrafi ufkunun yanı sıra kasaların hacmini genişletirken insan aklının ipotek altına alınmasına razı olamazdı. Sadece insanın (burjuva halinin) eylemini onaylayan dünyevi açıklamalarla tatmin olabilirdi artık.
İnsan ve eyleminin evrenin merkezine yerleşmeye başladığı o zamanlarda Rönesans hümanizminin ilmihalini ortaya çıkaran Pico Dela Mirandola şöyle yazar: “Sana, özgül olarak, ne bir surat, ne bir yer, ne de herhangi bir yetenek verdim, ey Adam, ta ki suratını da, yerini de, yeteneklerini de sen kendin dileyesin, kendin kazanasın ve kendin edinesin. Doğada benim yasalarımın kapsamında, olan başka türler de vardır, ama sen ki, çevrende hiçbir sınır yoktur, seni arasına koyduğum ellerin içinde kendini, kendi öz iradenle, kendin tanımlayacaksın. Seni evrenin ortasına koydum, evreni daha iyi görebilesin diye. Seni ne göksel olarak yarattım ne de yersel, ta ki iyi bir ressam, usta bir heykeltıraş gibi, kendi formunu, kendi özgür iradenle kendin bütünleyesin…”1
Mirandola’nın “iyi bir ressam usta bir heykeltıraş gibi kendi formunu kendi özgür iradenle kendin bütünleyesin” sözü ile, insanın baş üstü durduğu  Platon’un İdealar Kuramı ayakları üzerine dikilir 
nihayet. İdea ile nesne arasındaki açıklığın nasıl kapanacağına ilişkin önemli bir öneridir bu.   
Peki ama bu nasıl olacaktır? Yani insan kendine nasıl bir biçim verecek; olduğu şeyden olmak istediği şeye dönüşecek; kendi kavramını inşa edecektir? Buna filozoflar çeşitli yanıtlar verdiler. Locke ve Hume gibi ilk Aydınlanmacılar için insan bir “boş levha” (Tabula Rasa) idi ki önceden bu levhaya yazılı hiçbir şey yoktu. İnsanı insan haline getiren deneyimleriydi. Tamam da ne tür  deneyimlerdi bunlar ve aralarındaki ilişkiye anlamlı bir açıklama getirilebilir miydi? İnsan, geçmiş kültürden hiçbir şey devralmıyorsa deneyimleri de gelişigüzel ve savruk, bu haliyle açıklanamaz kalmayacak mıydı?
Açıkçası felsefe, insanın dünyevi eyleminin, bu eylemin amaçlarının ne olduğu ve nihayet felsefenin kendini nasıl düşüneceği üzerine, her yanıtın başka kritik sorular doğurduğu uzun bir düşünme sürecinden geçti. İnsan iradesine öncelik tanıyan ve insanı kabaca seçimlerinin insanlaştıracağını bu insan olma sürecinin hiçbir zaman tamamlanmayan bir “oluş” hali olduğunu söyleyen varoluşçu düşünürler ile, bu felsefe geleneğini hazırlayan öncelleri, seçeneklerin ortaya çıkış koşulları hakkında fazla bir şey söylememişlerdi.

PROLETARYADA KENDİNİ YİTİRMİŞ İNSANLIK

Marx bu kritik soruya daha 19. yüzyılda Alman İdelojisi’ndeki Felsefe Üzerine Tezler’de bir yanıt vermişti: Filozoflar dünyayı yorumlamakla uğraşmışlardır. Oysa Aslolan onu değiştirmektir.
Dünyayı değiştirecek olanın filozoflar olduğunu söylemiyordu Marx, sadece bu değişime dikkat kesilmeleri gerektiğinin altını çizmişti. Onun eserinin bütününde altı çizilen işçi sınıfı, insanlığın bütün tarihsel birikiminin işaret ettiği bir noktada değişimin öznesi olarak belirmişti.
Şöyle yazıyordu Marx: ”İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan belirli olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar…” 2 Bu, elbette ilk liberal felsefe atalarının insanı tarihsizleştiren Tabula Rasa’sının reddi anlamına gelir. Sonra devam eder Marx: “Varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar aralarında zorunlu kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri onların maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder… Maddi hayatın üretim tarzı genel olarak toplumsal siyasi ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.”3 Felsefenin “insan nedir” sorusunun yanıtına yönelik uzun arayışına verilen son ve isabetli karşılığı içerir bu pasaj. İnsanın kendisi ve ilişkisi üzerine düşünebilmesini kolaylaştıran kavramsal araçların ve bu araçları kullanarak yapacağı iradi seçimin imkanlarını da göstermektedir. Felsefe insanın insana nasıl tamamlanacağı konusunda Platon’dan beri süren tartışmaya henüz aşılmamış bir yanıt vermiştir. Bu yanıt insanlığın onda yitirildiği proletaryanın kurtuluş mücadelesine bağlanmak… böylece insana tamamlanmaktır.
Felsefenin “felsefe” olmaya, Platon’a nazire olarak söylersek, kendi kavramını ancak şimdi kurmaya başladığı noktadır bu aynı zamanda. Eylemini ve düşüncesini düşünebilen insan sayesinde kendisini aşacağı bir irtifaya; düşünce ile eylemin birleştiği Praksis’e yükseldiği andır.  

1Pica Della Mirandola, İnsanın Değeri Üzerine’den alıntısı için: Margurite Yourcenar,  Zenon (Giriş), çev: Müntekim Ökmen, Adam Yayınları.
2Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları 1990, s.13-14
3Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı çev: Sevim Belli, Sol yayınları 1976, s.25

ÖNCEKİ HABER

Felsefenin içinden geçen insan

SONRAKİ HABER

Homo filosoficus

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa