14 Kasım 2016 02:16

Homo filosoficus

Bize de felsefenin yaşamdan silinmesine direnmek düşüyor çünkü felsefe yoksa biz de yokuz. 

Paylaş

Burhan KUM

Trajik bir durumun iksiridir felsefe. Öleceğini bile bile yaşama tutunmaya çalışan insan trajedisinin serumudur. Düşünmeye başladığından beri, yaşamı ve evren içindeki konumunu anlamaya çalışan insan, varoluşun yükünü felsefe sayesinde taşıyabilmiştir. Filozofların sınıflı toplum ve devletin oluşmasından sonra ortaya çıkması insanoğlunun içine düştüğü trajedinin kaynağını da açıklar: İnsan birey olduğunu fark ettiği andan beri yaşamdaki rolünü, daha doğrusu toplumsal piramitteki konumunu sorgulamaktadır. Birey olmadan toplumsal işleyişi anlama olasılığının bulunmaması mükemmel paradoksun en güzel örneği olsa gerek.
Felsefenin temel kaynağı düşünme edimi olduğuna göre insana dair olmayan bir felsefeden bahsedemeyiz. Tohum ve meyve gibi sürekli birbirlerini üreten bu ikili yaşamın yaratıcı dinamosunu oluştururlar. Ne var ki bu üretim süreci gücünü her yeniden üretimde farklı bir tohum ve meyvenin oluşmasından alır. Felsefe insana gerçek arayışında doğru düşünmeyi öğretirken, sorgulamayı, eleştirel bakışı ve içinde bulunduğu koşulları (ve kendisini) değiştirmenin yollarını da sunar. İnsan yaşamını felsefesiz de pekâlâ (bitkisel hayatta) sürdürebilir ancak kendisini kuşatan şartları değiştirmenin, daha güzel bir dünyayı kurmanın yolunun felsefeden geçtiğini anladığında evrensel insan olabilmektedir.

İNANAN DEĞİL DÜŞÜNEN İNSAN

Felsefe insana dair doğru ve güzel bir dünya tasavvur ederken yolu benzer kaygıları taşıyan sanatla kesişir. Felsefe ve sanatın insan düşüncesine en büyük katkılarının başında soyut düşünebilme ve biçimin gizlediği özü kavrayabilme yetisini kazandırmaları gelir. Her iki alan da insanın zahiri olanın batıni anlamını kavrayabilmek için icat ettiği önemli iki araçtır. Kavrama süreci insanın deneyimlerinden elde ettiği birikimleri kavramsallaştırması yani zihninde oluşan imgelere dönüştürmesi yoluyla gerçekleşir. Felsefe görüneni kavramsallaştırırken, sanat kavramsal olanı imgelere dönüştürür. Sanatı çözümleyebilmek, algılayabilmek için felsefi bakış, felsefe yapabilmek için ise sanatsal içgörü şarttır. 
Sanatçı bir eylem insanı olarak bireysel davranıyor gibi görünse de merkezinde eleştirel bakışın yer aldığı sanatıyla yaşamın dayattıklarına karşı bir direniş modeli sunar. Kaçınılmaz bir çatışmanın sonucunda ortaya çıkan sanat felsefeyle bu kez de itiraz ve değişim talebi kavşağında buluşur. Felsefe kendisini sürekli sanata bakarak inşa ederken, sanat da felsefenin açtığı yoldan sızan pınarlarla beslenir. İkisi birlikte insanın hamurunu yoğururlar.
Bir insanı güruh, ya da güncel tabiriyle cemaat içinde bir mahlûk olmaktan ayıran çizgi yaşama felsefik bir pencereden baktığı noktada başlar. Cemaatlerin de bir ‘felsefesi’ olduğunu iddia edenlerin göz ardı etmemizi istediği gerçek, felsefenin öznesinin inanan değil düşünen ve farkında olan insan olduğudur. İnanan insan yaratmanın peşindeki felsefik akımlar dogmatik oldukları kadar statiktir de. Örneğin, bir topluluk olarak ortak çıkarları bulunan emekçileri güruhtan ayıran hat doğrudan felsefeden gelen sınıf bilincidir. İşçilerin toplu olarak yaşam koşullarını değiştirmek için harekete geçebilmesi, her işçinin öncelikle yaşamak zorunda bırakıldığı şartların nedenlerinin farkına varabilmesi, yani tek tek sınıf bilinci kazanmış olması ile mümkündür. 

FELSEFE VE İTİRAZ

Düşünmeye başlayan insanla ortaya çıkan felsefenin, iktidarın güdümünde ‘düşünme’den ‘inanma’ya, ‘bilinç’ten ‘güdü’ye (geriye doğru) evirilmesi özünü yitirmesi anlamına gelir. Önyargılarla beslenmiş, meraktan yoksun insanın gerçeği kavramak, yaşamı sorgulamak, itiraz etmek ve gerektiğinde değiştirmeye cesaret etmek gibi bir kaygısı olmayacak, kendisine sunulan ‘ilahi gerçek’le idare edecektir. Dayatılmaya çalışılan felsefenin bu insansızlaşmış hali, gerçekte insanın etkin bir varlık olarak ortadan kaldırılması demektir.
İnsanın bu dünyada, öleceğini bile bile onurlu ve anlamlı bir yaşam sürebilmesinin temel şartı gerçeği tartışarak, sorgulayarak, eleştirel düşünerek arayabilmesidir. Toplumdaki bireylerin maddi, zihinsel ve ruhsal gelişimi, temel insani haklara sahip olabilmesi meselelerin tartışılabilir olmasıyla doğrudan ilintilidir. Ancak tartışabilen toplumlarda insanlar kendileriyle ilgili kararları özgür iradeleriyle alabilir ve uygulayabilirler. Muktedir olanın seçimlerimize müdahale ettiği, kararlarını sorgulayanların sesini kıstığı, kendisinden olmayanlara topyekûn savaş ilan ettiği ve üstelik bütün bunları bizim iyiliğimiz için yaptığını iddia ettiği bir ülkede amaç açıkça insanın bitirilmesidir. Felsefe bütün bunlara itiraz etmemizi, direnmemizi sağlayacak düşünceyi üretmek için vardır.
Bize de felsefenin yaşamdan silinmesine direnmek düşüyor çünkü felsefe yoksa biz de yokuz. 

ÖNCEKİ HABER

Kendini yapan insan

SONRAKİ HABER

Çağımızın Antigone’si

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa