21 Kasım 2016 00:56

OHAL’in açık ve uzun eli

Şimdi kaybedenden (Cemaatten) başlayan fakat onunla sınırlı olmayan bir el koyma süreciyle karşı karşıyayız. O elin nereye uzandığına bakacağız.

Paylaş

SUNU: ‘FETÖ’ ile sınırlı olmayan bir el koyma süreci

15 temmuz darbe girişimi sonrası uygulanan OHAL koşullarında ortalık toz duman. Yaşadığımız toz duman arasında parça parça hissedebildiğimiz... Kısım kısım görebildiğimiz gerçekler var. 

Parçaları, kısımları birleştirdiğimizde karşımıza OHAL’in ekonomi politiği çıkıyor. İşimizi, ekmeğimizi, geleceğimizi, yaşam alanımızı doğrudan ilgilendiren bir bütünlük. Bu bütünlük bu denli yaşamımıza dokunmasına rağmen... ‘Vatan elden gidiyor’.. ‘Devleti çetelerden temizleyeceğiz’.. ‘Yeni Türkiye’yi inşa edeceğiz’.. ‘Ülke sınırlarımıza hapsolmayacağız”.. Benzeri iri iri siyasi söylemlerle bulanıklaştırılıyor.

Yazı boyunca bulanıklaştırılanı netleştirmeye çalışacağız. Lakin önce 15 Temmuz’u anlamakta fayda var. Çünkü onu anlamak dürbün işlevi görecek. OHAL’in ekonomi politiğine bakmayı kolaylaştıracak bir dürbün! 

15 Temmuz yani tanık olduğumuz darbe girişimi... Egemen sınıf bileşenleri, iktidar ortakları arasında kavganın bir sonucuydu. Devlet aygıtlarını (Polis, asker, yargı vs.) kim kontrol edecek? Devlet olanakları sayesinde kaynaklar hangi sermaye grubuna aktarılacak? Bu sorulara cevap arayan bir kavganın ürünüydü.  

Vitrininde siyasetin temelinde ise ekonominin olduğu bir kavga. Tıpkı daha önce şeriat-laiklik mücadelesi çekişmesi gibi yansıtılan çatışmalarda olduğu gibi. 

Geçmişteki kavgalar nasıl ki... Geleneksel egemen güç (TÜSİAD-Asker sivil bürokrasi) ile gelişen sermaye ve devletteki temsilcileri arasındaki çatışmanın bir ürünü idiyse... Bugün tanık olduğumuz ve bir süredir birikerek (MİT krizi, 17-25 Aralık vs.) gelen kavga da aynı içerikte. Yani holdingleşmiş bir cemaat ile ortağı arasındaki iktidar kavgasının ürünü.

Şimdi kavganın kaybedeninden (Cemaatten) başlayan fakat onunla sınırlı olmayan bir el koyma süreciyle karşı karşıyayız. O elin nereye uzandığına bakacağız.


FETHULLAH'IN SERVETİNDEN BİZİM CEBİMİZDEN, YAŞAMIMIZDAN

Bülent FALAKAOĞLU

Herkes hemfikir! Darbe girişimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok istediği başkanlık için de... Sistem değişikliği için de iktidara büyük bir fırsat sundu. 

Biliyoruz ki sistem değişikliği sadece siyasal nitelikli bir müdahale değil. Bu süreç aynı zamanda da... Sermaye birikim olanaklarının, sistem değişikliği yapmak isteyen gücün etrafındakilere aktarılmasıdır. Bir el değiştirme sürecidir yani!  

AKP ile Cemaat arasında yollar daha önce ayrılsa da, ekonomik kaynaklardan ortak beslenme işi devam etti. Cemaatin önemli kaynaklarından dershaneleri kapatma... Topladığı bağışlarla Cemaat sermayesine önemli katkı yapan ‘Kimse Yok Mu Derneği’ne operasyon... Ve benzeri müdahaleler, Cemaat’e darbe vursa da, beslenme damarlarını kesemedi. Nitekim Erdoğan 2014 yılında yaptığı bir konuşmada AKP’li belediye başkanlarına şöyle sesleniyordu: “Ben belediye başkanlarımdan artık bunu istiyorum; bunlara verilmiş ne kadar yer varsa, ne kadar bina varsa bunların hepsini hukuk içerisinde, demokrasi içerisinde tek tek geri alsınlar. Tek tek...” 

İşte bu talep 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL ve KHK’ler sayesinde mümkün oldu.

OPERASYON 500 ŞİRKET 1000 OKULLA BAŞLADI

Liberal ekonominin “piyasanın gizli eli” tezine tezat “OHAL’in açık ve uzun eli” kuralı işliyor. Cemaatle ilişkili olduğu iddia edilen şirketlere önce kayyım atandı ardından şirketler, TMSF’ye (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) devredildi. Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin verdiği bilgiye göre TMSF’ye devredilen şirket sayısı 527. Bu şirketlerden 271’i 30 gruba ait.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın açıkladığı son verilere göre 62 bin gayrimenkule el konulmuş. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında FETÖ ile bağlantılı olduğu gerekçesi ile kapatılan eğitim kurumu sayısı ise yaklaşık bin 100. Bunların 15’i üniversite.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, ‘FETÖ operasyonu’ kapsamında kurs, yurt, okul gibi kuruluşlara ait taşınmazlar ile vakıf, dernek ve şirketlerin tapularına el koydu. El konulanlardan sadece İstanbul Büyükçekmece’de bulunan Fatih Üniversitesi arsasının değeri (Çevre Bakanlığının açıkladığı rakama göre) 1 milyar 250 milyon liranın üzerinde. Tamamı büyük bir servet ediyor. 

“Özel mülkiyet hakkı” falan denilmeden mallar adeta yağmalanıyor. Savcılıklardan banka genel müdürlerine gelen “Şu şu numaralı, şu kilere ait hesaplara el koyun!” talimatlarına derhal uyuluyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin verdiği bilgilere göre el konulan taşınamaz malların değeri toplamı 15 milyar lira. El konulan paralar, hesaplardaki tutar henüz bilinmiyor.

YANDAŞ SERMAYEYE DE BİR LÜTUF

AKP etrafındaki sermaye için de ‘15 Temmuz’ bir ‘lütuf oldu’ denebilir. Yeni sömürge alanları inşa edemedikleri, pazarlarının daraldığı bir ortamda mevcut pastadan büyük bir pay alacaklar. AKP iktidarı döneminde TMSF’deki varlıkların, “fiyatı düşür, yandaşa sat, yargının iptal kararlarını uygulama” yöntemleriyle elden çıkarıldığı herkesin malumu.

AKP iktidarı döneminde TMSF’nin elindeki Boğazköy’deki 55 bin metrekarelik Erol Aksoy arsasının... Birçok gazete ve televizyonun. BMC Otomotiv Fabrikasının.  TMSF’nin elindeki daha nice şirketin veriliş biçimi ve yeni sahiplerine bakınca şu tespiti yapmak kolaylaşıyor: 

Şimdikiler de ‘yandaşa verilecek!

El koymaların ardından gelecek adım ‘cemaat’ sermayesinin AKP’nin etrafındaki sermaye gruplarına aktarılması olacak. Tarihsel süreç ve biçimi çok farklı olmakla birlikte, nasıl ki 1942 tarihli Varlık Vergisi uygulamasıyla gayrimüslimlerin birikimlerine sistemli bir şekilde el konulup Müslüman Türk kapitalistlere aktarıldıysa... Hitler Almanyası’nda, Yahudilerin sermayesine nasıl el konulup birilerine teslim edildiyse... Öylesi bir aktarım yaşanacak.

Evet bunlar yaşanıyor, yaşanacak. Ne var ki, OHAL sadece FETÖ’nün mallarına ve servetine el konulduğu bir uygulama değil. Cemaat sermayesinin el değiştirdiği bugünlerde görüyoruz ki o el başka yerlere de uzanıyor.


BİRİLERİNE VARLIK BİRİLERİNE YOKLUK

Cemaat sermayesi el değiştirecek lakin peşi sıra el koymanın kapsamı genişleyecek, yayılacak. Meclisten geçirilen yasa ‘80’inci madde’, Varlık Fonu gibi yasalar bu işlerin önünü açıyor. 

‘80’inci maddeye göre bir yatırım projesi ‘stratejik proje’ kapsamına alınırsa hukuk devre dışı bırakılacak. Stratejik kabul edilen projeler denetimden uzak tutulacak. İzin, tahsis ve ruhsat yetkisi Bakanlar Kurulu’nda olacak.

Artık Bakanlık yargının iptal ettiği projeleri hayata geçirmek için yargı kararların arkasından dolanmak zorunda kalmayacak. “Bu proje için çevre etki değerlendirme raporu gerekli değildir” gibi cinlikler yapma gereği duymayacak. Yandaş bilirkişi raporlarına ihtiyaç duymayacak. Sırf beğenmediği kararı verdiği için mahkeme heyetlerini sürgünü gönderme hinliği peşinde koşmayacak. 80. Madde ile artık hukuk yok hükmünde olacak.

Bunun ne anlama geldiğini tartışmadan önce... 80. Madde ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla birlikte yasalaştırılan Varlık Fonu Kurulması kararına bakalım.

“Türkiye’nin ekonomisini güvenceye alacak”.. “Türkiye’nin iktisadi olarak dizlerinin üzerine çökmesini isteyenlere (emperyalistlere) barikat olacak” diye sunulan Varlık Fonu’nun kendisi başlı başına bir kaynak aktarma aracı.

Birçok yasa ve vergiden muaf tutulacak Varlık Fonu ile Kanal İstanbul, 3. köprü, nükleer santral gibi büyük ‘altyapı projeleri’ne finansman sağlanacak. Fonun iki önemli gelir kaynağı  özelleştirme gelirleri ve işsizlik fonu olacak. Resmi rakamlara göre 3.5 milyon kişinin işsiz olduğu Türkiye’de işsize aktarılmayan kaynak sermayenin yatırımlarına aktarılacak. İşsizlik fonunda biriken 100 milyar lira nicedir birilerinin iştahını kabartıyordu nitekim! Özelleştirme gelirleri de bütçeye gitmek yerine fona gidecek. Yani kamunun malı satılacak geliri kamuya değil özel sektöre aktarılmak üzere fona devredilecek. Kaynak vatandaşın cebi, işsizin fonu, kentin rantı olacak!

Artık OHAL ortamında aktarım yapmak çok kolay. İtiraz etmek ise ancak vatan hainliği göze alınarak yapılabilecek zor bir iş!


OHAL CEBİMİZİ YAKIYOR


 

BİR ekonominin büyümesi dışarıdan gelecek paraya bağlıysa... Ekonomi kredi bolluğunu ancak dış alemden gelecek finansmanla sağlayabiliyorsa... Dışa açık böyle bir ekonomide basit bir kural işler: Politik alanda kurum ve kuralların çökerse bu ekonomiye yansır.

OHAL rejimi altında iktidarın piyasa kurullarını hiçe saydığı, devlet kurumlarını keyfe keder çalıştırdığı çok açık. Doğal olarak bu durum ekonomiye yani vatandaşa yansıyor.

İktidar çeşitli bahanelerle anayasal güçler ayrılığını ve demokratik temelleri hiçe saydıkça bunun ekonomiye yansımasının olmayacağını beklemek büyük bir yanılgı olur. Piyasalar, sermayedarlar demokrat olduğu için değil elbet. Çıkarları gereği güven duymadıkları ortamdan kaçacakları için.  

İşte o kaçışın, işçiye, emekçiye, esnafa, işsize yansıması oluyor. Örneğin döviz kuru yükseliyor. Faizler artıyor. Enflasyon yükseliyor. Belirsizlik artıkça, şirketlerin borç alacak ilişkisi tıkanıyor vs.  

Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke olmaktan çıkartan notları hükümetin keyfi icraatları sonrasında geldi. Hükümetin kredin notlarının düşürülmesine, “Darbeyle çökertemediler, ülkemize ekonomik saldırıyorlar” şeklinde yaklaşması bazı ülke gerçekleriyle birlikte kendi sorumluluğunu gizleme çabasından başka bir şey değil. 

Dış etkenlerin yanı sıra hükümetin ‘Başkanlık sistemi’ ve ‘anayasa değişikliği’ dayatmaları  adeta benzin döktü. Döviz kurları tarihi rekorlar kırdı. “Piyasalar alev alev” başlığıyla duyurulan gelişmeler aslında emekçi kesimleri yakıyor. Dolar 3.40 TL’yi gördü. Bu demektir ki 2 ayda yüzde 15 fakirleştik. 

Döviz kurlarındaki yükseliş sadece yoksullaştırmıyor. Dolar kurundaki yüzde 5’lik artış, enflasyonu yarım puan kadar yükseltiyor. Dolar kuru yükseldikçe doğal gazdan  giyime, gıda ürünlerinden kırtasiye malzemelerine her şey pahalılaşıyor. 

Dolardaki her 1 kuruşluk artış, Türkiye’nin toplam dış borç yükünü TL karşılığı olarak 4 milyar lira büyütüyor. Hem borcu hem girdi maliyetleri artan şirketler bunu çalışanlarına fatura ediyor.

Yarın: El koymanın ezasını halkın yüzde 80’i yaşayacak

ÖNCEKİ HABER

Fenerbahçe Kadıköy'de yine galip: 2-0

SONRAKİ HABER

Pür bir diktatörlük bu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa