Evrensel için yeni bir dönem
27 Kasım 2016 05:00
/
Güncelleme: 05:23

İhsan Raif Hanım, şikâyet edin!

Ayşegül TÖZEREN

Edip Cansever’in dizelerinin içinde yaşar gibiyiz:

“Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket”

Ahmet Türk gibi siyaset bilgelerinin tutuklandığı, ancak 12-15 yaşlarındaki kız çocuklarına yönelik cinsel istismarın “evlilik” kisvesi altında hoş görülmek ve hoş gösterilmek istendiği, en koyu ahlakçı görünenlerin ahlak yoksunu olduklarını bir kez daha deneyimlediğimiz günlerin içinden geçiyoruz.

Bu günlerde Mehmet Öklü’nün kaleme aldığı “Kimseye Etmem Şikâyet” adlı şarkının sözlerinin sahibi İhsan Raif Hanım’ın hayat hikâyesi bir kez daha gündeme geldi ve trajik hikâye okuyanları kalbinden yaraladı.

İhsan Raif Hanım, Osmanlı’nın elit ailelerinden birine mensuptur. 13 yaşlarında oyun oynarken, bir erkeğin odasına girip, onu kaçırmaya çalışmasının ardından, “adının kirlendiği gerekçesiyle” o erkekle evlendirilerek, İstanbul’dan İzmir’e yollanır.

İhsan Raif Hanım, çocuk ruhunun yaşadığı sürgünü sözlere döker:

“Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime

Titrerim mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikbalime

Perde-i zulmet (karanlık perdesi) çekilmiş korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...”

1890’lı yıllarda yaşanan bir dramı anlatan şarkı sözlerinin, 126 yıl sonra, bu süre zarfında kadınların hak mücadelelerine, bu mücadelelerde edindikleri kazanımlara, laikliğin Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kurucu ilkeler arasında sayılmasına rağmen karşılık bulması, belki de en acı olan… Yüzü Ortaçağ’a bakan tartışmalara geri dönüyor oluşumuz…

Bir yandan, teklif dahi edilememesi gereken konulardan biri olan kız çocuklarının tecavüzcü erkekle evlendirilmesi meclis komisyonlarının gündemine dahi alınabilirken, diğer yandan kız ve erkek çocuklarına yönelik cinsel taciz ve saldırılarınsa üstü kapatılmak isteniyor. Karaman’daki erkek çocuklarına yönelik cinsel istismar olayıyla ilgili tartışmalar daha çok tazeyken, Adıyaman’daki 74 çocuğa taciz iddiasına yönelik dosya “devlet sırrı gibi” saklanıyor.

Yaşamın edebiyattan her zaman birkaç adım önde olduğunu bilen yazarlardan Özcan Karabulut, “Amida, Eğer Sana Gelemezsem” romanında, roman kadar çok konuşulan bir hikâye anlatmıştı. Çocuk işçi Uğur’un “Üç Pantolon” hikâyesini… Şöyle başlar:

“Bi de amcalar…”

“Amcalar ne?”

“Amcalar pislik yapıyorlar.”

“Pislik mi? Ne söylüyorsun sen?”

“Pislik…” diyor Uğur, pantolonunu gösteriyor. “Amcalar pislik yapıyorlar.”

Yerinden kalkıp küçük adımlarla çocuğun yanına gidiyor Arat, “Amcalar pislik mi yapıyor?” diye soruyor, sorusunu şaşkınlıkla yinelediğinin farkında değil. Pantolonun fermuarını açıyor Uğur. Fermuarın açıldığı yerden bir pantolon görünüyor. İkinci fermuarı da açınca bir pantolon daha. Üst üste giyilmiş üç pantolon! Bir çocuk üç pantolon birden niye giyer? Bu çocuk ne diyor, ne yapıyor böyle?

Çocuğun kir içindeki yüzüne, kara gözlerine bakakalıyor, çocuklara bunu yapabilecek amcaların olduğuna inanamıyor. Yeryüzünde neler oluyor böyle? Yok, hayır, Arat cinsel istismarı kuramsal olarak ne kadar bilse de, bir çocuğa pislik yapılmasını anlayamıyor, anlayamayacak. Böylesi hiç aklına gelmezdi, bir kitapta okuyor ya da bir filmde izliyor sanki. Amcaların pislik yaptığı bir erkek çocukla konuşmak, Ulu Cami önünde şiir matinesi izlemeye hiç mi hiç benzemiyor. Çocuk işçiliğinin, acımasız bir dünyanın içeriden keşfi! Çocuk dünyası için sert olan kendisi için de sert, çok sert. Altüst oluyor, aynı anda hem tiksiniyor, hem acı duyuyor. Ulumak, çakallar gibi ulumak istiyor.”

Romanda, ana karakter Arat, Uğur’a ne kadar ulaşmak istese de ulaşamaz, çocuk istismarı nasıl ülkenin sözcüklerin tam anlamıyla “kanayan bir yarası” ve gerçeği ise, romanında merkezinde de anıt gibi yükselir.

Karaman’daki çocuklar, Adıyaman’daki çocuklar, Uğur’lar, dini nikâh kisvesi altında her gün cinsel saldırıya maruz bırakılan adını bilmediğimiz çocuklar varken, olanlara sustuğumuz takdirde nasıl bağışlarız birbirimizi?

Evrensel'i Takip Et