27 Kasım 2016 04:24
/
Güncelleme: 05:21

Ercüment AKDENİZ

AB ile iplerin kopma noktasına geldiği, üstüne üstelik müzakelerin dondurulması için AP’de yüksek oyla tavsiye kararının alındığı bir dönemde acaba Türkiye’de bulunan 3 milyon “mülteci” ne olacak?

İşler böyle yürümeye devam eder de tansiyon düşmezse; AB ile Türkiye arasında imzalanan “geri kabul antlaşması” işe yaramaz bir müsvette haline gelecek, vaziyet şimdilik böyle görünüyor. 

Mültecileri çirkin, insanlık dışı pazarlıkların konusu yapan Geri Kabul Anlaşmasını başından beri eleştirdik, eleştirmeye de devam edeceğiz. Ve fakat bu verili anda; ister Türkiye eliyle olsun, ister AB eliyle olsun, isterse de karşılıklı olarak anlaşılıp bu utanç belgesi yırtılsın, sonuç farketmiyor. Çünkü taraflardan biri, tıpkı bir istila gücü olarak gördüğü mültecileri Avrupa’nın üzerine salmakla tehdit ediyor; bir diğeri de olası göç dalgalarını kale duvarlarını yükselterek karşılamaya hazırlanıyor. Her iki durumda da söylemek gerekir ki; ufukta mültecilere daha çok tabut görünüyor! “Geri kabul” bedeli olarak Türkiye’ye tahahhüt edilen paranın, bu kez doğrudan ülkelerine dönmeyi kabul eden mültecilere verilmesi de kanımca bu durumu değiştirmeyecek.

Hem “geri kabul”ü, hem de AB aday üyeliğini referanduma götürmekle karşı tarafa parmak sallayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerilimi öyle bir yere vardırdı ki; yıllarca Ensarlıkla övündüğü “misafir”leri için aşağıdaki sözleri söylemekten geri durmadı: 

“... Kapıkule'ye 50 bin mülteci dayandığı zaman feryat ettiniz, 'Acaba Türkiye sınır kapılarını açarsa ne yaparız' demeye başladınız. Bana bak, eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz. Öyle kurusıkı tehditlerden ne ben anlarım ne bu millet anlar, bunu da bilesiniz”

SOCİETAL SECURİTY

Savaş, göç  ve mülteciler sözkonusu olduğunda iktidarı elinde tutan bugünkü güçler nedense hemen “güvenlik” şemsiyesi altına saklanıyorlar. Hemen hemen bütün taraflar için durum böyle. Daha önce de yazmıştım, yeri gelmişken bir kez daha hatırlatmakta fayda var:

Barry Buzan, Ole Weaver ve Jaap de Wilde... Bu üç isim güvenlik politikalarında Kopenhag Kriterleri’nin öncüleriydi. Söyledikleri şey özetle şuydu: “Avrupa, bundan böyle egemenliği merkeze alan milli güvenlikle yetinmeyecek, kimliği ve toplumun devamını merkeze alan bir güvenlik politikasına sahip olacaktı.” Societal security denen bu güvenlik anlayışı için şüphe yok ki en dikkat çekici tehdit göçlerdi!

Bu nedenledir ki Birlik Avrupası’nın son dönem göçmenlere karşı uyguladığı tedbirler bir hayal kırıklığı olarak ele alınmamalı. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bunun ideolojik temelleri taa 1990’lı yıllarda Buzan, Weaver ve Wilde tarafından atılmıştı. “Güvenliği tehdit eden” göçlerin hikmetini keşfeden Türkiye hükümeti de bu kozu kullanmaktan çekinmedi.  

Bugün yaşanan restleşmeler ise diplomatik cilayı dökerek gerçeklerin herkes tarafından biraz daha net görülmesini sağlıyor, hepsi o kadar.

YENİ GÜVENLİK KONSEPTİ

Mülteciler ve güvenlik bağlamının Türkiye açısından bir de doğu ayağı var. Burada öne sürülen söylem AB’den daha ziyade ABD’ye yakın. Nitekim iktidar sözcülerinin son dönemde dile getirdikleri “Yeni Güvenlik Konsepti” akıllara daha çok Bush’un “önleyici savaş doktrini”ni getiriyor.

AKP-Erdoğan iktidarı diyor ki;

“Yeni Güvenlik Konseptinde önceliklerimiz vardır ve bu öncelikler sadece bizim topraklarımızla sınırlı değildir. Terörizmin sınır aşan özelliği nedeniyle Irak ve Suriye’deki operasyonlar bu nedenledir. Sorunun kapımıza dayanmasını ve canımızı yanmasını beklemeyeceğiz...”

Bunun mültecilerle ne ilgisi var demeyin. Çünkü bu tezin ardından hemen şu ifadeler geliyor:

“Askeri destekli dış politika devreye girecek; Irak ve Suriye’de mezhep çatışmalarının önüne geçmek için herşey yapılacaktır. Bu Türkiye’deki vatandaşların da can güvenliği içindir.”

Bütün bu tabloya, bölgedeki demografik oynamaları gerekçe göstererek müdahale talebini de eklediğimizde şunu görüyoruz: göç ve mülteciler olgusu, “yeni güvenlik konsepti” ismiyle harlanan savaşın önemli bir aracı haline geliyor/getiriliyor.

“Misak-ı Milli kazanımlarına geri dönme” ve “Lozan tartışılmaz kutsal bir metin değildir” söylemleri sınırlar aşan operasyon ve müdahalaler için zemin hazırlarken ufukta yeni  ve öncekinden daha büyük  göç dalgaları beliriyor.   

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et