Erkek egemenliği ve tecavüz
Sibel Hürtaş, erkek egemen toplumda ‘tecavüz’ün kavramsal ve tarihsel seyrini kaleme aldı.

Sibel HÜRTAŞ
Adem’le Havva arasındaki elma hikayesine inanmayanların çoğunluğunu biz kadınlar oluşturuyoruz. Zira bu hikayeye inanmak aynı zamanda kadının şeytanlaştırılmasına destek olmaktı. Kadınların bu hikayeden daha fazla inanacakları başka bir hikaye anlatıyor bize Susan Brownmiller, Cinsel Zorbalık kitabında. Ona göre ilk insanlarda, erkek anatomisi gereği vahşi bir avcı, kadın ise onun doğal avıydı. Ve erkeğin kadına sahip olmasının tek yolu tecavüzden geçiyordu.
Brownmiller, erkeğin kazandığı ilk gerçek temel mülkiyet nesnesinin kadın olduğuna dikkat çekiyor. Hikayenin sonrasına bakılırsa, erkek egemen sisteminin tüm kurumları da bu mülk ilişkisinin sağlamlaştırılmasından ve devamından geçiyor.
İlk uygarlıklar olan eski Babil ve Musa şeriat kuralları ve yaşam tarzı bize kölelik ve özel mülkiyet olarak kadının ele geçirilişinin yazılı kurallara dayandığını gösteriyor. Bu uygarlıklarda savaşta kadının ırzına geçmek serbest bırakılıyor, şehir içinde ise kadına sahip olmanın yolu babaya başlık parası vermekten geçiyordu. Burada kadına sahip olmanın şartları tecavüzden erkekler arasındaki bir alışverişe dönüştürülüyordu.
Tecavüzün kötü bir şey olduğu ancak feodal dönemlerde, kadının bir erkeğin mülkiyetine geçmesiyle tanımlanmıştı. Burada ise bahsi geçen kötülük, kadının sahibi erkeğe karşı işlenilmiş sayılıyordu. Mesela Asur döneminde kısasa kısas yasasına göre, ırzına geçilen kızın babasına karşı tarafın karısının ırzına geçme hakkı veriliyordu. Hammurabi yasalarına göre evli bir kadının ırzına geçilirse kurbanla ırzına geçilen kadın ayakları birbirine bağlanıp birlikte ırmağa atılıyordu. Kadının kocası isterse onu nehirden kurtarabilirdi. İncil’de geçen Dinah’ın öyküsünde ise Yakub, bakire kızı Dinah’a tecavüz eden kabileden intikamını, o kabilenin kadınları üzerinden alıyor:
“Yakub, tecavüzcünün Dinah’la evlenmesini ancak onun ve tüm kabilesinin sünnet olma şartına bağlıyor. Kabile bunu kabul ediyor. Ağır operasyonun üçüncü gününde erkekler güçten düştüğü sırada Yakub, kabilenin tüm erkeklerini öldürüp, kadınlarını da köle ve cariye olarak alıyor.”
İncil’deki bu ve benzeri anlatımlar uzun süre Amerika’daki köle sahiplerince dinsel bir gerekçe olarak öne sürüldü. Benzer ifadeler İslam’da da vardır. Osmanlı’da işgal edilen yerlerdeki kadınların ırzına geçilmesi, köle veya cariye edilmesine yönelik fermanlardan bahsedilir. Bugün IŞID, hemen sınırdaki Ezidi kadınlara yönelik tecavüz ve saldırı girişimlerini de buna dayandırır. Tüm dinler tecavüz yoluyla kadınları kendi dinlerine geçirdiklerine ilişkin hurafelerle doludur ve bu Haçlı Seferleri’nde de Osmanlı Seferleri’nde de kadınların toplu tecavüzlerine kapı açmıştır.
Siyasi savaşlarda da 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, Afganistan Savaşı, Amerika’nın Vietnam’ı işgali hatta yakın tarihe kadar Sırpların Bosna’ya girişi hep kadın tecavüzlerini beraberinde getirdi. Burada kadına sahip olma aynı zamanda bir yengi, tantanalı bir güç gösterisidir.
EVLİLİK İÇİ TECAVÜZ
Tecavüz tarihsel bir olgudur. Erkek egemen sistemler tarafından her zaman desteklenmiştir. Çünkü tecavüz, erkeğin kadına sahip olmasının geçerli yoludur ve kadın bundan ancak bir alışveriş nesnesi olarak baba, erkek kardeş, klan, devlet ya da din tarafından korunur. Bu haliyle erkek egemen sistemin en önemli anahtarıdır. Sahipsiz kadın terimleri ya da “Sinek kadar kocam olsun başımda bulunsun” gibi veciz sözler de hep bu sistemin geçerli terimleri olarak kullanılır.
”Evlilik kurumunun en eski biçimi kadının erkek tarafından kaçırılıp ırzına geçmesiyle kurumsallaşmış görünüyor” diyor Susan Brownmiller. Peki evlilik, kadını bahsi geçen tecavüzden kurtarır mı? Cinsel şiddet üzerine 1990 yılında İsviçre’de bir araştırma yapan Alberto Godenzi, ‘Cinsel Şiddet’ kitabında evlilik süreci boyunca kadın üzerindeki güç gösterisinin tecavüz yoluyla nasıl sürdürüldüğünü anlatıyor. Şiddet itirafları için bir telefon hattı kuran Godenzi’yi arayan erkekler, karılarına neden tecavüz ettiklerini anlatırken, hep bir güç gösterisinden bahsediyorlar. Godenzi’nin ekibine telefonla ulaşan bir erkek, “Benden boşanmak istiyordu. Ona zorla sahip olmak kırılan onurumu yerine getirmişti” diyor.
Cinsel şiddete uğramış kadınlar ise aynı şekilde ulaştıkları araştırmacılara başlarından geçeni anlatırken, yıllarca nasıl aşağılandıklarını söylüyorlardı. Bir kadın başına gelenleri şöyle anlatıyordu: “Sulh Ceza Mahkemesi hakimi şöyle diyordu: Evet hanımefendi, bir kere evlenmişsiniz! Bu işin kuralı bu.”
Tecavüz ve evlilik kurumunun kısa tarihi, erkek egemen sistemin tüm unsurlarının tecavüz mekanizmasını neden kötü bir suç aşağılayıcı bir hareket olarak görmeme eğilimi konusunda yeterince fikir veriyor. Evlilik, giderek kadın için dışarıdaki tecavüz alanından korunma yolu olarak gösterilirken, diğer yandan erkeğe meşru bir cinsel şiddet alanı sağlıyor.
Erkek egemen sistemin tüm unsurları, tecavüz olgusunu daha da yumuşatmak için hemen her gün farklı gerekçeler üretiyor. Örneğin İbrani klanları, şehir içinde tecavüze uğramış bir kadını suçlu buluyordu. Çünkü onlara göre kadın bağırsaydı kurtulabilirdi, bu yüzden tarlada tecavüze uğramış kadınlar için farklı yasaları vardı. Bugün de kadının neden bağırmadığı ya da yardım istemediğinin tecavüz davalarının en fazla tartışılan konularından olması şaşırtıcı değil.
Erkek egemen sistem her zaman tecavüz konusunda yumuşatıcı, onu doğal gösteren bir çaba içindeydi. Psikanaliz uzmanlarının “Kadınların aslında tecavüzden hoşlandığı” yönündeki literatüre geçen analizlerinin, psikanalizden hiç de hoşlanmayan sistemler tarafından popüler yapılmasının başka bir açıklaması olamazdı zira.
“Eğer kadın yolda yürürken rüzgardan eteği açılırsa ve açılan eteğini kapamazsa. Biri de onu taciz ederse kadının bu davranışı tahriğe girer” der bir Türk Hukuk Profesörü. (Bahsi geçen haberi bir gazetede yazdığım için yargılandığımı da konuyla bağlantılı olduğu için belirteyim) Tecavüzü giyinişi ile kadının davet ettiği Türk hukuk sisteminin iş yoğunluğunun önemli bir bölümünü oluşturur. (Kahkahası da işin siyasi alanına giriyor, anımsatalım)
Tecavüzün aslında erkeklerin biyolojik bir zorunluluğundan öte geldiği gibi daha sayabileceğimiz o kadar konu var ki; bunların hepsi erkek egemen sistemin tecavüzü neredeyse hoş gösterecek çabalarını içerir.
KADIN DAYANIŞMASI
Tecavüzün tarihsel ve aile içindeki konumunu şöyle bir anımsadıktan sonra, kadını bir mülkiyet olarak gören ve kadın ile aileye dair tüm sistemini bunun üzerinden kuran anlayışın bir yansıması olarak AK Parti’nin, geçenlerde tecavüzcüsüyle evliliğe dair bir önerge vermesine de şaşmamak gerek. Önergeyi, “Kocaya ceza gelirse kadınlar hastanede doğuramaz, evlerinde doğurmak zorunda kalır” diye savunan doktorlar, kadınlar değil üremenin kutsallığının peşindedir onları da bir kenara atın. “Rızayla evliliğe ceza vermek istemiyoruz” diye Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu raporu hazırlayan hakimler ve savcılara diyecek bir şeyimiz yok, zira zaten onların hukuk anlayışı başka bir şeye el vermez. Belki burada dikkate alacağımız tek kesim, Çanakkale’de bu önergeye karşı eylem yapan kadınların arasına evlilik cüzdanları ve küçük bebeleriyle dalan genç güzel Roman kızları olacaktır.
Tecavüze, kadına sahip olmaya, kadını mülk gören anlayışa, cinsel şiddetin en meşru alanı olarak evlilik kurumunun giderek kutsallaştırılmasına karşı durmanın yolu, sadece kadın dayanışmasından geçecektir. Yeni yasalar, yeni toplumlar, yeni anlayışlar inşa etmenin, bu tarihsel düzeni yıkmanın tek yolu var: Kadın dayanışması.
Dayanışmayla…
Evrensel'i Takip Et