01 Aralık 2016 00:26

Neçirvan Barzani’nin ziyareti ne anlama geliyor?

Fehim Işık, Naif Bezwan ve Aydın Selcen; Neçirvan Barzani'nin ziyaretini değerlendirdi.

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul 

Irak Federal Kürdistan Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani geçtiğimiz hafta Ankara’ya ziyaret gerçekleştirerek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü.
HDP Eş Genel Başkanlarının, Belediye Eş Başkanlarının tutuklandığı, DBP’li belediyelere kayyımların atandığı bir dönemde yapılan ziyaret dikkat çekti. 

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, “Kürtlerin bağımsız bir devlet kurma zamanı” açıklamalarını yapmasının ve AKP Hükümetinin ise, 2 yıl süren ‘çözüm süreci’ni bitirmesinin ardından, Musul operasyonunun olduğu bir dönemde Neçirvan Barzani ziyaretini gerçekleştirdi. Bu gelişmeleri Gazeteci-Yazar Fehim Işık, Erbil Eski Başkonsolosu Aydın Selcen ve KHK kararıyla ihraç edilen Mardin Artuklu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Naif Bezwan gazetemize değerlendirdi. 

‘ZİYARETİN RUTİN OLDUĞUNU SÖYLEMEK GÜÇ’

Fehim Işık ziyarete ilişkin şu değerlendirmede bulundu: Ziyaret, taraflarca rutin bir ziyaret olarak açıklandı. Görüşmede Erbil-Ankara ilişkilerinin geliştirilmesi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Türkiye’de bir ofis açması, petrol ticareti, IŞİD’le mücadele ve diğer bölgesel güvenlik konularının gündeme geldiği yazıldı. Başbakan Barzani her ne kadar “Çözüm süreci Türkiye’nin iç meselesidir” dese de HDP’lilerin tutuklanması konusu başta olmak üzere çözüm sürecinin de gündeme geldiği açıklandı. Tüm bunları yan yana getirdiğimizde ziyaretin rutin olduğunu söylemek güç. Bölgedeki gelişmelerin yanı sıra Türkiye’nin sınıra büyük bir askeri sığınak yapması, Irak’ı da, Kürdistan Bölgesel Yönetimini de yakından ilgilendiriyor. Ani ziyaretin tüm bu konuları kapsadığını düşünüyorum. Ancak içeriğine ve sonuçlarına ilişkin somut bir şey söylemek mümkün değil. Bu hem tarafların iç içe geçen karşılıklı çıkarları, hem de tarafların ayrı dengeleri gözeterek hareket etmek zorunda kalmaları nedeniyle pek mümkün değil.

Barzani’nin ‘bağımsız Kürdistan’ söyleminin yeni olmadığını ifade eden Işık şunları aktardı: “O, hukuksal zemini bağımsızlık lehine değerlendirerek kabul gören bir Kürdistan’ı ilan etme hazırlığını uzun yıllardır sürdürüyor. Türkiye bu girişime İran gibi direkt olarak karşı çıkmadı. Kapalı kapılar ardında gerçekleşmemesi için elinden geleni yaparken, açıktan karşı çıkmayı tercih etmedi. Açık ki Türkiye’nin bu yaklaşımında Güney Kürdistan’ı, özellikle de KDP’yi karşısına almama eğilimi var. Kürt hareketini 4 parçada karşısına alan Türkiye kapalı kapılar ardında engelleyebileceğini düşündüğü bir eğilimi hedefe koymayı taktik olarak doğru bulmadı. Bu yaklaşımın, Türkiye’nin yeniden şiddet yanlısı güvenlikçi politikaya dönmesiyle de yakından ilgisi var. Kürt sorununun Türkiye’de de statü sorununa kilitlendiğini 28 Şubat Dolmabahçe Deklarasyonu’nda gördük. Müzakere başlayacak ve statü tartışılıp yaşama geçirilecekti. Bu sürece Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının, Rojava’nın özerk yönetiminin eklenmesi Türkiye’nin de, bölgedeki diğer devletlerin de istemediği bir durumdu. Bu üstesinden gelinecek bir durum mu? Bir diğer deyimle, Neçirvan Barzani’nin son Ankara ziyareti bu durumu değiştirecek bir sonuca yol açar mı? Kolay değil. Türkiye henüz emellerinden vazgeçmiş değil. Aksine, Kandil’e, Şengal’e operasyon düşünebilecek kadar da sığ ve gözü kara düşünmeye devam ediyor. Belki bu ziyaret, böylesi bir politikanın yanlışlarını, zararlarını anlatmak için yapılmıştır.

'BAĞIMSIZLIK YALNIZCA KDP’NİN İSTEMİ DEĞİL'

Bağımsızlık yalnızca KDP’nin veya Başkan Barzani’nin istemiymiş gibi bir algı var. Bu doğru değil. Güney Kürdistan’daki siyasi taraflar bağımsızlık konusunda birbirine taban tabana zıt bir noktada değiller. Ancak yol ve yöntem açısından farklılıkları var. Güney Kürdistan’daki siyasi partiler arasındaki uzlaşmazlığın bir nedeni de budur. Türkiye ve benzeri bölge devletleri Kürt siyasi partilerinin arasındaki mevcut çelişkilerden yararlanıyor. Aklı selim, önümüzdeki günlerde Kürt siyasi partilerinin bir araya gelip ortak bir programla yürümeleri gerektiğini söylüyor. Bunu yapabilirler mi? Bu konuda önemli ipuçları var. Hem Güney Kürdistanlı siyasi partiler, hem de diğer parçalardaki Kürt partileri bu ihtiyacı açıktan dillendiriyor. Bölge devletlerinin Kürt siyasi hareketleri üzerindeki basıncı aşılır ise bunun gerçekleşmesi zor değil.

IŞİD’e karşı yapılan Musul operasyonu Türkiye ile Irak arasındaki makası açarken, KDP ile Irak arasındaki makası da daralttı. Türkiye, KDP üzerinden Musul operasyonuna dahil olmak için süreci zorladı. Bunu da başaramadı. KDP, tüm dünyanın karşı olduğu bir gücün Musul operasyonuna dahil olmasının sorumluluğunu üstlenemezdi ve nihayetinde üstlenmedi. Bu süreç Türkiye’nin bir kırmızı çizgisinin daha güme gitmesini beraberinde getirdi. O, Şii milislerin operasyonunu kırmızı çizgi sayıp, savaş nedeni olarak değerlendireceğini söyledi. Oysa Haşdi Şabi başından beri operasyonun içindeydi ve nihayetinde Telafer operasyonuna resmen de katıldı. Hal böyle iken önümüzdeki günlerde durumu somutlaştıracak önemli etkenlerden biri hiç kuşku yok ki Türkiye’nin tutumu olacak. Türkiye; tükendiği aşikar, hamasi, şiddeti büyüten siyasetini sürdürmeye devam ederse, görünen o ki çarpacağı duvar sayısı giderek artacaktır.

‘ÖZEL BİR ANLAM ATFETMEK TARAFTARI DEĞİLİM’

Aydın Selcen şu ifadelerle değerlendirmede bulundu: Barzani ailesinin geleneksel siyaseti Türkiye’nin iç işlerine kesinlikle karışmamak üzerinedir. Ancak son dönemde özellikle IKB Başkanı Mesut Barzani kendinden katkı talep edilirse, elinden geleni yapacağını belirtmişti. Bu açıdan Erbil-Ankara ilişkileri, Türkiye’nin Kürt sorununun içinden geçtiği aşamaları pek yansıtmaz.   

Ankara’dan, IKB’nin bağımsızlığına destek verildiği yönünde bir açıklama yapılmadı. Buna karşılık, Ankara’nın zımni desteği yani sessiz kalması dahi IKB açısından hayati önemde. Mesut Barzani bağımsızlığın ABD başkanlık seçimleriyle eş zamanlı gündeme geleceğini söylemişti. Bu olmadı. Şimdi Musul’un IŞİD’den kurtarılmasında yine Erbil-Bağdat iş birliğinin öne çıktığını ve diyaloğun yeniden derinleştiğini görüyoruz.

Erbil ile Ankara arasında görüşme trafiği orada başkonsolosluğumuzu açtığımız 2010 yılından bu yana hep yoğun seyretti. Bu itibarla, söz konusu temaslara özel bir anlam atfetmek taraftarı değilim. Ancak, medyaya sızdırıldığı gibi 1990’lardan bu yana ayrı ayrı faal olan KDP ve KYB büroları birleştirilerek Ankara’da bir IKB resmi temsilciliği açılırsa, bu önemli bir gelişme olacaktır. 

'BARZANİ 5 YILDIR TAHRAN’I ZİYARET ETMEDİ'

IKB, Türkiye’nin iç işlerine karışmaktan sakındığı denli Ankara-Bağdat ilişkilerine de, talep edildiğinde kolaylaştırıcı rol oynamak dışında, methaldar olmaktan geri duruyor. Bölgesel bağlamdaysa, IKB Başkanı Mesut Barzani’nin yaklaşık beş yıldır Tahran’ı ziyaret etmediğinin de akılda tutulması gerekir düşüncesindeyim.

‘ÇATIŞMAZSIZLIK VE BARIŞ SÜRECİ GÜNEY İÇİN KİLİT BİR ÖNEME SAHİP’

Naif Bezwan’ın değerlendirmesi de şöyle:  Bu ziyaretin rutin bir diplomatik ziyaret olmadığı kesin. En başta Kuzey Kürdistan’da ana akım Kürt siyasal hareketini tümüyle ortadan kaldırmayı hedefleyen politikalar kirli bir savaş formunda devam etmektedir... Güney hükümeti, savaş ve şiddet politikalarının Türkiye ve Kürdistan’da yarattığı çok yönlü krizin kötü sonuçlarından en derinden etkileyen taraflardan biridir ve mevcut politikaların devamı halinde Erdoğan Türkiyesi ile yol almanın mümkün olmadığının bilincindedir. Dolayısıyla çatışmazsızlık ve barış sürecine dönülmesi Güney için kilit bir öneme sahiptir. Başbakan Neçirvan Barzani’nin, Türkiye ile olan iyi ilişkilerini kullanarak, Erdoğan ve Hükümetini buna ikna etmeye çalışan bir programla gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 
Güney Hükümeti ile Erdoğan iktidarının stratejik öncelikleri ve tercihlerinin farklılığıyla ilgili bir husustur bu.Türkiye ile Kürdistan arasında, Türkiye ile Güney Kürdistan arasında reel politik açıdan karşılıklı bir bağımlılığın söz konusu olduğu bir sır değil. Bu en başta coğrafyanın ve tarihin bir hükmüdür. Ancak jeopolitik mecburiyetlerden kaynaklanan bir ilişkiden karşılıklı bir dostluk, barış ve iş birliği çıkarmak Türkiye hükümetinin mevcut siyasetiyle mümkün değildir. Eğer Güney hükümeti Erdoğan iktidarının mevcut militarist politikaları yerine barış sürecinin yeniden başlatılması hususunda ikna etmezse karşılıklı bir nötrleştirme siyaseti dışında bir seçenek kalmaz. Başka bir deyişle, taraflardan gelebilecek olası güvenlik ve siyasi tehlikeleri bertaraf etmeyi esas alan hassas bir ilişki yönetimi baskın hale gelir. 
Erdoğan hükümeti savaş, yayılma ve baskı politikalarından vazgeçebilir. Zira mevcut güvenlikçi politikalar, Türkiye’nin toplumsal güvenliği, refahı, iç barışı ve uluslararası ilişkilerine en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Güney Kürdistan hükümeti ise bağımsızlık opsiyonundan vazgeçecek durumda değil. Ancak bunu Türkiye ile ortak bir siyasi ve stratejik vizyon çerçevesinde gerçekleştirme eğiliminde olduğu biliniyor. Ne var ki bu seçenek, Türkiye Kürdistan’ı olmadan ve hatta artık Rojava’sız gerçekleşme şansına sahip değildir. Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk, Fırat Anlı ve Gültan Kışanak gibi Kürt toplumunun seçilmiş ve seçkin siyasi önderlerini 1925’li yılların Takrir-i Sükun politikalarıyla içeri tıkayan, Salih Müslim’e karşı komik bir tutuklama emri çıkaran bir iktidarla Güney hükümeti hiç bir ortak gelecek tahayyül edecek durumda olamaz.  

ZİYARET KONJONKTÜRÜ ZIT YORUMLARA MÜSAİT

Türkiye’nin mevcut iç ve dış politikası bütün temel unsurlarıyla Kürdistan’ın ve Güney Kürdistan’ın aleyhinde sonuçlar yaratmaktadır. Batı’yla giderek gerilen ilişkiler, Irak politikası, Suriye’de yürütülen askeri müdahale ve nihayet Rojava ve Kuzey Kürdistan’da yürütülen savaş ve baskı siyaseti - Türkiye’de şu anda yürürlükte olan bu politikaların hiç biri Güney Kurdistan hükümetinin çıkarlarına ve stratejik tercihlerine hizmet etmemektedir. 
Güney Kürdistan hükümeti nihayetinde barış sürecine dönülmesini tek çıkar yol olarak görmektedir. Siyasal risk alma pahasına ilişkileri sürdürmenin bu sonuca ulaşmanın en iyi yolu olarak gördüğü anlaşılmaktadır. AKP hükümeti  ise ana-akım Kürt hareketini yok etme politikaları olanca vahşetiyle sürdürürken tümüyle anti-Kürt olmayan bir algı oluşturma önem kazanmaktadır. Bu anlamda Türkiye ve Güney Kürdistan arasında ilişkilerde tarafların pekala farkında olduğu kullanışlı bir yanlış anlama siyasetinden söz edilebilir.
Sonuç olarak, ziyaretin konjonktürü birbirine zıt yorumlara vesile olmaya müsaittir. Nihayet bu ziyaret, böl-yönet siyasetinin son halkalarından biri olarak mı tarihe geçecek, yoksa Türkiye’nin içine tam gaz yuvarlandığı çıkmaz sokakta bir son çıkış opsiyonu bulma girişimi mi olacak sorusu da önem kazanıyor. 
Erdoğan iktidarının ve Güney hükümetinin ihtiyaçlarının ve önceliklerinin birbirinden farklı olduğu kesin. Ancak kesin olan bir şey daha var: Birincisini geçersiz kılmadan, ikincisi mümkün olamaz..

ÖNCEKİ HABER

‘En halis dileklerimle Ahmet Hamdi...’

SONRAKİ HABER

Ordu tartışmasına Trump benzini

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa