Soma'dan Şirvan'a iş cinayetlerinde manzara aynı
Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan Şirvan izlenimlerini yazdı.
Zonguldak, Soma, Ermenek, Torunlar... göçük, patlama, yangın vb. sebepleri değişse bile sonucun iş cinayeti olmasının değişmediği yeni bir cinayet yerine giderken aklımızda çeşitli sorular mevcut. Kısıtlı da olsa çıkan haberlerden edindiğimiz bilgiler yine denetimsizlik, patronların ihmalleri, rant ve kâr arzusuyla riskleri dikkate almadan üretim ve göz göre göre gelen bir cinayet… Yani yeni bir işçi katliamı.
Maden bölgesine giderken engellemelerle karşılaşabileceğimizin de hesabını yapıyoruz. Ancak Şirvan ve Maden köyü girişlerinde yapılan kontrollerde hitaplardan anladığımız kadarıyla geleceğimizin bilgisi alınmış. Nitekim sonradan bize ulaşan Siirt Güvenlik Şube de geleceğimizin bilgisini teyit etmiş oldu. Ciner Grubu bünyesinde faaliyet yürüten Park Elektrik ya da Maden adıyla faaliyet yürüten şirketin talep ettiği askeri koruma için şirketin tesis temin etmesiyle görevlendirmelerin yapıldığı bilgisi veriliyor. Kayma sonrası arama kurtarma çalışmalarının takip edildiği ve çadırların kurulduğu bölgede askerin kalabalıklığı da bu bilgiyi teyit ediyor.
Şev kaymasının yaşandığı bölgeye yakın yere kurulan çadırlarda toprak altında kalan dört işçinin arama çalışmalarını, işçilerin aileleri ve yakınları büyük bir umutsuzlukla takip ediyor. Geçmiş olsun ve taziye dileklerimizi paylaştığımızda konu yine Soma’ya ve diğer iş cinayetlerine geliyor. Burada toprak altındaki işçilerin yakınlarından birinin “Denizi görüp çayda boğulan bir milletiz” benzetmesi bu cinayetlerdeki ihmale dikkat çekiyor. Bölgenin ekonomik ve toplumsal yapısı, siyasal koşullar çalışma düzeninde köleliği, dizginsiz bir sömürüyü artıran etken olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim Soma Katliamı’ndan kısa bir süre sonra Şırnak maden ocaklarında yaşanan göçüklerin ardından kamuoyu gündemine gelen çalışma koşulları hayli tepki çekmişti.
MTA’dan 2005 yılında Şirvan tesisini devralan Ciner- Park Şirketinin 2012’den itibaren açık madencilik olarak adlandırılan yöntemle yürüttüğü faaliyet bu cinayete zemin hazırlıyor. Yine başka bir işçi yakınının dikkat çektiği, işçi sağlığı ve güvenliği denetimcilerinin şirket bünyesinde olması, görevlendirmelerin şirketçe yapılmasının ve bu denetçilerin hak edişlerinin şirketlerce ödenmesinin mahsurları bir kez daha üzerinde durulması ve tartışmaya açılması gereken hususlardan biridir.
Siirt Barosunun da bir incelemesinin olduğu, bu incelemeye işveren vekillerinin de dahil olduğu yönünde bir bilgi alıyoruz konu üzerine konuştuğumuz bir yerel hukukçudan. Üstelik yaşanan şev kaymasını doğal afet kapsamında, heyelan olarak değerlendiren bir yaklaşımla müdahillik olacağının bilgisi de ekleniyor. Baroların taciz, tecavüz, iş cinayetleri gibi toplumu yakından ilgilendiren olaylar karşısında aldığı tutumun olumlu ya da olumsuz önemli sonuçları oluyor. Siirt Barosundan beklenen de her türlü koruma ve yasal zırha sahip şirketin yanında değil, hakları ve hayatları gasbedilen işçilerin yanında, gerçek adaletin gerektirdiği, vicdanın gerektirdiği tutumu almaktır.
Açılacak olan davanın doğal afet olarak sebeplendirilerek yaşanan iş cinayetinin, işçi katliamının gerçek nedenlerinin, sorumlularının üzerinin “fıtrat” örtüsüyle kapatılmasına izin vermemek için bütün emek ve demokrasi güçlerine görev düşüyor.
İşçi arkadaşlarını kaybetmiş, tesadüfen kayma anında orada olmayan belki bir kaç dakikayla kurtulmuş bir işçiyle sohbetimizde “Çalışmazsak işimizden, çalışırken canımızdan oluyoruz” ikilemi ve sıkıştırmasının üstesinden gelecek olan iradeyi Renault ve TOFAŞ işçileri KHK ve OHAL yasaklarına karşı beyan ettiler. “Yasaklar birliğin önünde duramaz” İşte mücadelenin ilerleyeceği yol budur.