Yeni düzen arayışı
Fransa'dan Almanya'ya Avrupa gündemini ve Stephen Hawking'in The Guardian’a yazdığı seçmen analizi yazısını sizler için derledik.
Bu hafta Ünlü Teorik Fizikçi Stephen Hawking The Guardian’a dünyanın gidişatının iyi olmadığını ve seçmenlerin neden düzen karşıtı kararlar verdiğini içeren bir yazı kaleme aldı. Hawking ekonomik eşitsizliğin azaldığı değil, gittikçe büyüdüğü bir dünyada yeni düzen arayışının hiç de şaşırtıcı olmadığını ve Brexit’in kararın düzene karşı verilmiş bir tepki olduğunu söylüyor. Kendisini de bir ‘elit’ olarak nitelendiren Hawking, çözümü ise sınıf uzlaşmasında arıyor. Fakat Hawking’in sunduğu tablo bu ihtimalin çok gerçekçi olmadığına işaret eder nitelikte.
FRANSA’DA SEÇİM TARTIŞMASI SÜRÜYOR
Fransa’da nisanda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri en temel gündemler olmaya devam ediyor. Merkez sağ parti Cumhuriyetçi Partinin adayının aşırı muhafazakar ve aşırı liberal bir programı savunan François Fillon’un olması bu tartışmaları daha da alevlendirdi. Ardından Cumhurbaşkanı François Hollande, solun çok bölünmüşlüğüne vurgu yaparak tekrar aday olmayacağını açıkladı ve bu sefer de hükümet cephesinden kimin aday olacağına dair tartışmalar canlandı. Bu hafta Fillon’un yakın çevresine dikkat çeken bir yazıyı çevirmeye karar verdik.
ALMANYA’DA İSTİHBARAT SIKINTISI
Almanya’nın iç istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Kurumunun bir çalışanının, radikal İslamcı olduğunun ortaya çıkması, yoğun tartışmalara yol açtı. Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi bunu trajikomik bir durum olarak değerlendirdi. Berliner Tagesspiegel ise “Anayasayı Koruma Kurumu bu tehlikeyi önlemek için başvurulan önlemlerin yeterli olup olmadığını sürekli gündemde tutmalı, tedbir almalıdır” dedi.
GEZEGENİMİZ İÇİN ÇOK TEHLİKELİ BİR DÖNEM
Stephen HAWKING
The Guardian
Cambridge’li bir teorik fizikçi olarak çok ayrıcalıklı bir hayat yaşadım. Cambridge olağan dışı bir şehir. Dünyanın en iyi üniversitelerinden birisinin tam ortasında yer alıyor. Bu şehrin içindeki bilimsel topluluk, benim de 20’li yaşlardan beri üyesi olduğum, çok ayrıcalıklı bir topluluk.
Yine benim de üyesi olduğum; bu bilimsel topluluğun içinde çok azınlıkta olan bir uluslararası teorik fizikçiler grubu var. Bu azınlıktaki grup, kendilerini bazen en tepedeki insanlar olarak tarif ediyor. Bunun yanı sıra, kitaplarımla gelen şöhretten ve hastalığımdan dolayı maruz kaldığım tecrit yüzünden halktan daha da fazla uzaklaşıyorum.
Amerika ve Britanya’daki elitlere karşı alınan tavır, diğer elitleri aldığı gibi beni de hedef alıyor. Ne düşünürsek düşünelim, Britanyalı seçmenlerin AB’yi reddetmesi etmesi ve Amerikan vatandaşlarının Trump’ı bir sonraki başkan olarak sahiplenmesi kuşkusuz seçmenin siyasetçilere duyduğu tepkiyi gösteriyor. Seçmenler, siyasetçiler tarafından ortada bırakıldıklarını düşünüyorlar.
Herkesin hemfikir olduğu değerlendirme, seçimlerde, unutulan kesimlerin konuştuğu. Sessiz kalan seçmenler seslerini bularak, nasihat ve yön göstermeye çalışanları reddetti.
Ben de çok farklı davranmadım ve istisna değilim. Brexit seçimlerden önce ben de AB’den çıkmanın Britanya’daki bilimsel araştırma sürecini/bütçeleri etkileyeceğini söyledim ve bunun geri bir adım olacağını belirttim. Seçmenler benim gibi nasihat veren siyasetçileri, sendikacıları, sanatçıları, iş adamlarını ve ünlüleri kaale almadı.
İki ayrı seçmenin verdiği karardan daha de önemlisi, elit kesimin böyle bir dönemde nasıl bir karşılık verecek olduğu. Seçmenlerin yaptığı tercihi acemice verilmiş bir karar olarak değerlendireceğiz ve tercihlerini ret mi edeceğiz? Bence bu büyük bir hata olur.
Kürselleşmenin getirdiği ekonomik sonuç ve teknolojiden kaynaklı büyük değişikler seçmenin verdiği kararda belirleyici oldu. Fabrikların makineleşmesi geleneksel imalat sektöründeki işleri azalttı. Yapay zeka gelişimi orta sınıfın sahip olduğu işleri ortadan kaldıracak ve sadece belirli işler var olacak.
Bu durum yükselmekte olan eşitsizliği daha da genişletecek. İnternet ve onun sunduğu platformlar çok küçük kesimin, az işçi çalıştırarak büyük kârlar yapmasını sağlıyor. Bu kaçınılmaz bir durum, ilerlediğimizi gösteriyor, ama toplumsal bir yıkım olacak.
Bu durumu finansal çöküşle birlikte değerlendirmemiz gerek. Finans sektöründe çalışan çok az sayıda insan çok büyük kazançlar elde ediyor. (...) Ekonomik eşitsizliğin azalmadığı, gittikçe büyüdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada insanların sadece yaşama koşulları kötüleşmiyor, aynı zamanda hayatta kalmakta zorlanıyorlar. Bu koşullarda, Trump ve Brexit’in sunduğunu iddia ettiği alternatif, yeni düzen arayışı hiç de şaşırtıcı değil.
İnternet ve sosyal medyanın -hiç beklenmedik- yan etkisi de bu eşitsizliklerin geçmişe göre çok daha fazla görünür olmaları. Teknolojiyi kullanarak iletişim kurmak beni özgürleştirdi ve çok olumlu bir tecrübe oldu. Teknoloji olmasaydı yıllarca çalışmaya devam edemezdim.
Aynı zamanda teknoloji sayesinde, telefona sahip en fakir insan bile, en zengin insanların dünyanın en zengin yerlerinde nasıl yaşadıklarını, kahrolsa da, görebiliyor. Ve Sahra Altı Afrika’da telefonu olan insan sayısı, temiz suyu olan insandan daha fazla olduğuna göre, gittikçe kalabalıklaşan dünyamızda hiç kimse eşitsizlikten kaçamayacak.
Bu eşitsizliğin sonucu çok açık: Kırsal kesimlerdeki fakirler, umutlarının peşinden koşuyor, şehir merkezlerine ve gecekondu mahallelerine akın ediyor. Daha sonra, çoğu zaman Instagram’da gördükleri mutluluk hayallerini bulamayınca, daha iyi bir hayat arayışında olan diğer ekonomik göçmenlere katılarak, mutluluğu yurt dışında aramaya başlıyorlar. Göçmenler gittikleri ülkenin sosyal servislerine yükleniyor, bu da hoşgörüyü zayıflatıyor ve politik popülizmi daha da arttırıyor.
Beni en çok endişelendiren mesele, tarihimiz boyunca en fazla beraber çalışmamız gereken süreçten geçiyor olmamız. Dehşete düşüren boyutlarda çevresel zorluklarla karşı karşıyayız, bunların bazıları; iklim değişikliği, gıda üretimi, diğer türlerin yok edilmesi, salgın hastalıklar ve okyanusların asitleştirilmesi.
Bunların hepsi ele alındığında, insanlık tarihinin en tehlikeli döneminde olduğumuzu hatırlatıyor. Yaşadığımız dünyayı yok edecek teknolojiye sahipiz, fakat kaçabilme kabiliyetine halen sahip değiliz. Belki bir kaç yüz yıl sonra yıldızların arasından insan yerleşimleri kurmuş olacağız, fakat şu anda sedece bir tane dünyamız var ve onu korumak için beraber çalışmamız lazım.
Dünyayı koruyabilmemiz için ülkeler arasında duvarlar örmek yerine, sınırları kırmamız lazım. Bunu yapabilmemiz için dünya liderleri başarısız olduklarını ve çoğunluğu oluşturan insanlara karşı başarısız olmaya devam ettiklerini kabul etmeliler. Dünyanın imkanları gittikçe tekelleşirken, şu anda olduğundan çok daha fazla paylaşmayı öğrenmemiz gerekecek.
Sadece işler değil, tüm sektörler ortadan kaybolurken, insanların yeni bir dünya için yeniden eğitilmeleri için destek sunulmalı. Bu eğitimi alırken onlara ekonomik yardımda bulunmalıyız. Eğer toplumlar ve ülkeler mevcut göçü kaldıramıyorsa, bizim de uluslararası gelişimi desteklememiz lazım.
Ben kendi türüm konusunda umutluyum, fakat Londra’dan Harvard’a, Cambridge’ten Hollywood’a kadar herkes, buradan ders çıkarmalı. Her şeyden önce alçak gönüllü olmalıyız.
(Çeviren: Çınar Altun)
FRANÇOIS FILLON’UN YÖNETİCİ KADROSU
Pierre DUQUESNE
Oliver MORIN
Humanite
FRANÇOIS Fillon (Cumhuriyetçi Partinin cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra) Parti’nin geçici başkanı Sarkozy’ci Laurent Wauquiez’i partinin başında tutmak istemedi. Artık Parti’nin başkanı yakın bir taraftarı ve Haute-Savoie Milletvekili Bernard Accoyer (...) Eski Başbakan (François Fillon) “Adaylık ön yarışmasından sonra partinin yönetim organlarının değişmesi doğaldır” diye görüş belirtti fakat tüm milletvekillerinin kendi arkasında birleşmesini de istiyor. Ve Sarkozy’cilere göz kırpmak için Laurent Wauquiez’i genel başkan yardımcısı yaptı. (Ön yarışmada aday olan) Juppe ve Le Maire’in yükselen sesleri de unutulmadı ve yeni yönetici organlarda önemli yerlere yerleştirildiler. Oysa ki “siyasi dengeleri gözeterek” yapılan tüm bu siyasi manevraları Fillon ön seçim süreci boyunca sürekli teşhir etmişti. “Uzman ve ahlaki olarak otorite kabul edilen” sivil toplumdan şahsiyetlere yaslanacağını ilan edip duruyordu. Fakat sağın cumhurbaşkanı adayının yakın çevresi bu fikrin hâlâ reddedilmediğini ve “Cumhurbaşkanlığı seçimleri için genişletilmiş bir kampanya ekibi oluşturulacağını” belirtiyorlar. Peki kim bu ünlü şahsiyetler?
Öne çıkan ilk isimler tekel yöneticileri. En fazla göze batan isim Henri de Castries, Axa sigorta şirketinin eski genel müdürü ve Fransız kapitalizminin en önde bilinen isimlerinden olan Claude Bebear’in yakınlarından birisi. Fillon’un en yakın çevresinde iki işveren daha bulunuyor: Pierre Danon, numericable tekelinin eski patronu ve bilgisayar programı yapan bir şirketin yönetici Viviane Chaine-Ribeiro. (Patronlar örgütü) MEDEF’in merkezi Yönetim Kurulu Üyesi ve Syntec Federasyonunun Yöneticisi Chaine-Ribeiro, Fillon’un mitinglerinde onun yanında görünmekden hiç çekinmemişti.
Fillon’un 2017 programının sorumlusu François Bouvard ise büyük şirket ve kamu kurumlarının değişimi konusunda uzman olan bir danışmanlık kabinesinin eski yöneticisi. Bu iş adamı, birçok mühendis okulunun çatı kurumu olan Sanat ve Meslek Katolik Enstitüsü başkanıdır. Hem iş adamı, hem de Katolik olarak Bouvard, aslında Fillon’un yakın çevresini çok iyi sembolize ediyor. Diğer öne çıkan şahsiyetlerden birisi ise Agnes Verdier-Molinie, televizyon stüdyolarında Fillon’un siyasi prog-ramının en keskin savunucularından birisi olarak parlatıldı ve geçmişte “serbest” öğretim lobi örgütlerinin yöneticiliğini yapmıştı.
Seçim günü zaferi kutlayan örgütler içinde eski “Manif pour tous” (Eşcinsel evliliğe karşı gösteri örgütleyen gerici ve sağcı bir örgüt) taraftarlarının UMP partisi içinde kurdukları Sens Commun örgütünün genç sorumluları bulunuyordu. Bunlar kamuoyu yoklamalarında oyu hâlâ yüzde 8 olarak görülen Fillon’u erken desteklediklerini gururlanarak hatırlatmayı seviyorlar. Bugüne kadar Cumhuriyetçi Partide eğitimden sorumlu ulusal sekreter olan Agnes Verdier-Molinie’in sağın en güçlü partisinin yeni yönetici organlarında alacağı görev, geleneksel muhafazakar sağın yükselişini gösterme açısından iyi bir veri olacaktır. Fillon’cu militanlardan birisi zafer günü “François Fillon sonunda tüm sağ akımları birleştirdi, şirketlere canlılık vermek isteyenlerden tutun da, geleneksel aile yapısına bağlı olan ve devletin yetkilerini tekrar güçlendirmek isteyen sağ akımlara kadar tüm sağı birleştirebildi”. Bu durumdan sadıklar arasında en sadık olan ve bazen de Fillon’un gelecek başbakanı olarak tanıtılan Bruno Retailleau’nun mutluluktan gözleri parlıyordu. Fakat Retailleau da eskiden (aşırı sağcı) Philippe de Villiers’e yakın ve ondan sonra de il meclisinin başına geçen kişidir. (...) Cumhuriyetçi Parti içerisinde bunun gibi aşırı muhafazakar kişilerin yeri ve konumları giderek daha da güçlenecektir. Perşembe günü meclise gelen “kürtajı engellemeye çalışan İnternet sitelerini kapatmayı öngören yasa tasarısı”na karşı düşünce özgürlüğü adına karşı çıkmaları bunun ilk ifadesi oldu.
(Çeviren : Deniz Uztopal)
EVİNDEKİ DÜŞMAN
Frank JANSEN
Berliner Tagesspiegel
Anayasayı Koruma Kurumunun korkusu, kamuoyuna yansıtılandan çok büyük olmalı. Bir görevlinin radikal İslamcı olduğu ve internette kuruma karşı saldırı planlarını açıkladığı ortaya çıktı. Eğer internette yazdıkları doğruysa, adam, kurumun Köln’deki merkezine saldırı düzenleyecekti. Bunun ülkeyi sarsacağı ve halkın kuruma duyduğu güveni yerle bir edeceği ise açıktı. Teröristlerin hayali gerçekleşecek, bir devet kurumuna sızan teröristler onu içten yıkacaklardı. Ülkeyi korkunç bir güvensizliğe götürecek bu saldırı, kurumun bir görevlisinin meslektaşını internette tanıması sayesinde kıl payı bertaraf edildi.
Olay, haber alma teşkilatının ne kadar kötü durumda olduğunu da ortaya koydu. Kurum, Almanya’da faaliyet sürdüren Selefistlerle ve ülkeye gelen mültecilerin arasındaki radikal İslamcılarla mücadele edebilmek, onları kontrol altında tutabilmek için daha fazla personele ihtiyaç duyuyor. İş başvurusunda bulunanların vasıfları birbirinden farklı. Bu da ‘tuhaf‘ insanlarla karşılaşılması riskini arttırıyor.
Bu karmaşa içinde Federal Anayasayı Koruma Kurumu, bir yanda aile babası ve eşcinsel porno oyuncusu diğer yanda ise ailesinin bile haberi olmadan dinini değiştirip Müslüman olan, ikili yaşam sürdüren, birini görevliler arasına kattı.
Hata mı yapıldı? Ya da güvenlik denetimleri yasal sınırlar nedeniyle istenilen ölçüde yapılamıyor mu? Kurum işe alacağı insanları dini aidiyat ve cinsel yönelim konusunda sıkı denetimden mi geçirmeli?
Bu konuda politik kararlar alınmalı. Özgürlükle güvenlik arasındaki denge konusunda sürdürülen toplumsal tartışma ışığında yapılmalı bu. Şimdiye kadar Anayasayı Koruma Kurumunda çalışan birinin özel yaşamında -yasalara ters düşmediği sürece- istediği şekilde davranma özgürlüğü vardı. Bir başka koşul da şüpheli çevrelerle ilişki içinde olup kendini santaja açık yapma konusuna getirilen yasaktı. Yakalanan adam ise bunu yaptı. Demokrasinin erken uyarı sistemi olan Anayasayı Koruma Kurumu bunu göremedi ve güvenlik boşluğu deşifre oldu.
Güvenlik kurumları ve ordu bu olaydan personelin radikalleşmesinin önüne nasıl geçileceği konusunda ders çıkarmalı. Polis, bazı mensuplarının Reichsbürger çevresine (Şimdiki Federal Almanya Cumhuriyeti’ni tanımayıp kendini Alman İmparatorluğu vatandaşı olarak gören milliyetçi grup) sempati duyduğu ortaya çıkınca onları görevden aldı. Anayasayı Koruma Kurumunda şimdiye kadar hiç kimse görevi İslamcıları kontrol altında tutmak olan bir görevlinin radikal İslamcı olabileceğini ve kuruma içten zarar vereceğini aklına getirmemişti. Ancak ABD’ye baktığımızda bu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu görebiliriz: 2009 yılında orduda psikiyatr olarak görev yapan Nidal Malik Hasan, “Allah-u Ekber“ çağrısıyla 13 ordu mensubunu öldürdü. Bizde de bir Anayasayı Koruma Kurumu görevlisinin bu çılgınlığı yapabileceğinden yola çıkmalıyız. Terörizmle uğraşanlar kısa süre içinde her şeyin mümkün olduğunu öğrenirler. Bu nedenle Anayasayı Koruma Kurumu bu tehlikeyi önlemek için başvurulan önlemlerin yeterli olup olmadığını sürekli gündemde tutmalı, tedbir almalıdır.
(Çeviren: Semra Çelik)