4 Aralık 2016 17:02

Hazan İLİK
İstanbul

“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin 
toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe  
...
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi”

Edip Cansever’in bu dizeleri yayımlandığında takvimler 1974’ü gösteriyordu. Söylemek istediği, Ahmet Abi’si de dahil olmak üzere Türkiye toplumunun tıpkı Türkiye’nin coğrafyası gibi mutsuz ve hüzünlü olduğuydu. Şair bu tahlili yaptığından beri her birimiz Türkiye’ye benziyoruz. Aslına bakarsanız Türkiye de, diyalektiğin zorunlu kıldığı değişim yasalarıyla uyumlu bir şekilde o zamanki haline çok benziyor.
12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 36 yıl geçti. Aradan 36 yıl geçmiş olmasına rağmen bugünlerde darbeleri, OHAL ve KHK’leri (ki kendisi darbe anayasası ile hayatımıza girmiştir) konuşmaya devam ediyoruz. Üstelik bunları geçmişi anmak veya geçmişle yüzleşmek için değil, direkt hayatımızın içinde olduğu için konuşuyoruz.
12 Eylül deyince akıllara ilk gelen isimlerden biri elbette ki Erdal Eren. Erdal’ın, yaşadığı dönemin en karanlık günlerinde sergilediği direniş ve kararlılık milyonlarca insana ışık kaynağı olmuş, en zor zamanlarda direnme cesareti vermiştir. Bu yüzdendir aradan 36 yıl geçmesine rağmen koca koca “paşa”ların yaptığı darbenin 17 yaşındaki bir gencin adıyla anılıyor olması. Onlar, Erdal ve nicelerini asarken baskı ve zulme boyun eğmeyenlerin gözünü korkutmak, insanlığın ilerici değerlerini savundukları sürece herkesi aynı sonun beklediğini göstermek istiyorlardı. Fakat tam tersi oldu. 
UMUDU DÜRTÜYORUZ
Bugünlerde de darbe girişimlerine tanıklık ediyoruz. İnsanlığın ilerici değerlerini savunan televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergiler kapatılıyor. Gazeteciler,yazarlar,milletvekilleri tutuklanıyor. İdam cezasının geri getirilmesi tartışılıyor. Üniversitelerimize kayyım rektörler atanıyor, okuduğumuz liselerin “proje okul” adı altında ilerici tüm değerleri yok edilmeye çalışılıyor. Tüm yaşam alanlarımız baskıyla zapturapt altına alınmaya çalışılıyor, tek sese biat etmeyen her şey yok ediliyor.
Egemenler kendi çıkarları söz konusu olduğunda hep aynı baskı yollarını tercih etmişlerdir. Bu yüzden bahsettiğimiz bu iki dönem birbirine çok benziyor. Böylesi dönemlerde bizim tercih edeceğimiz yol ise elbette Erdal’ın yürüdüğü yol olacaktır.  O, henüz lisedeyken Ankara Ortaöğretimliler Derneği’nde sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele eden örgütlü bir gençti. Yalnız olmadığının, aksine büyük bir kolektifin parçalarından biri olduğunun farkındaydı. Bilinci ve kararlılığı buradan geliyordu. İçinden geçtiğimiz bu karanlık dönemi geri püskürtmenin, hak ve özgürlüklerimizi kazanmanın tek yolu kuşkusuz Erdal’ın mücadelesini sürdürmek olacaktır.
Edip Cansever’in dediği gibi;
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
1 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et