18 Aralık 2016 00:48

Onlar her yerde, peki insanlık nerede?

Banu Kavaklı, Suriye savaşını, Halep'i ve yurtlarını terk etmek zorunda kalanları yazdı.

Paylaş

Banu KAVAKLI*

Türkiye Halep’te gerçekten neler olduğunu ve son birkaç gündür Türkiye’ye gelmekte olanların kimler olduğunu anlamaya çalışırken beş yıldan uzun süredir birlikte yaşamakta olduğumuz Suriyeliler için hayat hala kolaylaşmış değil. Halep’ten gelen, doğru ya da yanlış, görüntüler Türkiye’de infiale sebep oluyor ve orada zulmedilen canlar için tepki büyüyor. Peki ya hemen yanı başımızda olan, aynı mahalleyi, şehri paylaştığımız Suriyeliler, onların payına ne düşüyor bu merhamet ve hassasiyetten?

2011 baharında Türkiye açık kapı politikasını uygulamaya koyduğunda ne giriş yapan insan sayısının bu denli yükseleceğini, ne de Esad rejiminin ayakta kalacağını öngörememişti. Sınır yakınlarında kuruluveren 5 çadır kent ile bu dalgayı atlatmayı umut eden yönetim kısa zamanda krizin geçici olmadığını ve yeterli sayıda kamp kurmanın imkânsızlığını fark etti. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2016 verilerine göre Türkiye’de bulunan Suriyeli sayısı 2.764.500. (1) Bu sayıya ülke genelindeki 10 ilde bulunan 26 kampta yaşayan yaklaşık 300 bin Suriyeli de dahil. Yani ülkemizde bulunan Suriyelilerin neredeyse yüzde 10’u kamplarda kalırken geriye kalanlar kamp dışında kendi imkanları ile hayata tutunmaya çalışmaktalar. Kamp dışı nüfusun önemli bir bölümü önceden kurulmuş olan ağlardan faydalanabilmek ve iş bulabilmek kaygısıyla büyük şehirlere yerleşmiş halde. Her ne kadar Türkiye’ye ilk giriş yaptıkları ve kayıt oldukları şehir merkezlerinden ayrılmak sağlık ve eğitim gibi hizmetlere erişim bakımından sorun yaratsa da bu riski göze alarak şehir değiştiriyor Suriyeliler. Çünkü hayatta kalabilmek için çalışmak ve para kazanmak zorundalar. Çünkü pek çok kişinin sandığının aksine, Suriyeliler Türkiye devletinin ya da uluslararası örgütlerin sağladığı yardımlarla geçinmiyorlar.

Suriyelilere dair doğru zannettiğimiz birçok yanlış bilgi ve bunlardan beslenen kanı dolaşımda. Savaştan kaçan insanlar sınır boylarında birikmeye başladığından itibaren dolaşıma sokulan din kardeşliği, misafirperverlik, hoşgörü, uzatılan yardım eli vb. söylemler sönümlendikçe önyargının ve ayrımcılığın çirkin yüzü kalıyor geriye.

Türkiye’deki Suriyelilere yönelik olumsuz algının boyutunu, kaynağını ve tutumlara etkisini öğrenmek amacıyla İstanbul çapında yürüttüğümüz çalışma (2) sonucunda Suriyelilerin hiç de hoş karşılanmadıklarını gördük. Farkına vardığımız bir diğer rahatsız edici durum ise Suriye ve Suriyelilere dair ciddi bir bilgi eksikliği ve kirliliği oldu. Ne savaş öncesi Suriye’ye, ne de Suriyelilerin içsel farklılıklarına yönelik bilgi sahibi olmaksızın tektipleştirilen Suriyeliler böylelikle kolayca ötekileştiriliyorlar da. Özellikle ekonomi, güvenlik ve kültür eksenli kaygılarla beslenen olumsuz algı ve önyargı, kurgulanan Suriyeliden uzak durmayı, hoşlanmamayı, onu tehdit olarak görüp varlığını sorgulamayı meşrulaştırıyor. Daha net olmak gerekirse, İstanbulluların yüzde 72’si Suriyelilerle karşılaştığında rahatsız oluyor ve yüzde 78’i de Suriyelilerin hayatlarının bir parçası olmasını istemiyor.

Göç yazınının da bize gösterdiği gibi her nüfus hareketliliği kalıcılığı içinde barındırır. Alanda çalışanların sıklıkla karşılaştığı soruların başında “Göçü nasıl sona erdiririz?” olması şaşırtıcı değil. Ancak buna verilecek en kısa ve net cevap sona erdiremeyeceğimizdir. Suriye’nin hali ve mümkün olduğunca çabuk geri dönmeyi arzulayan grupların dahi kısa vadede memleketlerine dönüşü ancak tatlı bir hayal olarak değerlendirmesi bir yana, bu aşamada önemli olan kalmak isteyen ve kalmak zorunda olanlarla birlikte nasıl barış ve huzur içinde yaşayacağımızdır.

Türkiye halkının öncelikli olarak farkına varması ve kabul etmesi gereken Suriyelilerin Türkiye’deki varlığının ne Türkiye tarafından akıllıca kullanılacak bir iki dış politika hamlesiyle, ne de Suriye’de rejim değişikliğiyle ortadan kalkmayacağıdır. Bir yandan Suriye’deki savaşın şu ya da bu tarafına kızarken diğer yandan da Suriyelileri kalıp vatanı için savaşmaktansa Türkiye’de hayatına bakmakla suçlayanlara hatırlatmak isterim ki Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 72’sini yaşlı, kadın ve çocuklar oluşturuyor. (3) Tanımayınca, bilmeyince, öğrenmek istemeyince bunca insanın hayat mücadelesini dilenciliğe indirgemek ne kadar da kolay. Uluslararası hukuka göre açıkça tanınmış olan mülteci statüsüne ve bundan doğan haklara sahip olamadıkları için yardım bağımlısı insanlar ve kayıtdışı çalışanlar olarak dışlamak da öyle. Yaptığımız çalışma ile gördük ki Suriyelilere yönelik olumsuz algı ve önyargı bununla da sınırlı kalmıyor. İstanbulluların yüzde 91’i kiraların, yüzde 91’i işsizliğin, yüzde 86’sı suç oranının, yüzde 84’ü ise salgın hastalıkların artmasına Suriyelilerin sebep olduğunu düşünürken sadece yüzde 33’ü Suriyelilere herhangi bir şekilde yardımda bulunmuş.

Bu denli olumsuz bir algının altında birbirini tanımamak kadar ana akım medya yoluyla yayılan yanlı, yanlış ve eksik bilgi de yatıyor. İktidarı eleştirmek adına bir halkı toptan düşkün, bağımlı, cani ve tehlikeli ilan eden haber ve köşe yazıları kadar, iktidar yanlısı medya elinden çıkan ve Suriyelilere yönelik yardım, destek ve hizmetleri göklere çıkaran haberler de vatandaşlardaki ihmal edilmişlik ve rekabet algısını körükleyerek önyargıyı besliyor.

Suriye savaşın göbeğinde, Suriye yıkımın eşiğinde, Suriyeliler insanlık tarihindeki en korkunç yerinden edilme hikayelerinden birinin içinde tutunmaya, var olmaya çabalıyor. Ne yazık ki bizler bu zorunlu birlikte var oluş halini onlar için hiç de kolaylaştırmıyoruz.

*İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
1 https://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224
2 İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, İngiltere Kent Üniversitesi, British Academy Newton Fund.
3 https://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224

ÖNCEKİ HABER

Adından ötürü sakıncalı oyun

SONRAKİ HABER

Oysa mezarlıklar sessiz olmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa