Şeyh Bedreddin'in eylem felsefesi
'Bedreddin’in düşünceleri de diğer düşünce sistemleri gibi tarihsel, toplumsal ve iktisadi süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.'
Mehmet AKKAYA
Doğum ve öldürülme tarihleri yaklaşık olarak 1359-1421 yıllarına karşılık gelen Osmanlı Kazasker’i Şeyh Bedreddin’in, erken özelliklerini göstermesi açısından iki konunun altının çizilmesi gerekir: Okuyarak kendini eğitmek ve bu eğitimi entelektüel seyahatlerle zenginleştirerek toplumsal sorunlara odaklanmak. Bu eğitim ve gezilerin ürünü olan Bedreddin’in düşünceleri de diğer düşünce sistemleri gibi tarihsel, toplumsal ve iktisadi süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Müslüman bir babadan hukuk eğitimi alıyor, Hıristiyan bir anneden Grekçe öğreniyor. İki kültürün temel özelliklerini erkenden içselleştirdiği söylenebilir. Kültür farklılıklarını, sınıf dinamiğini, Osmanlı yönetiminin halk karşıtı niteliğini, eğitimine paralel olarak gözlemleme olanağı buluyor.
Edirne’de, baba ocağında ve hocası Molla Yusuf’tan aldığı eğitimin yetersizliğini görünce “felsefe yolda olmaktır” misali harekete geçiyor. Bursa’da eğitimini sürdürüyor, burada Muhittin İbn Arabi’nin ışık felsefesiyle yani felsefeyi teolojiden üstün gören Kabalizm düşüncesiyle tanıştığı anlaşılıyor. Bu felsefe daha evvel edindiği fıkıh bilgileriyle tutarsızlığa düşmesine de neden olmuştur. Buradan sonra Konya’da daha da geliştiriyor kendini. Feyzullah Hurifi’nin düşünceleriyle de zenginleşiyor. Konya medreseleri de yeterli gelmeyince Kahire’de soluğu alıyor.
Burada Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışmıştır, bu bilgi pek çok kaynak tarafından altı çizilerek anılmaktadır. Zira büyük bir bilim ve felsefe insanı olduğu anlaşılan Ahlati, Bedreddin’i önemli oranda etkilemiştir. Şeyh sıfatı da işte bu hocasından mirastır. Etkilerle, gücünü artıran Bedreddin Tebriz’e dek geniş bir coğrafyayı tanır, -rivayet odur ki- Timur’a elini öptürür. Egemen sınıfları tanıdığı gibi halk sınıf ve kahramanlarını da yakından gözlemler, onlarla ittifak kurmayı acil görevleri arasında görür. Bu özelliklerinden dolayı da örneğin Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal olmadan Bedreddin’i anmak yanlış olur.
ŞEYH BEDREDDİN'DEKİ FELSEFİ UNSURLAR
Varlığın mutlaklığı ve bütünlüğü çerçevesinde düşünülürse ‘taptıklarınız ayaklarımın altındadır’ diyen Muhittin İbn Arabi (1165-1240), İranlı filozof Suhreverdi (1153-1191), Seyyid Nesimi (1370-1417) ve Hallaç-ı Mansur’da (857-922) ön plana çıkan “enel hak” (Ben Allah’ım) düşüncesinin Bedreddin’le de devam ettiği anlaşılıyor. Dinlere ve onların önerdiği ibadet tarzlarına ve peygamberlere kuşkuyla bakan, Tanrı’nın varlığa içkin olduğunu savunanları ikiye ayırmak olasıdır: Resmi otoriteyi yanlarına alanlar ile ona karşı olanlar. Şüphesiz ki Bedreddin, devleti ve resmi otoriteyi karşısına alan bir devrimci olması itibariyle örneğin Muhittin İbn Arabi, Yunus Emre ve Mevlana gibi isimlerden ayrılıyordu. Bu yüzden onun düşüncesini “eylem felsefesi” olarak adlandırmak isabetli olur. Bu anlayışın felsefe tarihinde değişik biçimlerle sürdüğünü görüyoruz.
İdealist unsurlarla birlikte, Nazım Hikmet’in de “Şeyh Bedreddin Destanı” bağlamında yazdığı yazıda adını zikrettiğiSpinoza ve Hegel, varlığın bir bütün olduğu düşüncesini sürdürmüşlerdir. Hegel gerçeği rasyonele eşitlerken, Spinoza da her “natura naturans’ı, natura naturata” olarak değerlendirirken varlığın bütünselliğini kabul ederler. Spinoza ve Hegel gibi Bedreddin’in de Tanrı’yı ya da varlığı açıklamak için maddi dünyaya ihtiyaç duyduğu ve dinsel olanı dünyevileştirdiği anlaşılıyor. Bunu, Herakleitos kuşağından sonra diyalektiğin yeni yorumu olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü Herakleitos ve Platon gibi filozoflarda idealist bir özellik gösteren panteizm düşüncesi, “Vahdeti Vücut” felsefesiyle daha materyalist bir karaktere kavuşmuştur. Diğer “bütüncü” düşünürler gibi Şeyh Bedreddin de bu bütünlük anlayışını deyim yerindeyse toplumsallaştırıyor. Marx ise diyalektiği hem toplumsallaştırmış hem de tarihselleştirmişti.
BEDREDDİN HAREKETİ VE EŞİTLİKÇİ DÜŞÜNCELER
Eski, komünal toplumlara özgü eşitlikçi anlayışların Bedreddin ile devam ettiği anlaşılıyor. Bu düşüncenin komünal toplumlardan bir miras olarak kaldığını düşünebiliriz. Eşitlikçilik düşüncesine, ya büyük bir dehayla olup bitenler gözlemlenir ve sonuca ulaşılır. Ya da eşitlikçi toplumların varlığına dair bilgiler, yazılı ve sözlü kaynaklar aracılığıyla öğrenilir ve örnek alınır. Bedreddin’in aldığı eğitimin, yazılı ve sözlü kaynakları bilecek türden olduğu anlaşılıyor. Grekçe, Arapça ve Türkçe biliyor en azından. Onu etkileyen eşitlikçiliğin kaynakları arasında sözlü kaynaklar da merkezi bir yer tutuyor. Ayrıca Platon’un kitaplarındaki görüşler, Stoa felsefesinden alınanlar, İncil gibi kutsal kitaplarda sözü edilen anlayışlar eşitlik konusunda ufuk açmış olmalıdır.
Elbette tüm bunların kaynağı da komünal toplumlardaki uygulamalardan miras kalmıştır. Mesela bütün Ortaçağ boyunca eski halk kaynaklarının, bilhassa da Yunan ve Latinlerin entelektüel kaynaklarının kısmen de olsa unutulduğu halde, halkların hiç bir zaman unutmadığı ve talep etmekten vazgeçmediği düşünce eşitlik, özgürlük ve kardeşlik düşüncesi olmuştur. Dolayısıyla Bedreddin’in düşünceleri, bir anda ortaya çıkmış düşünceler olarak ele alınamaz. Bir düşünce zincirinin ileri halkalarından birisidir.
RESMİ İDEOLOJİ 'BEDREDDİN DEVRİMİ'Nİ ÇARPITIYOR
Ders kitapları başta olmak üzere resmi ideolojinin yönlendirmesindeki tüm tarih çalışmaları 1415’in gücünü boğmak için işbirliği yapıyor. Ayaklanmayı “isyan” olarak gösterdikten sonra nedenini de Osmanlı’nın Timur tarafından zorda bırakılmasına bağlıyor. Bu ayaklanmada elbette anılan Ankara Savaşı’nın rolü vardır. Oysa bunun tek başına hiçbir değeri yoktur. İkincisi Osmanlı’daki taht kavgalarına, şehzade savaşlarına bağlayanlar da az değil. Bunlar da ilkine bağlı olarak 1402-1413 arasında gerçekleştiğini iddia ettikleri ve “Fetret devri” olarak ifadelendirdikleri anarşik ortamla açıklamaya çalışmaktadırlar Bedreddin hareketini. Elbette böyle bir iç sorun ve çatışmaların halk ayaklanmalarıyla ilgisi vardır. Oysa bunun da diğer etkenler gibi iç dinamikler, ekonomik olgularve sınıf gerçekliği dikkate alınmadan hiçbir değeri bulunmaz. Tüm bu türden nedenlerle “Bedreddin devrimi”ni açıklamaya çalışmak egemen sınıfların çarpıtma amacı güttüklerinin en iyi kanıtıdır.
Şeyh Bedreddin ve onun adıyla anılan hareket, düşünce sistemi ve ayaklanma, üzerine çokça tarihçinin yöneldiği bir kimliğin adıdır. Birbiriyle tutarsız pek çok yöne çekilerek anılan Şeyh’e ilişkin tarihsel analizlerin asıl nedeni belki de onun çok yönlü olmasıydı. Ona bakışı ikiye indirgemen olasıdır: Olumlayanlar ve olumsuzlayanlar. Mesela Osmanlı ve Türk hakimsınıflarının lehine yazanlar, genellikle Bedreddin’i, yoldan çıkmış bir asi, ün ve unvan peşinde koşan bir kendini bilmez, Tanrı’ya ve dine karşı çıkan bir zındık, devlete başkaldıran bir kanun tanımaz türünden değerlendirirler. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan, Hilmi Ziya Ülken’e; Mehmet Yaltkaya’dan Ahmet Yaşar Ocaklı’ya dek birçok tarihçinin Bedreddin’i bu istikamette okuduğu ve değerlendirdiği anlaşılıyor. Bu bakışın Batı ve benzeri ülke tarihçileri için de geçerli olduğu söylenebilir. Bedreddin’in torunu olan Hafız Halil’den yine Bedreddin ile aynı çağlarda yaşamış Bizanslı tarihçi Dukas’a, Alman tarihçi ErnstWerner’e dek kimi tarihçiler de bunlar arasındadır.
EMEKÇİLERİN VE HALKLARIN BEDREDDİN'İ
Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in Osmanlı egemen sınıfları tarafından katledilmeleri, egemen sınıfların sınıf çıkarları gereği idi. Bu türden mirasları sahiplenmek de emekçi sınıfların çıkarı gereğidir. Dolayısıyla Bedreddin’e ve yoldaşlarına asıl ilgi, sahiplenme ve onları olumlama Osmanlı-Türkiye emekçi sınıfları ve ezilen halklar ve ötelenen inanç gruplarınca olmuştur. Çünkü Şeyh Bedreddin, “yarın yanağından gayri her şeyin ortak olması”nı savunurken eşitlikçi bir toplumun müjdecisi olarak algılanmış ve içselleştirilmiştir.
Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan halklar tarafından da destek ve ilgi görmüştür. Çünkü “dinler arası diyalog”un yüzyıllarca önce gerekliliğini görmüş ve hakim sınıfların farklı dinler aracılığıyla emekçi sınıflarını bölmesini engelleyecek bir yol izlemiştir. Elbette bu dinler içinde bilhassa baskı gören inanç gruplarınca daha da önemsenmiş, bu yüzden de Alevi-Bektaşi toplulukları başta olmak üzere pek çok dinsel topluluk tarafından onaylanmıştır. Bu onay giderek de büyüyor ve yayılıyor. Balkanlar’dan Anadolu ve Ortadoğu’ya kadar uzanan geniş yelpazede Bedreddin’in mirasını sahiplenen, onun eşitlikçi ilkelerini rehber sayan, ayrıca direniş ve devrim geleneğiyle zenginleşen halkların varlığını, söylenenlerin kanıtı olarak değerlendirmek mümkündür.