31 Aralık 2016 02:16

Türkiye-AB müzakerelerinin ucu halen açık mı?

2016’da hem AB’nin iç sorunları ve hem de Türkiye’nin içine girdiği savaş ve şiddet sarmalı, üyelik sürecini daha zor bir sürece koymuştur.

Paylaş

Yücel ÖZDEMİR

1963’te başlayan Türkiye’nin AB üyeliği süreci çeşitli aşamalardan geçerek, 3 Ekim 2005’te aday üyeliğe kabul edilmesiyle yeni bir karakter kazandı. Tam üyelik için görüşmelerin resmen başlaması anlamına gelen bu tarihten sonra adeta kaplumbağa hızıyla bir ilerleme sağlandı. Çok zamanda az mesafe kat edildi.

11 yıl içinde müzakereler çerçevesinde ele alınması gereken 35 başlıktan 16’sı açıldı, sadece 1’i kapatıldı. 11 yılda bir başlığın açılıp kapanmasından yola çıkarsak geriye kalan başlıkların açılıp kapanması için epey zaman geçmesi gerekiyor.

“Brexit kumarı” oynayıp kaybeden İngiltere eski Başbakanı David Cameron, bu hızdan yola çıkarak “Türkiye AB’ye 3 bin yılı civarında üye olur” demişti.

Ne var ki, hem AB hem de Türkiye’de geride bıraktığımız yıl içinde olanlar, bugüne kadar “ucu açık” şekilde sürdürülen Türkiye-AB müzakerelerinin ucunun önemli ölçüde kapandığını yeterince gösteriyor. Bunun birinci nedeni AB içinde olanlarla ilgili.

AB’DE ‘EXIT’ DEVRİ

AB açısından 2016’nın en önemli gelişmesi olan İngiltere’deki referandumdan “Brexit” kararının çıkması, aslında AB içerisindeki emperyalist devletler arasında yıllardan beri süren çıkar çatışmasının sonucudur. Alman-Fransız ittifakına karşı diş geçiremeyeceğini anlayan İngiltere, uzunca bir dönemdir AB’nin içinde değil, kenarında duruyordu. “Tam birleşme” yönünde atılan pek çok adıma İngiliz burjuvazisi çekince koyarak dışarıda kalmak istediği mesajı vermişti. 

Bu nedenle Büyük Britanya’da 24 Haziran 2016’da yapılan referandum neden değil sonuçtur. Bir bakıma “Birleşik Avrupa” hayaline nokta koymaktır. 

AB’nin bundan sonraki tarihi için adeta “sonun başlangıcı” olan “Brexit”le birlikte üye ülkeler arasında AB’den ayrılma yani “Exit/Çıkış” daha sıkça dile getirilmeye başlandı.

İlk olarak Yunanistan’daki ekonomik kriz sırasında AB’nin egemen ülkeleri ve organları tarafından gündeme getirilen “Grexit” sonra birçok ülke için adeta aranan “Exit” formülü oldu.

Türkiye bağlamında burada dikkat çeken “Brexit” kararıyla  AB’nin hep genişleyip büyümeyeceği, aksine küçülebileceğidir. Öyle görünüyor ki, “Brexit”le başlayan süreçle birlikte artık daha çok genişleme değil küçülme konuşulacak. “Exit” propagandası yapan pek çok parti ve akımın milliyetçi bir görüşe sahip olması Türkiye’nin üyeliğini çok daha zorlaştırmaktadır.

Bu nedenle 2016’da kıta Avrupa’sında ortaya çıkan gelişmelerle, AB’nin gelecekte bugünkü genişlikte “Birleşik Avrupa”ya dönüşmeyeceği artık kesinleşmiştir. Önümüzdeki süreç, merkezden (AB) kopuş eğilimlerinin daha güçleneceği bir dönem olacak.

Bunun başlıca iki nedeni var:

BİRİNCİSİ: Bugünkü yapısıyla AB’nin, halkların bir arada gönüllü ve eşit koşullarda yaşamasını öngören bir birlik olmadığı geniş kesimler tarafından fark edilmiştir. Büyük emperyalist ülkeler ve onların tekellerinin çıkarlarının merkeze alındığı ve ona göre mimarisinin belirlendiği, ekonomideki eşitsiz gelişimden dolayı küçük ülkelerin kaybettiği, büyük ülkelerin kazandığı AB’ye tepki günümüzde daha çok ulus-devletin egemen olarak kalmasını savunan sağcı-milliyetçilerin işine yarıyor. 

İKİNCİSİ: Almanya-Fransa ekseni, geriye kalan AB’nin “nihai hedefe” en kısa zamanda varabilmesi için, işbirliğini derinleştirerek üye ülkeler üzerindeki baskıyı artıracak. Dünyadaki paylaşım mücadelesi sertleştikçe, paylaşımda var olmanın yolunun AB’nin her açıdan bütünleşmesinden geçtiğinin farkında olan her iki ülkenin egemen sınıfları, bu nedenle başta askeri olmak üzere, pek çok alanda birleşme sürecine hız verecekler. Ama bu durum şimdiden her iki ülke içinde de önemli tepkilere yol açmış durumda. Mayıs ayında Fransa’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri bu nedenle sadece Fransa için değil, AB’nin geleceği açısından da büyük bir önem taşıyor.  

AB ÜLKELERİNİN ÇIKARLARI BELİRLEYİCİ

AB’nin içinde bunlar yaşanırken, müzakere halinde olduğu Türkiye’de ise temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması için ciddi adımlar atıldı. Kurulmak istenen “tek adam rejimine” karşı çıkan bütün kesimler, hem de “demokrasinin beşiği” olarak ilan edilen Avrupa’nın kapısında bekleyen bir ülkede susturularak hapse atıldı, atılmaya da devam ediliyor.

Bugüne kadar özellikle “Kopenhag Kriterleri” çerçevesinde sayılan pek çok temek hak ve özgürlüğün ayaklar altına alınmasına rağmen AB’nin tepkisi çoğunlukla “endişe” şeklinde ifade edildi. Gidişatın durdurulması konusunda ciddi sayılabilecek bir yaptırım yoluna gidilmedi. Denilebilir ki, bu konuda en ciddi çıkışı Avrupa Parlamentosu, 24 Kasım’da büyük bir çoğunlukla aldığı “müzakerelerin dondurulması” kararıyla yaptı. Ancak bu karar AB Konseyi ve Komisyonu tarafından görmezlikten gelindi.

Gelinen aşamada AB ülkeleri Türkiye içinde olup bitenleri görmezlikten gelmeye devam etse bile, Avrupa halkları bunu kabul etmiyor. “Tek adam” rejimine sessiz kalarak destek veren parti ve hükümetlerin çoğu kan kaybetmeyle karşı karşıya.

Bu nedenle hiç kimse açık bir şekilde Türkiye ile tam üyelik için ucu açık müzakerelerin sürdürüldüğünü söyleme cesaretini kendisinde bulamıyor.

Özetle, 2016’da hem AB’nin iç sorunları hem de Türkiye’nin içine girdiği savaş ve şiddet sarmalı, üyelik sürecini daha zor bir sürece getirmiştir. Bunlara Türkiye’nin batı ittifakından uzaklaşarak Rusya-İran ittifakına yakınlaşmaya çalışması ve Kıbrıs’taki çözümsüzlük eklendiğinde AB ile müzakere ve ilişkilerin 2017’de daha da belirsiz ve çetin bir sürece girdiğini gösteriyor.

AB’nin karar verici ülkeleri Almanya ve Fransa ise gelişmelere asıl olarak kendi çıkarları ekseninde yaklaşacaklar. Türkiye yönetenlerinin izleyeceği politikalar bu ülkenin çıkarlarına dokunmadığı sürece ilişkiler belli bir dengede görülmeye özen gösterilecek. Bu dengeli süreçte ibrenin hangi tarafa düşeceğini ise zaman gösterecek.  

ÖNCEKİ HABER

2016’da Brexit için ‘at değişti’ ama ‘sancı’ artacak

SONRAKİ HABER

Suriye ve Rojava’nın 1 yılı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa