Bitti bitti, bitmedi...
Savaşın, yıkımın, ölümün acısının en idmanlıları olan kadınların yeni yıla bu sözlerle başlamasının hikmeti bedenlerinde ve zihinlerinde birikenlerdi
Sevda KARACA
“Ölümden değil, yaşamdan yanayız.” 2016’nın ilk ortak kadın sözü buydu. Barışa 1000 Kadın kampanyası ile Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkan kadınların sözü şöyle devam ediyordu: “Her yanımızda bombalar patlıyor, her gün artan ölümler, patlamalar, yerlerinden göç eden insanlar, şiddet ve tehdit olayları içerisinde yaşamaya mecbur bırakıldık. Buna rızamız yok. Çocuklar öldürülüyor. Çocukların öldürüldüğü bir ülkede nasıl bir gelecek kuracağız? Bizim buna rızamız yok. Üstelik bunları konuşamıyoruz; savaşın nedenlerini ortadan kaldırmak yerine birbirinin yüzüne bakamayan, nefret etmeden, linç etmeden duramayan bir toplum haline geliyoruz. Tüm bunlar yaşanırken insanları bilgilendirmekle sorumlu olan medya kuruluşları susmak veya savaş kışkırtıcılığı ikileminde gidip geliyor. Her gün tekrar tekrar niye hakikat hakkımız ihlal ediliyor? Biz kadınlar barış ve hakikat hakkımıza sahip çıkıyoruz. Barış içinde yaşamak ve hakikati bilmek en temel hakkımız. Bizim bu savaşa rızamız yok! Kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik ayrımcılığın, eşitsizliğin, şiddetin ortadan kalkması da, adaletin tesis edilebilmesi de, hepimiz için eşit ve özgür bir yaşam da ancak barış ortamında geliştirilebilir. Yok edilmeyle ve yok sayılmayla dolu bir tarihi değiştirmek ve hayatlarımıza sahip çıkmak için bize barış lazım.”
Savaşın, yıkımın, ölümün acısının en idmanlıları olan kadınların yeni bir yıla bu sözlerle başlamasının hikmeti bedenlerinde ve zihinlerinde birikenlerdendi.
Recordar “anımsamak” demekmiş, Latincesi “re-cordis” yani “kalbi delip geçmek”... Kadınlar delinen kalplerinde ve çizik çizik edilen hafızalarında birikenle “barış hakkımızı istiyoruz” dediler.
Binlerce kadının “barış” dileğiyle başlayan yıl, binlerce başka kadının bedenlerine ve kalplerine kazınan acılar yaşadığı onlarca olaya sahne oldu. Korkunun ve endişenin en baskın duygu haline geldiği yılın bakiyesinde onlarca ölü kadın, ölü çocuk var. Sokağa çıkma yasakları altında evinin önünde, çocuklarının gözü önünde ölü bedeni bekletilen kadınlar. Kentin orta yerinde yaşanan patlamalarda can verenler, onlardan geriye kalanlar. Karanlık bir cemaat yurdunun içinde diri diri yanan evlatlar. Analarının işe gidebilmek için üstlerine kapıyı kilitleyip çıkmak zorunda kaldıkları evlerde yanan çocuklar. Şiddet dolu yaşamlardan kurtulabilmek için çabalayan kadınların erkek şiddetiyle kesilen nefesleri. Mültecilerin yeni bir yaşam kurma umudunun boğulduğu denizlerden kıyılara vuran kadın ve çocuk bedenleri. Yoksul evlerin sokaklarına getirilen bayrakla sarılı asker cenazelerinin arkasından yakılan ağıtlar... Toplumsal barışın kadınların ve kız çocuklarının en temel yaşam haklarından vazgeçilmediği bir toplumsal düzen için şart olduğunu, bir yandan da kadınların ve kız çocuklarının en temel yaşamsal hakları garantiye alınmadan toplumsal barışın inşa edilemeyeceğini gösteren nice olayla dolu bir yıl... Bitmedi.
KOMİSYONU, YASASI, TASASI...
Yaşamı iktidarın değerleriyle inşa etme çabasının müdahalelerini en çok hisseden kadınlar oldu. En temel yasal hakların tartışmaya açıldığı olağanüstü saldırganlığın en gerici biçimleri kadınların kazandıklarını hedef aldı. Meclis, “Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu” adı altında kadınlara erkeğin kölesi olarak yaşamayı, kendilerine zor da olsa bir yaşam kurma umudu hiç kalmamacasına dayatmayı görev bildi. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda “hadım cezası” uygulanmasının önü açıldı başka bir yönetmelikle, suçu suçla yoğurup önümüze “çözüm” diye koydular. Aynı meclis çatısı altında çocuk istismarını evlilikle meşrulaştırmayı yasal kılıfa sokma çabalarına tanıklık ettik hep birlikte. Hep birlikte “artık yeter” dedik, biriken tüm öfkenin dışavurumuyla. Olağanüstü halin sokakta nefes almayı zul haline getiren uygulamalarını, binlerce kadın olağanüstü bir gayretle sokaklara çıkarak deldi. “Anne olmayan kadın yarım kadındır” lafını duydu bu kulaklar, “madam gibi değil adam gibi ölmek” diye birşey olduğunu da... Acil servislere “kız bakmaya” gidildiğini, “nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman ailenin böyle bir anlayışın içinde olamayacağını” bu sene öğrendik. Kadınları “Yeni Rejim”in harcı yapma tasaları her fırsatta bir yasa tasarısına dönüştü. Bitmedi.
DARBESİ, MÜHÜRÜ, “DEMOKRAĞSSİİ”Sİ...
“Darbe girişimi” diye diye topluma darbe üstüne darbe vuran iktidar, OHAL uygulamalarıyla kadınların sözlerini, örgütlülüklerini, dayanışmalarını mühürledi. Darbenin tehditleri kadar, ‘demokrasi şöleninin’ biz kadınların hayatlarına yönelttiği tehdidi ve indirdiği darbeyi gördük, görmeye devam ediyoruz. Aralarında birçok kadın derneğinin de bulunduğu 370 derneğin kapıları mühürlendi. Kadınların sesini duyuran kanallar kapatıldı. Kiralık İşçilik Yasası ile kadınları ömürleri boyunca geçici, güvencesiz iş ilişkisine mahkum edecek bir çalışma düzeni her yönüyle güvence altına alındı. Bitmedi.
TEKMESİ, SAVUNMASI, SERBESTİSİ...
Kadın düşmanı politikalardan, söylemlerden güç alan erkekler, kadınlara yaşam alanlarının her noktasında saldırdılar. İstanbul’da bir adam şort giyen bir kadına “Sen şeytansın, açık giyinenler ölmeli” diyerek otobüste tekme attı, ifadesinde “Her şey İslam hukukuna uygun oldu” buyurdu, salıverildi! Hamile bir kadın parkta darp edildi, kendisini “üzerimde laf edilecek bir kıyafet yoktu” diye savunmak zorunda kaldı! Kadınlara yönelik suç işleyenlerin mahkemede kendisini “Cumhurbaşkanımıza hakaret etti”, “FETÖ üyesi olmasından şüphelendim” diye savunabildiği, bu savunmanın indirim gerekçesi olabildiği bir memleket ortamında yaşama çalışıyoruz. Bitmedi.
KADINLARIN MÜJDESİ...
Çünkü kadınların direnci var. “Direnenin öyküsü müjde gibidir” diyordu gazeteci İrfan Aktan; “Kimse direnmiyor gibi gösterilmek isteniyor. Müjde yayılmasın, sadece seçilmiş kara haberler aktarılsın isteniyor. İktidarın önümüzdeki günlerde üzerinde en fazla çalışacağı nokta direnişleri görünmez kılmak” diyordu.
Görünmez kılınmanın ne demek olduğunu en iyi kadınlar bilir. Bu bitmeyecekmiş gibi duran saldırganlığa karşı kadınların OHAL’i delen eylemleri, her bulduğu fırsatta yaşamı savunma, biraraya gelme gayretini görünmez kılamasınlar diye bu yoklukta, bu zorlukta, bu bezginlikte gündelik hayatı yaşanabilir kılma gayretini, o gündelik, küçük direnişleri görünür kılmak, birbirimize müjde diye duyurmak hikayeyi başka türlü yazabilmenin çaresi...