Kürt sorunu OHAL’in ‘terör’ parantezine sığmaz!
Kürt sorununun bölgesel gelişmelerle böylesine iç içe geçtiği koşullarda Kürt sorunu “terör” parantezine sığmaz/sığdırılamaz.
Yusuf KARATAŞ
Bir devlet-iktidar yetkilisinden ‘Kürt sorunu’ sözünü en son ne zaman duydunuz?
2015’in Nisan ayında açıklanan ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği “mutabakatı kabul etmiyorum, ortada bir masa da yok” sözlerinden sonra ‘çözüm süreci’ buzdolabına kaldırılmış; ardından da ‘Kürt sorunu’ iktidarın lügatından çıkartılmıştı.
Denilebilir ki, 2016 yılı önce Kürt kentlerindeki tanklı-toplu kuşatma eşliğinde yaşanan şiddetli çatışmalar ve yıkımın, ardından da OHAL’le birlikte başka türlü bir “çözüm”ün devreye girdiği bir yıl oldu. İktidarın lügatından çıkartılan Kürt sorununun yerine 90’lı yılların o meşhur “son terörist yok edilinceye kadar…” nakaratına geri dönüldü.
Peki, Kürt sorununun terör parantezi içine alınarak çözümü mümkün mü?
Bu sorunun yanıtını vermek için öncelikle son bir yılda olup bitene dönüp bakmak gerekiyor.
SEÇİM VE ERTESİ STRATEJİLER
“Çözüm süreci”nin çıkmaza girmesinde Rojava’daki gelişmelerin belirleyici bir rol oynadığı iktidar sözcüleri tarafından da dillendiriliyor. İktidar, 2013 başlarında PKK lideri Öcalan’la görüşme sürecini başlatırken öncelikle Suriye üzerinden sürdürdüğü müdahale politikasında elinin güçleneceği hesabını yapıyordu. Öte yandan ülke içinde de Kürt sorununda inisiyatifi eline alarak Kürtleri başkanlığa razı edecek bir çözüm çerçevesini kabul ettirebileceğini umuyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Suriye Kürtlerinin Türkiye’nin müdahale politikasına yedeklenmesi beklentisi gerçekleşmediği gibi, ortaya çıkan demokratik kanton yönetimleri ülke içinde iktidarın Kürtlere kendi çözüm çerçevesini dayatmasını da imkânsız hale getiriyordu. IŞİD’in Kobanê saldırısı üzerinden süreci tersine çevirme girişimi de başarısızlığa uğrayınca “çözüm süreci” iktidar için anlamını yitirdi. Buna 7 Haziran 2015 seçimlerinde “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganını kullanan HDP’nin, AKP’nin tek başına hükümet kurma çoğunluğunu kaybetmesine yol açan yüzde 13’lük seçim başarısı eklenince başta da belirttiğimiz gibi “çözüm süreci” yerini “terörle mücadele” konseptine bıraktı.
Ancak bu konseptin devreye sokulabilmesinde Kürt hareketinin yanlış politikaları da önemli bir rol oynadı. Çünkü Kürt hareketi, iktidara karşı HDP’nin 6 milyonu aşkın oyda ifadesini bulan demokratik kazanımlarının yarattığı zemin üzerinden yanıt vermek yerine “devrimci halk savaşı” adı verilen ve “özyönetim” ilanları üzerinden savaşı şehirlere taşıyan bir taktik tutum geliştirdi. Kürt hareketinin ‘ayaklanma’ beklentisinin gerçekleşmemesi, “hendek” tartışmaları eşliğinde birçok kentin tanklı-toplu kuşatma eşliğinde ülke tarihinde görülmemiş bir yıkıma sahne olmasına yol açtı. Şehirlere taşınan savaş demokratik siyaset zeminini önemli oranda baltaladığı için yaşanan savaş ve yıkıma karşı halkın tepkisi de oldukça sınırlı kaldı.
İşte Kürtler 15 Temmuz darbe girişimine büyük bir yıkımın yaralarını sarmaya çalışırken yakalandı. Ve darbe girişimi iktidar tarafından FETÖ’ye karşı olduğu kadar, Kürt hareketine karşı da “Allah’ın bir lütfu” olarak görüldü. İlan edilen OHAL’le “terörle mücadele” konseptini uygulamanın önündeki bütün engeller kaldırıldı.
Burada OHAL’in bilançosunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Hukukun tamamen askıya alındığı bu dönemde HDP Eş Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ başta olmak üzere 12 HDP’li vekil, Kürt sorunu konusunda yaptıkları açıklamalar nedeniyle “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla tutuklandı. OHAL’den önce İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin aylarca incelemelerde bulunup hiçbir ‘suç’ icat edemedikleri DBP’li belediyelere ardı sıra kayyım atandı, belediye başkanları tutuklandı. Yine bu dönemde gazete, tv kanalı, haber ajansı vb. gibi birçok medya organı, yüzlerce dernek-sendika çıkartılan KHK’lerle kapatıldı. Kürt siyasetçilere, emek ve demokrasiden yana güçlere karşı aralıksız sürdürülen operasyonlarda binlerce kişi hapishanelere dolduruldu. Ve bu bilanço her geçen gün daha da ağırlaşıyor.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, son dönemlerde TAK tarafından yapılan bombalı terör eylemleri zaten ciddi biçimde tahrip olmuş olan demokratik siyasetin toparlanmasını daha da zorlaştırmakta, dahası iktidarın başkanlığa (partili cumhurbaşkanlığı) karşı çıkanları “terör destekçisi” ilan edip baskı altına almasını kolaylaştırmaktadır.
2016’nın iktidar tarafından “büyük başarı” olarak görülen/gösterilen bütün bu karanlık tablosuna rağmen baştaki soruya dönersek, Kürt sorununun bu terör parantezi içinde çözümü mümkün mü?
İKTİDARIN ERKEN ZAFER İLANI
Bize sorarsanız, iktidar erken ‘zafer’ ilan etmektedir. Dahası bugün böylesi bir çözüm, Kürt sorununun aynı yöntemlerle çözülmeye çalışıldığı 90’lı yıllardan çok daha zordur.
Her şeyden önce demokratik siyasetin kanallarının darbelenmesi ve OHAL’in yarattığı baskı ortamı nedeniyle yaşanan sessizlik aldatıcıdır. Kürt halkının büyük kesimi bugüne kadar destek verdiği Kürt hareketinin son dönemlerdeki politikalarını eleştirse de bu kitlelerin 90’lı yıllardan çok iyi bildikleri “terör konsepti”ne yedeklenmesi mümkün değildir. Bugün iktidarın en büyük yanılgısı, yaşanan sessizliği bugüne kadar ulusal-demokratik talepleri için mücadele eden halk kitlelerinin bu talep ve mücadelelerinden vazgeçtikleri biçiminde okumasıdır.
Öte yandan 90’lı yıllarda “terörle mücadele” konseptinin en büyük savunucuları ve uygulayıcıları olan Büyükanıt’lar, Başbuğ’lar bile daha sonra Kürt sorununun operasyonlarla çözümünün mümkün olmadığını söylemek zorunda kalmışlardı. Üstelik Kürtlerin Bölge’de (Ortadoğu) hiçbir ciddi kazanımının olmadığı 90’lı yıllardan bugüne köprünün altından çok sular aktı. Kürtler, bugünkü bölgesel kamplaşma ve mücadelede gelecekleri için mücadele eden en dinamik güç olarak kimsenin göz ardı edemeyeceği bir konuma gelmiş bulunuyorlar.
Özetle farklı parçalardaki Kürt mücadelesinin tarihinde olmadığı kadar birbirini etkilediği ve yine Kürt sorunun bölgesel gelişmelerle böylesine iç içe geçtiği koşullarda Kürt sorunu “terör” parantezine sığmaz/sığdırılamaz.
Öyleyse şimdiden söyleyebiliriz ki, bugün uygulamaya konan “terör” konsepti ve bu konseptin yarattığı yıkım-tahribatlarla halkın talep ve mücadelesi ekseninde demokratik bir çözüm belki geciktirilebilir; ancak tarihin böylesi girişimlerle akışını engellemeye çalışanlar için derslerle dolu olduğu da unutulmasın!