2016 gazetecilik mesleği için turnusol kâğıdıydı
Ceren Sözeri 2016’da basına yönelik baskıları yazdı.
Ceren SÖZERİ
İktidar medyasının iki tetikçisi ekranda herkesi terörist ilan edip tehditler savuruyorlar. Konu medya, kendilerince standartlar belirliyorlar, milatları 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması, o tarihten itibaren iktidarın yanında yer almayan herkes ‘hain’. Biri diyor ki “17-25’i milat almazsak ortada adam kalmaz.” Senenin sonu, hedef Doğan Grubu, Tolga Tanış “DEAŞ’ın Türk malı potasyum nitratları” başlıklı yazısı nedeniyle Can Dündar gibi yargılanmalıymış. Döndük başa, geçtiğimiz yıla Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklu yargılandıkları davanın iddianamesiyle başlamıştık. 473 sayfalık iddianamede gazetecilik faaliyetinden başka bir şey yoktu. Benim de Evrensel’de düzenli yazılarımın bir yılı doldu, geriye baktığımda neredeyse tüm yıl gazeteciliğin suç olmadığını anlatmaya çabalamışım.
Yılın önemli bir kısmı İstanbul Adalet Sarayı’nda geçti. Dündar ve Gül 92 gün sonra Mart ayında serbest kaldılar. Ama bizim mesai hiç bitmedi, önce barış istemek suç sayıldı, yüzlerce insanın öldüğü operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarıyla tutuklu gazeteci sayısı hızla artmaya başladı. Ana akımdan Dündar ve Gül’e cılız da olsa bir destek gelmişti, diğerleri içinse sustular. Bir grup gönüllü gazeteci baskı ve tehdit altındaki meslektaşlarına destek olmak için Haber Nöbeti’ni başlattılar. Şubat’tan Mayıs’a kadar her hafta gazeteciler omuz omuza haber yapıp hak ihlallerini duyurdular. Senenin başında Hürriyet’te manşet olmuştu İsmet Berkan’ın Sur ya da daha doğru ifadeyle ‘zırhlı araç izlenimleri’. Ana akım hızlıca özlediği 90’lı yıllar diline döndü. Haberlerde insanlar yine “ölü ele geçirilmeye” başlandı. Tahir Elçi’nin konuk olduğu o skandal yayının anısı ve Elçi’nin ölümünün acısı tazeyken tartışma programları muhataplarının konuk olarak dahi çağrılmadığı propaganda araçlarına dönüştü. İliştirilmiş gazeteciler jandarma ile mizansen oluşturup Yüksekova’da insanların evlerini patlattı, bir de üzerine onlara gazetecilik ödülü verdiler.
Doğan Grubu ne yapsa yaranamıyordu, 15 Temmuz hükümet için olduğu gibi onun için de “lütfa” dönüştü. 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın mesajını yayınlayıp insanların sokağa çıkmalarına aracı olunca hükümet gözünde darbeseverden darbesavara dönüştü. Bir süre bunun tadını çıkardı. Basın özgürlüğü altında kendisini övmeye, hükümetten gelen takdirleri yayınlamaya doyamadı. Bu arada OHAL ilan edilmiş, cezaevleri gazetecilerle dolmaya başlamıştı. Ne gazetecilerin baskınlarla gözaltına alınması, ardından tutuklanması ne de gazetelerin, televizyonların kapatılması ana akımın ilgisini çekmiyor, olaylar büyüdüğünde bültenlerde kısa haberlerle geçiştiriliyor, tartışma programlarında baskılar meşrulaştırılıyordu. 90’ların ‘muhalif ve vicdanlı sesi’ Ahmet Hakan, Özgür Gündem kapatıldığında onu “teröristleri” desteklemekle suçluyor “IŞİD Fransa’da gazete çıkarabilir mi?” gibi ilgisiz, retorik sorularla pozisyonunu korumaya çalışıyordu.
Ancak ne yapsalar olmadı, ne zaman gazetecilik yapsalar suç oldu, muhabirler, yazarlar hedefe kondu. İktidarın hoşuna gitmeyen bir haber yapıldığında hemen ertesinde dengelemek için aferin almaya dönük manşetlerle çıktı. İsmail Saymaz “İşte ‘ByLock’ David Keynes” başlıklı haberi nedeniyle hedef oldu. Haberin tartışıldığı televizyon programına Saymaz çağrılmadı, hatta sular durulana dek Saymaz televizyonda görünmedi. Bu denge / dengesizlik halinin içeriden kaynaklı olduğunu Berat Albayrak’ın mailleri sızdığında öğrendik. Grubun başında olan Mehmet Ali Yalçındağ Albayrak’a düzenli olarak bilgi veriyor, desteklerini sunuyordu. Maillerden öğrendiğimiz kadarıyla Vuslat Doğan Sabancı ile fikir ayrılığı vardı, Vuslat Doğan Sabancı’ya göre Hürriyet’in Sabah’a dönüşmesine gerek yoktu. Haklı çıktı, Yalçındağ gitti. Zira iktidar da bunu istemiyor Doğan Grubu’nu korkutarak bulunduğu yerde kontrol altında tutmayı tercih ediyordu.
Ana akımın dışında kalan medya ise sonbahar aylarını sürekli tehdit altında geçirdiler. İktidar tarafından “muhalif” görülen 12 televizyon, 11 radyo 668 no’lu KHK’ye dayandırılarak kapatıldı. Gazeteler iktidar medyası tarafından sürekli tehdit edildiler, kapatılacaklarına dair kaynağı belirsiz haberlerle ve de durmadan artan davalarla mücadele ettiler. Bir sonraki darbe Cumhuriyet’e geldi. Ekim sonunda bir operasyonla Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni, köşe yazarları ve vakıf yöneticileri gözaltına alındılar. Aralarında 10’u tutuklandı, yazarları gazetecilikle, vakıf üyeleri de yasal bir vakfa üye oldukları için suçlanıyorlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak “İstiyoruz ki Cumhuriyet gazetesi yönetimi kendi yanlışını kendisi gidersin” dedi, böylece bir gazetenin yayın politikasını değiştirmesi için yazarlarının, yöneticilerinin rehin alındığı ortaya çıktı.
2016, Türkiye medya tarihinin en zor yıllarından biriydi kuşkusuz. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ve Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre dünyada cezaevinde en çok gazetecinin olduğu ülke konumuna erişti. Adalet Bakanlığı’na göre sayı belirsiz çünkü meslekler tam olarak belirlenemiyormuş. 2017’de medyayı siyasi baskılar, içine girdiğimiz savaş ortamının yanı sıra ekonomik kriz de sarsacak. Dolarla, Euro’yla alınan kâğıdın maliyeti arttı, dara düşen şirketler reklamı kesecek, lazım olan para Katar’dan gelir mi bilinmez ama şu halde tetikçilerin de işleri tehlikede. Adalet Bakanlığı belirleyemiyor ama içinden geçtiğimiz süreç gerçek gazetecileri görebildiğimiz bir turnusol kağıdı gibi. Ne zaman bilinmez ancak bu günler geçtiğinde gazeteciler meslektaşlarının ve okurların gözünde hala gazeteci diğerleri ise en hafif tabirle “belirsiz” kalıp silinecek.