Bir yanımız içeride ama başımız dik!
2016, basına yönelik baskıların arttığı bir yıldı. Ancak tutuklama, kapatma ve sansüre karşı gazetecilerin örgütlü dayanışması da takdire şayandı.
Fatih POLAT
Türkiye’de birçok kesim gibi biz gazeteciler için de 2016 zor bir yıl oldu. Mesaimizin önemli bir kısmı adliye koridorlarında geçti. Meslektaşlarımızın davalarına destek için, bazen de kendi davalarımız nedeniyle.
Dağıtımcıları dahil etmeyen ve sıkı kriterler uygulayan Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) raporuna göre, 2016 Aralık ayı başı itibariyle, Türkiye’de en az 81 gazeteci cezaevinde. CPJ kayıtlarına göre bu herhangi bir ülke için aynı anda belirlenmiş en yüksek sayı ve hepsi de devlete karşı işlenen suçlar sebebiyle hapiste.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) ‘Türkiye basınını susturmak’ başlıklı raporunda “Basın özgürlüğüne gaddarca saldırılar, devleti denetlenmekten koruyor” deniyor.
Raporda yer verilmiş olan bir gazetecinin görüşü çok dikkat çekici: “Türkiye’de eskiden gazeteciler öldürülüyordu. Bu hükümet gazeteciliği bütünüyle öldürüyor.”
HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Olağanüstü hal uyarınca 148 gazeteci ve basın çalışanını hapsederek ve 169 medya kuruluşu ve yayın evini kapatarak Türkiye demokrasisinin merkezinde yer alan ‘insan hakları ve hukukun üstünlüğü temel ilkelerini nasıl kasıtlı olarak çiğnediğini’ gösteriyor” diyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) ise, Türkiye’de cezaevindeki gazeteciler için ‘100’ü aşkın’ ifadesini kullanıyor.
Hayatın Sesi, imc TV, Yol TV, Azadi TV, Özgür Gün TV’nin de aralarında olduğu çok sayıda televizyon kanalı ile radyoların mühürlendiği 2016 yılının sonuna doğru da Yol TV kapatıldı.
Gazeteciler sokakta da, 1990’ları akıllara getiren anlar yaşadılar. Silvan’da polisin, görevini yaparken DİHA Muhabiri Serhat Yüce’nin kafasına silah dayaması, Cizre’de imcTV Kameramanı Refik Tekin’in üzerine zırhlı araçtan kurşun sıkılması zihinlerimize kazındı.
Cumhuriyet Gazetesi’nin yayın politikası iktidarın hoşuna gitmiyor diye, uydurma bir gerekçeden hareketle hedef alınması, gazetenin 10 yönetici, yazar ve çizerinin tutuklanması yılın önemli basın özgürlüğü ihlallerindendi. Yılın sonuna doğru, Cumhuriyet gazetesinin kantin sorumlusunun da ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla tutuklanması, tutuklanma furyası konusunda yargının nasıl bir şehvetle hareket ettiğinin çok çarpıcı bir örneği oldu.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen gazetelerde çalışan onlarca gazeteci ve yazarın tutuklanması da, ‘darbe girişimine katıldıklarına dair somut delil var mı?’ sorusunu mesleki etik açısından gerektiriyor.
‘Müzakere’ sürecinde hakkında dava açılmayan Özgür Gündem gazetesinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Bundan sonra çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır’ sözleriyle oluşan yeni iklimde adeta bir polis ordusu ile basılarak, çalışanlarının darbedilip gözaltına alınması ve gazetenin Eş Genel Yayın Yönetmeni Zana (Bilir) Kaya ile Sorumlu Yazıişleri Müdürü İnan Kızılkaya’nın tutuklanması, muhalif basının tamamen siyasi bir operasyonun hedefi olduğu gerçeğinin somut bir işaretiydi.
Tüm bunlar yaşanırken JİNHA editörü Zehra Doğan’ın ve Evrensel Gazetesi Mersin Muhabiri Cemil Uğur’un uydurma bir gerekçe ile koyuldukları hapishaneden çıkmaları ve tutuklu yargılanacak olmaları bile yılın sonuna doğru şans saydığımız gelişmeler arasındaydı. Bu gerçekliğimiz karşısında, gazeteciler olarak birbirimize dönüp ‘nelere seviniyoruz’ demekten kendimizi alamadık.
Özgür Gündem ile dayanışmak için gerçekleştirilen ve 100 ismin katıldığı birer günlük nöbetçi genel yayın yönetmenliği süreci ise – ben de onlardan biriyim- yılın önemli dayanışma örnekleri arasında tarihe yazıldı. Pek çok nöbetçi yayın yönetmenine dava açılırken, yargılananlar duruşma salonlarını basın özgürlüğünün savunulduğu birer mücadele alanına çevirdiler.
Yılın son günlerine doğru 6 meslektaşımız Berat Albayrak e-postalarını haberleştirdikleri için gözaltına alındılar. Bu yazı yazıldığında onların gözaltı alınışlarının ikinci günüydü ve haklarında 5 gün avukatları ile görüşme yasağı vardı.
Bir avuç gazeteci olarak başlattığımız ve ardından 68 gazetecinin katıldığı Haber Nöbeti ise, gazeteciler açısından gurur verici bir mesleki dayanışma örneğiydi. Diyarbakır’a gelerek bu nöbete katılan mesleğimizin duayen isimlerinden Ragıp Duran, Haber Nöbeti’ni şu gurur verici ifade ile tanımladı: “Bu çapta örgütlü bir mesleki dayanışma siyasi ve tarihi olarak bir ilktir.”
Haber Nöbeti’ne katılan ve 1989 yılında imza attığı ‘Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirme’ haberinden beri, bölgeyi istikrarlı bir biçimde takip eden deneyimli Gazeteci Celal Başlangıç da, “Aslında Türkiyeli gazeteciler Haber Nöbeti ile 21. yüzyıldaki en büyük birlikteliklerden ilkini gerçekleştiriyorlardı” diye yazdı.
Bir yandan bölgede hayati risk altında görev yapan meslektaşlarımız ile dayanışarak onlara yalnız olmadıklarını hissettirmeyi amaçlayan, diğer yandan da, bölgeden haber akışının önündeki karartmayı kırabilmeyi amaçlayan Haber Nöbeti sırasında Cizre, Silopi, İdil, Diyarbakır, Silvan, Nusaybin, Varto ve Yüksekova’dan toplam 350’yi aşkın haber geçtik. Haber Nöbeti, Almanya’da ana akım medyanın görmediği haberlere dikkat çekmek için kurulan bir inisiyatif olan Initiative Nachrichtenaufklarung tarafından Günter Wallraff Eleştirel Gazetecilik Ödülü’ne layık görüldü. Hrant Dink Ödülleri’nde ‘2016’ının Işıkları’ arasında sayıldı ve Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’nü aldı
Şubat başında başlayan ve 29 Mart’ta Beritan Canözer’in davasıyla tamamlanan 8 haftalık Haber Nöbeti’nin birikimi üzerinde, hemen ardından Ben Gazeteciyim İnisiyatifi şekillendi. ‘Gazetecilik Suç Değil’ çalışmasıyla kendisini duyuran Ben Gazeteciyim, aynı zamanda çeşitli basın meslek örgütlerinin de üyesi olan bizler için yeni yıla girerken arkasında durduğumuz sözün adıdır.