Ne çok elimiz varmış meğer
OHAL’in yaşandığı, sokağa çıkmaya korktuğumuz, çıktığımızda eve dönebilecek miyiz diye düşündüğümüz bugünlerde ne kadar da özlemişiz bir arada olmayı.
Hülya ZENGİ
Alibeyköy-İSTANBUL
Ülke olarak zor zamanlar geçirdiğimiz bugünlerde basın yayın organlarımıza verilen onlarca cezaya karşı başlatılan kampanyaya biz Alibeyköy’de yaşayan kadınların da katkısı olsun diye bir dayanışma kahvaltısı yapmaya karar verdik. Karar verdik vermesine de, zamanımız ve bütçemiz dardı. Kahvaltı için bir mekan, davetiye, kahvaltılık yiyecek içecek, davetiyelerin dağıtımı bütün bunların üstesinden nasıl geleceğimizi düşünüyorduk ki, mahallemizin en nezih kafesinin sahibi bize kapısını açacağını ve maddi talebi olmayacağını söylediğinde havalara uçtuk.
Şimdi sıra davetiyedeydi. Kadın arkadaşlarımızdan biri tasarladı, başka bir arkadaşa gönderdi. Arkadaş üzerine bir şiir ekledi; başka bir kadına gönderdi. En son alan arkadaş üstüne renklerini ekledi ve bir erkek yoldaşımızın yardımı ve sponsorluğu ile ertesi gün sabah matbaada baskıya hazırdı. Sevincimiz ikiye katlandı, davetiyeler de hazırdı.
Mekan ve davetiye var da; bunları kim, ne zaman dağıtacaktı. Zira eve gelişimiz bile bazen bazı insanların uyku saati kadar geç oluyordu. Kapı çalacak kadar vaktimiz yok ve davetiyeye yazdığımız tarihse bir o kadar yakın. Sonra resmen elden ele yöntemi ile kadın arkadaşlar davetiyeleri yaklaşık 80 kadına ulaştırdı, üstelik kimseye yük olmadan.
Kahvaltıya bir gün kaldı. Ama bizim henüz 1 kilo zeytinimiz bile yoktu. Üç arkadaş oturduk, alacaklarımızı planlarken telefonlarımız çalmaya başladı. Davetiye alan her kadın arkadaş arayarak “Ne eksik, ne alabiliriz?” ya da “Gelemiyorum, çalışıyorum ama bir şey yapıp göndereyim” derken akşama hazırlanacak yiyeceklerin sayısını bile çıkaramamıştık.
Sabah mekanın kapıları açıldı, sobamız yandı, kestanelerimiz pişmeye başladı, mis gibi tomurcuk çayı kokusu ortama yayılmıştı ki kadınlar ellerinde tepsi tepsi börek, pasta, kurabiyelerle gelmeye başladılar. OHAL’in yaşandığı, sokağa çıkmaya korktuğumuz, çıktığımızda da eve dönebilecek miyiz diye düşündüğümüz bugünlerde ne kadar da özlemişiz bir arada olmayı, bir masanın etrafında türküler söylemeyi ve karanlık günleri geride bırakma umutlarını birbirimize aktarmayı. O soğuk mekan, o boş masalar nasıl birden bahar bahçeye döndü. Dayanışmayı bu kadar güzel anlatan başka bir şey olamazdı. Konuştuk, söyleştik, Ayşe Hoca bağlamasını aldı, kadınlar barış türkülerini hep bir ağızdan söyledi. Belki de hiç bu kadar ihtiyaç duymamışlardı bu sözlere. Her bir türkü bir kuşun kanadına konup barış için bir yerlere gidiyordu sanki. Ve hep birlikte Nazım’ın şu dizeleri ile bitirdik kahvaltımızı:
Ne çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel işçilerininki
Sonra, ellerin elleri…
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi.