07 Ocak 2017 18:30

İstemeyen var mı?

Birlik ve beraberlik içinde yaşadığımız tek bir şey var; güvensizlik, korku ve hatta dehşet!

Paylaş

Sevda KARACA

1.5 yıl, onlarca saldırı, yüzlerce ölü... ‘Biz’ olarak sahiplenilmesin diye muhakkak bir ‘kusur’ uydurulana yapıldı saldırılar. Oysa ki... Barış istiyorlardı... İşlerine gidiyorlardı... Sokak düğününde eğleniyorlardı... Yıl başını kutluyorlardı... Çalışıyorlardı... Biri “Ne işi varmış orada?” diyenlerce “Bizden değil” diye imlendi, diğeri “Ama onlar da...” diye başlayan cümlelerin karanlığına gömüldü.

Her saldırının ardından, bu nefret onların suladığı topraklarda yeşermemiş gibi hükümet sözcülerinin dilinden “Milli birlik ve beraberliğimizi bozamayacaklar” cümlesi döküldü.

Oysa birlik ve beraberlik içinde yaşadığımız tek bir şey var; güvensizlik, korku ve hatta dehşet!

Artık ‘ev dışındaki her yer’in selametsiz olduğu fikri yaygın herkeste. Çalışmak, okula gitmek, alışveriş yapmak, bir yere ulaşmak zorunda olan insanlar, sokak başlı başına bir tehdit ve tehlike ortamı haline geldikçe ‘mahreme’ çekilme isteği ile büzüşüyor.

Gündelik hayatında sözü edilen ‘terör örgütlerinin’ siyasal hedefleriyle en küçük ilintisi bulunmayan milyonlarca insan üzerinde yarattığı bıkkınlık, bezginlik ve korku içimizi bulandırıyor. Ve bu bulantı, sığındığın ‘ev’ de olsa, ‘mahrem’ de olsa kapının dışında bırakılamıyor işte.

‘BÜYÜK RESİM’DE KAYBOLAN HAYATLARIMIZ

Herkesin dilinde ne olduğu belirsiz bir ‘büyük resme bakalım’ sözü... O ‘büyük resim’, bizim ‘küçük beyinlerimizle’ anlayamayacağımız, ancak ‘muktedir’ olanın anlayacağı bir bilinmezliğe işaret ediyor. Herkeste ne olduğunu anlayamayan, komplo teorilerine sığınan, küçük, gündelik ihtiyaçları önemsizleştirerek ‘büyük hesaplara’ hayatını kurban eden bir hal var. Toplum büyük bir dehşetle kenara çekilip hayatı hakkında hesap soramaz hale gelirken, o ‘büyük resmin’ müsebbipleri sorumluluğu üstlerinden atıp bizden daha fazla ‘fedakarlık’ isteyebiliyor.

Örneğin, asgari ücrete yapılan komik zammın zorunlu bireysel emekliliğe gitmesinin hesabını soramaz hale geliyoruz. Sağlığa erişim hakkımızın yüzde 60’lara varan zamlarla iyice ortadan kalktığını sorgulayamıyoruz. Kadın cinayetleri artıyor ve gerekçelerin “FETÖ’cü diye öldürdüm, Cumhurbaşkanına hakaret etti vurdum” gibi ‘büyük resme’ işaret eden küçük, gündelik faşizmlere bağlanmasını seyrediyoruz. Komşuyla, iş arkadaşıyla, akrabayla iki çift laf konuşamıyoruz, her konuşmanın sonu ya kavgaya ya küslüğe varıyor. Gerçekle yalanın birbirine karıştığı bir toplu muhabbet ortamında dillerden dökülen hep ‘iktidar’ cümleleri oluyor. İçimize çekiliyoruz, çekildikçe kafalar daha çok karışıyor.

BÖLÜNMÜŞ TOPLUM BİZİ BÖLENLERE BİR LÜTUF

Bu karmaşa hali, yaşananları ve birbirini anlamayan, birbirine anlatamayan bölünmüş toplum, iktidara ‘bir lütuf’!

Sorunlarla baş edemedikçe iradelerini otoriter figürlere teslim eden insanların buluşabildiği tek adres “Bu gidişatı ben değiştirebilirim” diyen, yeni bir düzen kuracağını vaat eden ‘liderler’ oluyor.

Tam da bu ortamda anayasa değişikliği tartışılıyor, yeni rejim inşası konuşuluyor, bugünümüzü ve geleceğimizi kararlaştıran tartışmalar Meclisin kapalı kapıları ardında kalıyor... Ve biz terör ve korkuyla sinmişler, o kapalı kapılar ardından ‘bizim için en iyisini bilen, çünkü büyük resmi gören’lerin iki dudağı arasına hayatımızı teslim ediyoruz.

Bu teslimiyetin en büyük faturasını biz kadınlar ödüyoruz. Bu ortamda etrafımız ‘IŞİD ortalamasına’ çekilebilen cani erkekler güruhuyla çevrilebiliyor hızla. ‘Yasak’ ve ‘günah’ ilan edilenler etrafında kışkırtılan kitleler, ezilmişliklerinin ve yoksulluklarının nedeni olarak gösterilen her türden ‘modern’ imgeyi yok etme hezeyanına sürüklenebiliyor. O imgeler arasında saldırıların en meşru görüldüğü şey; kadınlar ve kadınların var olma talebi oluyor. Bu ‘şeytanileştirme’ gündelik hayatta ‘sıradan saldırganlıklara’ yol veriyor. Yurda yürümekte olan kadın cami avlusunun duvarından atılıp tecavüze uğrayabiliyor, parkta yürüyüş yapan bir kadın “Buraya gelemezsin” diye darp edilebiliyor, Reina’da saldırıya uğrayan kadınlar hakkında ağza alınmayacak küfürlerle “Hak etmişler” diye yazılabiliyor... Bu ‘büyük’ resim evlerde daha çok kadının giderek daha korkunç yöntemlerle öldürülmelerine, şiddete uğramalarına yol veriyor; ‘dehşetli yöntemlerle uygulanan şiddet’ en bayağı gündelik hikayeler olarak karşımıza çıkabiliyor.

TEHLİKEDE OLAN ‘YAŞAM TARZI’ DEĞİL, YAŞAM!

Şimdi bütün bu yaşananları ‘yaşam tarzına müdahale’ diye okuyup anlamaya çalışmakla malul bir hal de peyda oldu.

Oysa şok ve dehşet yoluyla sindirilmiş yaşamlarımız pamuk ipliğine bağlıyken mesele ‘hangi tarzda yaşayacağımızda’ değil, yaşamın ta kendisinde! Tehlikede olan ‘yaşam tarzlarımız’ değil, en temel yaşamsal haklarımız, özgürlüklerimiz, varoluşumuz.

Bugün güvenli bir yaşam, düşündüğünü özgürce dile getirebilme, olan biten hakkındaki hakikatleri öğrenebilme en önemli talepler haline geldi. Muhatabımız ise öncelikle devlettir.

Biz kadınlar kuralsızlığın ve tek adam keyfiyetinin kural mertebesine çıktığı bir memlekette; hiçbir zaman bizim için bir korunak olamamış evlere, ‘mahreme’ kapanarak yaşamak zorunda değiliz. Her an her şeyin olabileceği bir puslu havada soluk alıp vermek zorunda değiliz. En büyük avuntumuzun “Bugün de sağ kaldık çok şükür” demek olduğu bir tekinsizliğe mahkum değiliz.

Sokağın güvenli, evin tekin olduğu; dumanlı havanın yerleşemediği, terörün imkan bulamadığı bir gündelik hayat…İstemeyen var mı?

Yok.

HANGİ BİRLİK VE BERABERLİK?

Peki, bu nasıl mümkün olacak? Her fırsatta hükümetin yardıma çağırdığı “milli birlik ve beraberlik” sözleriyle gerçekleşme imkanı var mı?

Bizi birleştiren, bizi korkuya mahkum eden koşulların serpilip gelişmesine neden olanlardan hesap sormak olmadıkça, yok!

Hep birlikte parçası olacağımız bir “Yaşamımıza sahip çıkıyoruz” hamlesi, sonuçları tahmin edeceğimizden daha etkili olacak bir ‘dur’ işareti olabilir. Türkiye’nin OHAL-KHK rejimini geride bırakma, hukukun üstünlüğünü hâkim kılma, nefretin yerine hoşgörüyü, ayrımcılığın-dışlamanın panzehiri olarak ‘bir arada yaşama’ anlayışını egemen kılma yolunda yapacağımız bir tek ortak hamle önemli... Birbirimize güvenimizi, gelecek umudunu yeniden kazanmak için, en temel yaşamsal haklarımızın askıya alınmasına göz yummamak için, ülkeyi tek adam diktatörlüğüne mahkum etme anayasasına ‘hayır’ demek önemli.

Aklınızdan çıkarmayın çocuk istismarını evlilikle meşrulaştırmaya çalışanların bize ve çocuklarımıza nasıl bir hayat reva gördüğünü... Ona nasıl hep birlikte bir ağızdan ‘hayır’ dediğimizi... Ve nasıl kazandığımızı...

 

ÖNCEKİ HABER

Bir tatlı huzur alabilir miyiz kendi imkanlarımızla?

SONRAKİ HABER

Bir Ermeni ilahisinden kahramanlık marşına

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa