Köpek meselesi
Mehmet Tarhan, Meclisteki Anayasa tartışmalarını ve vekillerin 'Köpek giremez' yazılı döviz taşımasını yazdı.
Mehmet TARHAN
TBMM bugünlerde harıl harıl çalışıyor. İster Başkanlık, ister Partili Cumhurbaşkanlığı, ister Sultanlık deyin adı ne olursa olsun TBMM intiharın eşiğinde. Bu yazı yayınlandığında halktan gelecek suni teneffüsten başkaca umut kalmamış olabilir. Uzun uzun yazıldı bu mevzularda, daha da yazılacak, anlatılmaya çalışılacak; meclis intihardan vazgeçmeye, halk hayat öpücüğü vermeye ikna edilmeye çalışılacak. Ben ise köy yanarken saçımı tarar misali, muhtemelen sona erecek cumhuriyet tarihimizin ikinci “Köpek vakası”nı yazmak niyetindeyim. Valla benim değil Muhammet Balta, Şamil Tayyar ve en çok da Belma Satır’ın kusuru, eğer kusursa.
Yassıada’da Celal Bayar’ın yargılanmasında söz konusu olan köpek gerçekten bir Afgan tazısıydı. Bir cumhurbaşkanının ilk defa hakim karşısına çıktığı bu davada Afgan kralının hediyesinin özelleştirilmesi dava konusu edilmişti. Burada söz konusu olan gerçek bir köpek değil ama malum Yassıada günlerinden daha beter günler yaşıyoruz, birileri hakim karşısına çıkabilir. Ben işin orasında da değilim; Belma Satır’ın “Dikkat! Köpek giremez!” dövizi daha çok ilgimi çekiyor. Günlerdir köpek üzerine düşünüyorum. Şöyle bir tarayayım lepiska saçlarımı ateşe doğru:
Efendim köpekler yaklaşık 12 bin yıldır hayatımızdalar. Önceleri avcı toplayıcılıkta en önemli yardımcılarımızdı, sonra diğer hayvanların da evcilleştirilmesiyle çobanlığa, yerleşik hayatla birlikte bekçiliğe terfi ettiler. Bugün bütün bu rollerinin yanında daha çok şehirleşmenin etkisiyle ev arkadaşı olarak istihdam ediliyorlar. Büyük bir endüstrinin de tam göbeğindeler.
Yüzlerce türü var köpeğin ancak genel olarak tamamının atasının kurtlar olduğuna dair yaygın bir kabul var. Bütün köpek türleri fiziksel olarak kurtlara benzemeseler de davranış biçimleri hâlâ oldukça benzer. Sürü halinde yaşamaları, sonradan yabanileşen köpeklerin avlanma biçimleri, hatta grup halindeki sokak köpeklerinin toplu halde yürüme biçimleri bile oldukça benzer. Mesela yürürlerken sürü lideri en önde olmaz, ters bir V şeklindeki sürünün ortalarında, en korunaklı yerinde yer alır. Olası etrafındaki köpekler sürekli yerleriyle birlikte görev değiştirirler. Avlanma sırasında ise, mesela bir kürsü avlayacaklarsa -V şeklinde yine ama bu sefer ters değil- iki koldan avı çembere alır, iyice yorar ve ele geçirirler. Fakat mesela kürsü avlamışlarsa onu yemez, sürü liderine bırakırlar. Yemekte ilk sıra da, en kupon etler de lidere aittir, ondan kalanlarla idare ederler.
Köpeklerin bu kadar hayatımızda olmalarının bir diğer nedeni de tarifsiz bağlılıkları ve dostlukları olmalı. Eğitimlerinde ödül-ceza yöntemleriyle sahiplerini sürü lideri olarak görmeleri öğretildiğinden müthiş bir bağlılık duyarlar ona. Her emrini yerine getirirler, herhangi bir sorgulama yapmak zaten akıllarına gelmez, keza yaradılışlarına terstir. Sürekli bir yaltaklanma halindedirler, sürü liderinin yani sahibinin sevgisine, ilgisine mazhar olabilmek için. Önüne yatıp karınlarını açarak sürekli bağlılıklarını gösterirler. Yok yok, önüne yatmak derken onu demiyorum, ya da kabin çıkışı pul göstermekten bahseden de yok; içiniz fesat sayın okuyucu. Yabancılarla kurulacak ilişkide kendileri karar vermezler, sahiplerinin düşman olarak işaret ettiğine saldırır, dost olarak gösterdiğine yaltaklanırlar. Aaaa… Üstüme iyilik sağlık, ne Rusya’sı ne Esad’ı falan; bu ne fesatlık. Şurada belgesel tadında bir yazı yazmaya çalışıyoruz; ayıp! Bir de ev köpeklerinin kendi tasmalarıyla ilişkisi her zaman bana çok ilginç gelmiştir. Tasmanın sesini duyunca çok heyecanlanırlar. Dışarıya gezintiye çıkmak demektir. Bu sınırlı özgürlük zamanlarında eğer iyi eğitimlilerse tasmayı birilerinin tutmasına bile gerek yoktur, kendi kendilerine taşırlar onu da. Neyse, köpekler işte, mesela hayatları pahasına da olsa sahiplerinin istediği şeyi yaparlar. Sahiplerini kaybedecek olurlarsa yeni bir sahibe ihtiyaç duyarlar; bulamazlarsa da perişanlık.
Bu yazdıklarımdan sonra herhalde iflah olmaz bir kedici olduğum yeterince açık olmuştur. Köpeklerin başkenti diye anılan Buenos Aires’te bunu kimseye çaktırmamaya çalışıyorum ama size itiraf etmekte sakınca yok. İtaat etmedikleri, yaltaklanmadıkları, öncelikle kendi ihtiyaçlarıyla ilgilendikleri için sürekli nankörlükle suçlanır kediler. Yani bir köpeğin sahibi olabilirsin ama bir kediyle sadece ev arkadaşı olabilirsin. Aynı bölgede yaşayan iki canlı olarak sürer ilişkiniz, size karşı bir sevgisi olsa da bağlılık hissetmez. Bir gün gidiverebilir. Yani kedi dediğin öyle egoya pek iyi gelmez, dışarıda kırılan egonuzu, iktidarsızlığınızı tamir etmek için size bir iktidar alanı sunmaz. Mama için minnettar olmaz. O yüzden o minnetsiz sevgi daha sahici gibi gelir bana. Her neyse, bu yazı bir kedi güzellemesi değil.
Köpek kelimesinin bir hakaret olarak kullanılmasına elbette karşıyım, türcülük çok fena bir şey. Fakat köpeklik yerine kullanmak için uygun bir kelime henüz bulabilmiş değilim. Zamanında Askeri Mahkeme’de “Emre itaatsizlik”ten yargılanırken “savunma”larımdan birinde ettiğim cümle vardı. Askeri savcı ve hakimlerin yüzleri hâlâ gözümün önünde:
“Sorgusuz sualsiz itaat ya bir makineden ya da iyi eğitimli bir köpekten beklenebilir.”
Sayın milletvekili Belma Satır, “Köpek giremez” demiş meclise. Sadece şunu şuraya bırakıyorum:
“Bizim aldığımız aile terbiyesi, parti disiplini, hem Sayın Başbakanımızın talimatları, hem grup başkanvekillerinin talimatları…”
Evrensel'i Takip Et