Yeni rejim gazası ve sahte yaralı: Hem egemen hem ‘mazlum’
Kadın milletvekillerini hastanelik eden AKP milletvekili Gökçen Özdoğan Enç, meclise tekerlikli sandalyeyle geldi:. Hem egemen hem ‘mazlum’
Hakkı ÖZDAL
Türkiye, içinden geçtiği ve bir süredir sıkıştırılmış, yoğunlaştırılmış bir siyasal-toplumsal (ve giderek ekonomik) kriz şeklinde cereyan eden “dönüşüm” sürecinde tarihsel bazı “an”lara tanıklık ediyor.
Geride bıraktığımız hafta bu “an”larla dolu bir haftaydı. Şimdi ülkenin gündemine boylu boyunca yayılmış olan “başkanlık sistemi” meselesinin, hem nasıl bir “geçmiş”in tortusuyla geldiğini hem de nasıl bir “gelecek” vaat ettiğini gösteren bir dizi simgesel olay gerçekleşti hafta boyunca.
Tam da temel bilimsel zeminin alenen kaldırıldığı yeni müfredata ilişkin tartışmalar sürerken çocukların okulu yarıyıl tatiline girdi ve bu tatil vesilesiyle yapılan bir TV röportajında çocuğun biri, hayalinin gelecekte cumhurbaşkanı olarak anayasayı değiştirmek, darbeciler yüzünden yaşanan sorunlara karşı idamı getirmek ve “anayasalar geri dönmüyormuş ama döndürmek” olduğunu söyledi. İnanmak çocukların kusurudur, kolay inanırlar ve yalanın dünyasına aşina olan yetişkinlerden daha kolay kandırılırlar; ama güçlü sezgiler ve “oyun” da çocukların üstünlüğüdür, bazen, yaratmak istedikleri etkinin çerçevesini sezer, bu çerçeve içindeki bir pozisyonu başarıyla oynarlar. Bizde, alay ve yergi amacıyla olduğu kadar takdir ve övgü için de kullanılan “büyümüş de küçülmüş” deyimi, genellikle bu tür bir “oyun”un içindeki çocuklar için kullanılır. Zihinlerinin taze potansiyeli karşısında zavallı bir hiçliğin içine atılıp öğütülmekte olan bugünkü çocukların, varlığını göstermek ve karşılığında onay görmek için, çevrelendikleri bu pespayeliğin başlıca argümanlarını sezip, bunları doğal bir taklitçilikle tekrarlaması da garip değil. Memleketin bugünkü “tekinsiz” durumunun bir aynası gibi olan tuhaf bakışları ve takdir bekleyen jestleriyle “cumhurbaşkanı olucam, idam getiricem, yasaları geriye doğru yürütücem” diyen çocuğun, dinleyenleri dehşete düşüren bu sözlerinin hiçbiri kendine patentli değil. Bu sözlerinhangi tartışmalar minvalinde ve kim(ler) tarafından yeniden yeniden söylendiği; çocuk kanalları da dahil tüm iletişim araçlarından nasıl her köşe bucağa boca edildiği ortada. Bir süredir içinde yaşadığımız ve artık tüm hukuki sorumluluk ve denetimlerden de arındırılarak bir mutlakiyete dönüştürülmek istenen rejimin hem marifeti hem vaadidir bu hırpalanmış çocuk.
* * *
Geçen haftanın bir başka “tarihsel an”ı perşembe akşamı parlamentoda yaşandı. Kendisine konuşma hakkı verilmediği için bir kolunu hatip kürsüsüne kelepçeleyerek direnişe geçen, bu esnada da milletvekillerine başkanlık sistemine hayır oyu vermeleri çağrısı yapan Aylin Nazlıaka’ya yönelik saldırı anıydı bu. AKP’li kadın milletvekillerinin neredeyse bir “askeri strateji” izleyerek, Nazlıaka’yı önce muhasara altına almaları sonra da zor kullanarak kürsüden “sökmeleri”, belki de tüm bu dönemin en simgesel öyküsünü yarattı. Aylin Hanım’a yönelik kuşatma ve saldırıyı gerçekleştiren 10’u aşkın AKP’li vekilin önemli bir bölümünün tesettürlü olması, doğal olarak akıllara ilk önce, 1999’da Merve Kavakçı’nın türbanlı olması nedeniyle Meclis’ten çıkarıldığı bir başka “tarihsel an”ı getirdi. “Bu hanıma haddini bildiriniz” parolasıyla hatırlanan o olay, AKP’ci siyasetin mitoslaştırılmışbir yapı taşı, “mağduriyetler müzesi”nin en nadide eserlerinden biri olagelmişti. 2005’te bayram resepsiyonuna giden milletvekillerinin, 2006’da Merkez Bankası başkan adayının, 2007’de müstakbel cumhurbaşkanının eşlerinin başörtüsü tartışılırken, bu olaya da her fırsatta göndermeler yaparak konuyu bir “kimlik meselesi” ekseninde ele aldılar. O zamanlar, “insanların giyimini tartışmanın ayrımcılık olduğunu” söylüyor, meseleyi, “kimliklerin özgürlüğü” gibi İslamcı olmayan birçok kesim için de meşru bir “demokratik hak” tartışmasına çeviriyorlardı.
Aradan, “milli irade” sakızının da dillerden düşmediği yıllar geçtikten sonra, bir “millet”vekilinin Meclis’e hitap etmesine mevzuat barikatlarıyla engel olmaları, bunu protesto etmek için demokratik hakkını kullanarak eylem yaptığında da onu darp etmeleri, ideolojik bütünlüklerine ilişkin bir çelişki midir sadece peki? Bir zamanlar, Meclis’ten çıkarılmalarına ilişkin mitosu anlatarak kendilerine yeni ve güçlü bir “mazlumluk menkıbesi” daha devşirdikleri “türbanlı bacı”ların, aynı Meclis’te bir tür “haremlik kolluk gücü” gibi kullanılması, el değiştiren gücün istismar edilmesi midir?
Biraz evet belki, ama çoklukla hayır!
Bu kent-kasaba İslamcılığının uçsuz bucaksız pragmatizmi, kendisini her devrin ve her olayın “mazlumu” gibi gösterecek araçları uydurmaya yetenekli bir omurga sistemine sahiptir elbette. Ama esas sorun, bu davranışsal ikiyüzlülüğün ötesinde, topluma ve orada algıladıkları “karşıtlıkların” ilişkisine bakışlarındaki temel, içsel ve ideolojik zorbalıktır. Vaktiyle giyim kuşama karışmayı ayrımcılık sayanların dengeler biraz değişince ayrımcılığın alasını yapması bir “oyunbozanlık”, salt bir ahlaki zaaf değildir. İslamcılığın, tarih, kültür, inanç ve doktrin açısından yapısal ve zorunlu bir sonucu olarak,farklı kimliklerin varolduğunu kabul etmekle birlikte,kendi kimliklerinin diğerleri üstünde “egemen” ve “adaletine sığınılan” bir pozisyonda olduğunu tahayyül ediyorlar, böyle bir toplum kurmaya çalışıyorlar. Kendi Türk-Sünni kimliklerinin hakimiyeti altında, “din kardeşliği” parolasıyla sürdürülen bir İslami asimilasyona teslim olmayan Kürtlere duydukları büyük öfkenin arkasında da aynı çarpık ve anakronik tahayyül var.
Kürtlere, solculara, laiklere, kendi “çoğunluk”larına katılmayan ya da rıza göstermeyen herkese yaptıkları şey, sadece intikamcı bir hesaplaşma değil; tüm bu kesimlere, hayallerindeki “toplum sözleşmesi”ni gösteriyorlar.
Hem “her devrin mazlumu” hem tüm diğerlerine “egemen” olmak istiyor; bu egemenliği en çıplak zor araçlarıyla sürdürürlerken dahi mazlumluk iddiaları güncelliğini korusun istiyorlar. Az daha okumuş kimileri “200 yıllık hesaplaşma” falan diye bütün bir modernleşmeyi işaret etse de esas ve yaygın olarak “mazlum” olmalarını cumhuriyete bağlıyor ve mutlak egemenliklerinin yolu olarak onun ortadan kaldırılmasını görüyorlar. “Başkanlık sistemi” denen ve alelacele namluya sürülen fişeğin vuracağı hedef budur.
Perşembe akşamı iki kadın vekili hastanelik ederken açıkça görüntülenen, ama şimdi “yeni rejim gazası” pozunun ortasına sanki o gazanın bir gazisiymiş gibi oturtulan sahte yaralı, etrafındakilerle birlikte, hem geçersiz mazlumluk iddiasının hem acımasız egemenlik ihtirasının tam bir tablosunu veriyor.