Başkanlık sistemi tek adamlığa götürür
ABD’deki uygulamayı göz önüne alarak Türkiye için başkanlık sisteminin ne gibi zorlukları var?
Amerika’da kongre ve senato olmak üzere ikili bir yapıya sahip. Kongre ve senatonun kendi içinde 2 yılda bir seçimleri var. Bu neyi sağlıyor? Bu yasama ve yürütmenin dengelenmesini sağlıyor. Yasama ve yürütmenin iki partili sisteme karşı dengesini koruyacak politik mekanizma olmadan, yerel yönetimleri güçlendirmeden, ülkenin kendi parti sistem yapısını, iç işleyiş mekanizmasını demokratikleştirmeden sadece lider odaklı bir karar alma mekanizmasını başkanlık sistemine getirdiğinizde, Afrika’daki başkanlık sistemi modellerine dönüşme ihtimaliniz çok yüksek. Çünkü tekil olarak sadece Tayyip Erdoğan’ın bir talebi değil bu. Türkiye’de bunu belki iyi niyetle talep eden başkaları da oldu. Ancak bu iyi niyet kötü niyet meselesi değil. Bu ülkede var olan siyasal kurumları ve bu kurumların mekanizmalarını dönüştürecek adımlar olmadan başkanlık sistemine geçiş olanaksız. Bizi de hangi ülke grubuna dahil eder bunu da ciddi olarak sorgulamamız gerekir. Şöyle tartışmalar da oldu Türkiye’de: ‘Başkanlık sisteminin evet kimi farklılıkları var; eyalet sistemi gibi. O zaman yarı başkanlık olsun.’ Dikkat ederseniz tartışma bunun ekseninde gitmeye başladı. Başkanlık olmazsa yarı başkanlık olsun.
Yarı başkanlık sistemi diyince akla ilk Fransa geliyor.
Evet, yarı başkanlık sistemi Fransa’ya özgü bir sistem. Fransa buna niye geçti? Çünkü 1944-58 arasında Charles de Gaulle döneminde Fransa’da 28 kere hükümet değişmiş. Yani siyasi istikrara kavuşmak için yarı başkanlık sistemine geçilmiş. Orada uygulanan yarı başkanlık sisteminde bir başkan ve bir devlet başkanı var. Aynı bizdeki gibi. Şu an bizdeki uygulama yarı başkanlığın bir türü gibi. Ama biz hâlâ parlamenter sistemin temel özelliğini koruyarak gidiyoruz. Yani cumhurbaşkanını halk seçecek ama cumhurbaşkanının yetkileri 82 Anayasası çerçevesinde sadece yürütmenin temsil gücünü oluşturuyor. Oysa Fransa’daki sistem de bir çeşit başkanlık sistemi uygulamasıdır. Aslında Fransa’da meclisi de halk seçiyor, devlet başkanını da halk seçiyor. Her bir siyasal sistemin kendine özgü kurumsal, idari ve politik yapısının incelenmesi gerekiyor.
Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanacağı gibi kaygılar var.
Biz de siyasal gelenek olarak, teamül olarak da, yasama ve yürütme kuvvetlerini hep birleştiriyoruz. Çoğunluğu olup hükümeti kuran, yasaları da meclisten hep geçirmiş. Amerikan sisteminde ise bu farklı olmuş. Amerika’da onaylama ve veto yetkisi başkana ait. Kongrenin de dengeleyici gücü var. Kongre, başkanın veto ettiğini tekrar görüşüp üçte iki çoğunlukla geçirme hakkına sahip. Oysa parlamenter sistemde bir çeşit kaynaşmış bir yapı var. Bu yapıyı, meclis sistemine dönüştürmediğiniz zaman, siz direkt başkanlık sistemine geçtiğiniz anda, Rusya’da Putin örneği ya da son dönemdeki Afrika sistemi örnekleri karşımıza çıkarabilir.
Amaç, yürütmenin gücünü daha da artırmak diyebilir miyiz?
Elbette. Oysa demokratik sistemler, kuvvetler ayrılığının dengesine dayanır. Yargının bağımsızlığı korunarak, yasama ve yürütmenin esnek bir yapı içindeki dengesine dayanır. Tek başına yürütmenin başının güçlendirilmesine gerek var mı? Çünkü biz demokrasi kültürünü, siyasal kültürünü, katılımcı kültürünü artırması gereken bir ülkeyiz. Katılımcı siyasal kültürün önünde çok büyük engellerin olduğu bir ülkede, getirilecek başkanlık sistemi ile yürütmenin gücünü bu kadar artırmak, Türkiye de nasıl bir manzara yaratır? Hakikaten çok dikkatli düşünülmesi lazım. Yani yönetsel anlamda da Türkiye, merkeziyetçi yapının çok güçlü olduğu bir ülke. Yerel yönetim yapımızın güçlendirilmediği bir başkanlık sisteminde, gücün merkezde, tek bir kişide toplanması sonucu ortaya çıkacaktır. Biz, ulus-devlet sistemindeyiz, eyalet sisteminde değiliz. Merkez ve yerel yönetim yapısına baktığımız zaman yerel yönetimler hâlâ çok güçlü değil. Merkezi yönetim, yerel yönetimlere gücü vermiyor. Yasal boyutta birçok şey verilmiş gibi görülüyor ama uygulama boyutunda bu böyle değil. Biz kamu yönetiminin farklı alanlarına yönelik tezler hazırladık ama var olan kurumsal yapıların adları var, hiçbir işlevleri yok. Dolayısıyla merkeziyetçi yapının hâlâ devlet içerisinde bu kadar güçlü olduğu ülkemize, başkanlık sistemini getirdiğiniz zaman, gücün merkezi idarede daha da yoğunlaşmasına ve kuvvetler ayrılığı ilkesindeki o katılığı olumsuz anlamda esnetilmesine neden oluruz. O açıdan anayasa tartışmalarının içine birden bunu getirip koymak ne kadar doğru? Bizim demokratikleşme sürecinde yapmamız gereken pek çok şey varken, tek sorunumuzmuş gibi başbakanın yetkilerini arttırmak için yürütmenin gücünü daha da güçlendirmeye ihtiyaç var mı? Ben bir sosyolog olarak bu siyasal kültür alanımızın dönüşümünü açıkça sorunlu görüyorum. Siyasal kültürün demokratik ve katılımcı boyutunu güçlendirebilecek hazır böyle bir yeni anayasa tartışması varken, gücün paylaşılmasını demokratik bir sistem içinde nasıl yapılacağını tartışmamız gerekir. Yürütmenin gücünü ve yürütmenin başını daha da güçlendirmeye ihtiyaç var mı diye, kendimize sormak gerekiyor.
Başbakanın, Anayasa yazım sürecinde diğer partilerle anlaşılamadığı takdirde yola gerekirse tek başına devam etme gibi bir açıklaması oldu. Böylesi bir tehditvari açıklama, hayat bulabilir mi?
Diğer yasalar için yapılabilir, ancak parlamenter demokratik bir sistemde bu söylem ne kadar tehditvari olursa olsun, uygulamak kolay değildir. Gümrük Müsteşarlığını kanun hükmünde kararname (KHK) ile geçirebilirsiniz, hükümetin birçok icraatını KHK ile geçirebilirsiniz. Ama anayasa gibi bir şeyi, birçok önemli konuyu, toplumun geleceğine, siyasetin yönüne yön verecek bir metni, ‘Tek başına çıkartırım’ diyemezsiniz. Demokratik bir ülkede çıkmaz. Bunun AKP de ciddi anlamda farkında. Yani AKP şu anda çoğunluğu oluşturan bir parti. Dolayısıyla anayasayı da Meclisten çok küçük bir destekle geçirebilir ama Türkiye’de demokratik bir sistem var ve devam ediyor. Dolayısıyla demokratik bir sistem içerisinde, hazırlanan anayasa metnini çoğunlukla Meclisten geçirmek için birçok partiyle görüşeceksiniz, uzlaşma sağlamaya çalışacaksınız. Asgari ölçekte buluşacaksınız ve sivil toplum kuruluşlarını yanınıza alacaksınız. Yani demokrasi zor bir yönetim biçimidir ve varlığını sürdürüyor olabilmesi için birçok yönünü de bir arada gitmesi gereken bir siyasal rejim. Dolayısıyla demokrasinin bu mevcut biçiminden, parlamenter biçiminden başkanlık sistemine geçiş, ülkelerin kendi tarihleri açısından biraz zor olabilecek bir şey. Örneğin yarı başkanlık sisteminde en büyük sıkıntı, yürütme ile devletin başı arasında siyasal görüşler farklı olursa, sistemin tıkanmasıdır. Başkanlık sisteminin en tehlikeli boyutu budur.
PEK ÇOK ÜLKEDE DİKTATÖRLÜĞE NEDEN OLDU
Yürütme ile devletin başı arasındaki siyasal görüş ayrılıkları neden farklılık yerine bir tehlike olarak görülüyor?
Bu sistemde başkan da meclis de seçimle geliyor. Eğer ikisi de aynı görüşten olursa sorun yok ama farklı siyasi yelpazelerde olurlarsa sistem tıkanabilir. Fransa geçmişte bunu yaşadı ve cumhurbaşkanı Fransa’da istifa etti. Bizde ise böylesi bir tıkanma daha farklı noktalara gider. O yüzden başkanlık sistemi pek çok avantajı olan ama uygulanması ülkelerin kendi özgün koşulları ve tarihsel sürecine bağlı, zor bir yönetim şeklidir. O yüzden pek çok ülkede de uygulamada, diktatörlüklere ve askeri ihtilallere sebep olduğu dönemler olmuştur. Yani bunları göz önünde bulundurmak gerekiyor, çünkü başkanlık sisteminin artıları eksileri çok iyi düşünülüp, sistemin ayaklarının oturtulacağı bir idari, siyasi ve kültürel ortamın sağlanması önemli.
Devam edecek...
Evrensel'i Takip Et