TCK madde 299: Cumhurbaşkanı'nın özelliği nedir?
Avukat Çiğdem Özcan, TCK madde 299'u ve Cumhurbaşkanlığı'nın özelliğini kaleme aldı.
Çiğdem ÖZCAN
Avukat
Yargılama yaptıkları davalara ilişkin olarak iki yerel mahkemenin “Cumhurbaşkanına hakaret” suçunu düzenleyen TCK madde 299’un, Anayasa’nın “eşitlik” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline ilişkin başvuruları Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. Mahkeme ret gerekçesinde kanun önünde eşitliğin herkesin her yönden aynı kurallara tabi tutulacağı anlamına gelmediğini, Cumhurbaşkanına yapılan hakaretin sadece kişisel bir hak ihlali değil, Cumhurbaşkanının temsil ettiği değer ve fonksiyonlar yönünden de ihlal sayılacağı, dolayısıyla bu suçun aynı zamanda devlete karşı işlenmiş sayılacağı ve bu nedenle de bu suçun özel bir düzenleme ve daha ağır bir ceza ile yasallaştırılmasının hukuka uygun olduğunu ifade etti.
Öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin eşitlikten ne anladığına bakalım. Burjuva hukukunun ve onun ürünü halihazır anayasaların vadettiği eşitlik ilkesi inandırıcı olmamakla ve liberalizm anlayışına göre şekillenmiş olan bir kavram olmakla birlikte, bu ilkeye göre istisnasız “herkesin, her yönden” eşit olduğu “varsayılır”. Mahkemenin gerekçesinde belirtilen “eşitliğin herkesin her yönden aynı kurallara tabi tutulacağı anlamına gelmediği” hal ise ancak tek bir durumda kabul edilebilir: Mahkemece verilen hükmün, liberal eşitliğin yol açtığı eşitsizliğin karşılığını bulduğu, yasanın güçlünün yanındaki güçsüz lehine yorumlanarak hukuk ve yasayı aşan adalet ilkesine bir nebze de katkı sağlamak amacı varsa. Yasada düzenlenen “varsayılan eşitlik” ilkesini bir amentü kabul ederek yasanın lafzı dışına çıkmaya cesaret edebilen yargıçların bulunması halinde geçerli bir hal bu elbette.
Ama varsayılan bu “eşitlik” ilkesini, gönlümüz razı gelmese de bire bir hükmüne uygulayan anlayışın verdiği hüküm de, adaleti gözetip bu ilkeyi güçsüz lehine yorumlayarak hukuk dümenini adalet yönüne çeviren yorumun verdiği hüküm de hukuksal anlamda kabul edilebilir yargılardır. Ama “eşitliğin kanun önünde herkesin her yönden aynı kurallara tabi tutulacağı anlamına gelmediği” hal, güçlü lehine kullanıldığında ortada kabul edilemez bir yorum var demektir.
T.C. yargısının, devlet kurulduğundan bugüne her fırsatta devleti koruduğu, burjuva ideolojisi seviyesine bile hiçbir zaman çıkmayıp az da olsa tarafsız ve bağımsız olmadığı sır değil. Üstelik yargının bu durumu AKP iktidarı ile de ilgili değil. Türkiye yargısının her zaman iktidarın yanında olmayı ve güçlü olanla kol kola yürümeyi gelenek haline getirmesiyle ilgili.
Ama Anayasa Mahkemesi’nin aşağıda değinilecek hakaret suçunun özellikleri dikkate alındığında böyle bir suç vasıtasıyla iktidarın yanında durduğunu bu kadar gözümüze sokmasının da Erdoğan’da birleşen iktidar gücüyle de bir ilgisi olsa gerek. Çünkü hakaret suçu gerçekten de “şahsi” bir mesele. İktidar artık şahsi bir hale geldiğinde, şahsi suçların daha ağır bir cezayla cezalandırılmasında hukuka aykırı bir yan görülmemesi “güç nerede, yargı orada” fikrimizi daha da perçinleyebiliyor ister istemez.
TCK’de hakaret suçunun tanımı ve işlenme şekli ”Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına...” şeklinde ifade edilir. Bu da demektir ki bu suçun mağduru bir şahıstır ve bu suçun işlenmesiyle o kişinin onur, şeref ve saygınlığı zedelenmelidir. Başka bir deyişle suçun mağduru gerçek, yaşayan, kanlı canlı bir kişidir ve korunması gereken hukuki yarar da kişinin onur, şeref ve saygınlığıdır. Onur, şeref ve saygınlık da zaten gerçek, yaşayan, kanlı canlı kişilere ait birer mefhumdur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanına hakaret edilmiş olursa bu suçtan onuru, şerefi ya da saygınlığı zedelenen gerçek kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanlığı makamı ya da devlet bu suçun muhatabı olamaz. Çünkü hakaret suçu yalnızca kişilere karşı işlenir ve bu anlamda “kişi, şahıs,birey” olmayan devletin şeref, onur ve saygınlığı söz konusu edilemez. Başka türlü söylersek hakaret ettiğinizde karşınızda onuru kırılan bir devlet yoktur. Onur insana aittir, tüzel kişilerin onuru yoktur.
Yargının pusulasının her dönemde güçlüden, iktidardan yana olduğu muhakkak ve ne yazık ki bu gerçeği artık tartışmaya bile gerek duymayacak kadar kanıksamış durumdayız. Somut yargı kararlarında kendini gösteren bu durumun yargıçların kendisiyle, tek başına kendi siyasal anlayışlarıyla ilgili olmadığı da malum. 1982 Anayasası’na bir iki saat ayırıp üstünkörü bir göz atmak yeterli. Bireyi devlete karşı koruyan değil de devleti bireye karşı koruyan anlayışın her maddeye, her bab’a, her fırkaya nasıl sızdığı ayan beyan ortada. Devletin halkı yönetmesinin, bu uyruğu istediği gibi yönlendirmesinin, eğitimden tutun da vergilendirmeye kadar tek söz sahibi olmasının yetmediği, üstüne de kendini bu denli sıkı kurallarla, ultimatomlarla koruduğu eşine az rastlanır bir Anayasamız var. En azından burjuva ideolojisinin tanımladığı eşitlik ilkesini varsaymak, liberal bir anlayışa sadık kalarak Cumhurbaşkanı da olsa herkesin eşit olduğunu kabul etmek, “devlet, devlet, devlet” diye bağıran ve her satırında korkutan bir Anayasayı okurken oldukça zor. Bu durumda da mağduru gayet kişi, suç gayet şahsi olduğu halde karşımıza devletin çıkması ve Cumhurbaşkanlığı makamı nezdinde suçun ağırlaşmasını anlayabilmek mümkün. Devletin adeta korunmaya muhtaç bir drama kraliçesi olduğu böyle bir Anayasada iktidarın yanında yer almak ve “onur”u gerçek değil tüzel kişi olan devlete hasretmek de çok kolay olsa gerek, geleneğinden vazgeçmeye hiç de niyeti olmayan yargı için. Yine Anayasanın her cümlesine sızmış devleti düşündüğümüzde de Anayasa Mahkemesi’nin her üyesinin bilincine sızmış devlet fikrini anlamak da bir o kadar kolay aslında.
Son olarak AİHM’in, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrım yapmadan tüm insanlara eşit haklar tanıdığını, özel yasalarla bazı kişilere hakarete karşı daha fazla koruma sağlanmasının sözleşmenin ruhuna aykırı olduğunu belirttiğini, devlet başkanlarının böyle bir ayrıcalığa sahip olmasının çağdaş uygulama ve siyasi kavramlarla bağdaştırılamayacağını ifade ettiğini belirtelim.