10 Ekim siyasi hesaplardan bağımsız ele alınamaz
Evrensel, 10 Ekim Katliamı’nın 2. duruşması öncesi dava dosyasında katliamın karanlıkta bırakılan, dokunulmayan yanlarına mercek tutuyor.
İlke IŞIK
Avukat
Toplumsal ve siyasal sonuçları itibariyle son derece önemli ve bir o kadar acı olan 10 Ekim Katliamı’nın ilk anından itibaren bu dosyayı takip eden avukatlar olarak bir şey demeye çalıştık: “Bu katliamı bütün bağlantılarıyla birlikte araştırın.” Ne yazık ki dosyaya bu bakış açısıyla yaklaşılmadı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ısrarla kısıtlılık kararı altında bir soruşturma yürüttü ve soruşturma sonucunda aslında hiçbir şey demeyen bir iddianame yazdı. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi de bu iddianameyi kabul ederek, savcılığın tavrına katıldığını ifade etmiş oldu.
“Bu katliam nasıl örgütlendi, nasıl planlandı, nasıl adım adım geldi, önlemesi gerekenler neden görevlerini yapmadı”, hatta daha vahimi “Nasıl el birliği ile örgütlendi” sorularının yanıtları bu davanın kilit noktasıdır. 7 Kasım günü duruşmada da ifade etmiş olduğumuz üzere, 7 Haziran seçimleri öncesi “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün” diyenin, katliamdan sonra “oylarımız arttı” demekten imtina etmeyenin, ısrarla savaş diyerek Ortadoğu politikaları ile birlikte ülkeyi IŞİD üssü haline getirenlerin, Antep’te 10 Ekim Katliamı ile birlikte toplam 5 katliam planlayan örgütlenmeyi engellemeyenlerin, IŞİD’lileri “öfkeli çocuklar” olarak tanımlayanların, miting öncesi gelen istihbaratları gizleyenlerin, bu istihbaratlara rağmen bilerek önlem almayanların, katliamdan sonra gaz kullanmaktan çekinmeyenlerin sorumluluğundan hiç söz etmeden bu yargılama yapılabilir mi?
10 Ekim Katliamı davası gerçekleştiği politik ortamdan, siyasi hesaplardan bağımsız ele alınabilecek bir dava değildir. İki seçim arasında ülkenin kaderinin baştan aşağı değişmesine neden olmuş bir katliamdan söz ediyoruz. Böylesi bir tablo içindeki bir katliamın davasının da bu genişlikte değerlendirilmesi ve ele alınması gerekir.
ADI GEÇEN DERNEKLER BELEDİYEDEN DESTEK ALIYOR
Dosya kapsamından şu durum açıkça anlaşılmaktadır ki; Antep’te ciddi bir örgütlenme söz konusudur. Genç Ensar, Genç Muhavvitler, Ensar-Der gibi derneklerde örgütlenilmekte, camilerde buluşulmakta, parklarda yan yana gelinmektedir. Adını saydığımız dernekler iddianamelerde, resmi yazışmalarda yer almasına rağmen faaliyetlerine devam etmiş, kapatılmak bir yana belediyelerden aldığı desteklerle kermesler düzenlemiştir. Mali kaynakların sağlandığı paravan şirketler aleni olarak çalışmasını sürdürmüş, emlakçılarla işler yapılmış, güvenlik kameralı rezidanslar hücre evi olarak kullanılmış, emniyetin takip ettiği ve sanık olarak pek çok dosyada yer alan IŞİD’liler elini kolunu sallayarak şehirde gezmeye devam etmiştir.
Toplamda çıkan tablo ise korkunçtur. Sadece 10 Ekim Katliamı değil, HDP Diyarbakır, HDP Mersin, Adana binaları, Suruç, Ankara ve Antep’teki düğün katliamı aynı Gaziantep örgütlenmesi tarafından gerçekleştirilmiştir.
OPERASYONLAR TAM BİR ŞÜPHE KAYNAĞI
Bütün bunların izin verilmeden, yol verilmeden yapılması olanaksızdır. 10 Ekim Katliamı’na kadar Gaziantep’de ciddi bir IŞİD operasyonu olduğuna dair elimizde hiçbir veri bulunmamaktadır. Tam tersi çeşitli davalar açılmış olsa da, sanıklar gözaltına bile alınmamış, hatta elinde infaz görüntüsü olan sanıklar 6 ay hapis yattıktan sonra tahliye edilmiştir. 10 Ekim Katliamı’ndan sonraki operasyonlar ise tam bir şüphe kaynağıdır.
Dosyanın en önemli üç kişisinden; Yunus Durmaz, Halil İbrahim Durgun’un daha soruşturma aşamasında kendini patlattığı açıklanmış, arkasından dava açıldıktan sonra da dosya sanığı Mehmet Kadir Cebael ölü ele geçirilmiştir. IŞİD’e ilişkin ciddi hiçbir operasyon yapılmamış şehirde katliamdan sonra yapılan operasyonların tamamında sanıklar ölmüştür. Bu tablonun hiç değerlendirmeye alınmamış olması dosyanın en büyük eksiğidir.
10 Ekim gününe gelinceye kadar tam 62 tane istihbarat ülkenin çeşitli yerlerinden gelmiş, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü nezdinde birikmiştir. Üstelik “teyide muhtaç” denilse de istihbaratların bazıları o kadar somut ve nettir ki açıkça 10 Ekim mitinginin hedefleneceği anlaşılmaktadır. 10 Ekim günü canlı bomba olarak kendisini patlatan Yunus Emre Alagöz’ün adının da geçtiği, miting gibi kalabalık yerlerden söz edilen istihbaratlar yok sayılmış, 10 Ekim günü söz konusu istihbaratlar dikkate alınarak hiçbir önlem alınmamıştır. Üstelik bu istihbaratlar hakkında miting tertip komitesine bilgi de verilmemiştir.
Daha da vahimi istihbaratlardan gizlenenlerin olmasıdır. 15 Eylül tarihli istihbarat ilgili TEM amiri tarafından iletilmesi gereken birimlere iletilmemiş, bu duruma ilişkin anlaşılır bir açıklama da yapılmamıştır. 10 Ekim tarihli istihbarat bulunmasına karşın bu istihbarat da ilginç bir biçimde patlamanın gerçekleşmesinden sonra ilgili yerlere dağıtılmıştır.
MÜFETTİŞ RAPORLARI DİKKATE BİLE ALINMADI
Katliamın ardından Ankara Emniyet Müdürü dahil bir çok emniyet yetkilisi hakkında soruşturma başlatılmış, soruşturmayı yürütmüş olan mülkiye müfettişi uzun ve ayrıntılı bir rapor hazırlayarak, Ankara Emniyet Müdürü, Emniyet Müdür Yardımcısı ve ilgili şube müdürleri hakkında soruşturma açılması gerektiğini belirtmiştir. Yukarıdaki bilgilerin yer aldığı ayrıntılı rapora rağmen Ankara Valiliği soruşturma izni vermemiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu savcıları da söz konusu karara ilişkin itiraz yoluna başvurmamıştır. Üstelik müfettiş raporu dayanak gösterilerek yapmış olduğumuz suç duyurusu hakkında büyük bir hızla işleme koymama kararı verilmiş ve dosya tarafımızdan Anayasa Mahkemesine götürülmüştür.
Çok somut sorumluluklardan, bu sorumlulukların Mülkiye Müfettişi raporu ile belirlenmiş durumda olmasından söz etmekteyiz. Ancak buna rağmen bu güne kadar tek bir kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmamış, kamu görevlileri ısrarlı taleplerimize karşın iddianameye dahil edilmemiştir.
Dahası katliamın hemen ardından güvenlik görevlileri, olay sonrasında yaşamını yitirenlerin, yaralananların, yaralananlara yardım eden ya da tıbbi ilk yardım müdahalesi yapan miting katılımcısı doktorların üzerine gaz bombaları atarak, hem alanda bulunan insanların ve doktorların ilk yardım çabalarını hem de ambulansların olay yerine gelmesini fiilen engellemiş, geciktirmiş ve zaafa uğratmışlardır. Bu duruma sebebiyet veren yetkililer de soruşturmada yer almamıştır.
MAHKEME, TARİHİ BİR SORUMLULUK ALTINDADIR
Bu tablonun tamamı Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmekte olan yargılamada tarafımızca ayrıntılı olarak izah edilmiştir. Şimdi bu kapsamda kovuşturmanın genişletilmesi taleplerimizle birlikte kamu görevlilerinin dahil edileceği bir yargılama için çaba harcıyoruz. Bu gerçekleştiği oranda 10 Ekim Katliamı’nın gerçek anlamda aydınlatılabileceğini biliyoruz. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi bu açıdan tarihi bir sorumluluk altındadır.
DOSYALAR IŞİD'İN AİLE ÖRGÜTLENMESİNE İŞARET EDİYOR
10 Ekim Ankara Katliamı’nın ardından faillerden biri olan Yunus Emre Alagöz’ün Suruç Katliamı faili Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi olduğu ortaya çıkmıştı. Bunun bir tesadüf olmadığıysa diğer katliam dosyalarının incelenmesiyle gözler önüne seriliyor.
IŞİD örgüt yapılanmasında dikkat çeken noktalardan biri, örgüt mensubu olmanın bir “aile geleneği” olması. Yalnızca 10 Ekim Katliamı dosyasının sanıkları değil, başka katliam dosyalarının sanıklarına da bakıldığında pek çok ismin aileden gelen IŞİD siciline sahip olduğu görülüyor.Yönetici pozisyonundaki IŞİD’cilerin aileden örgüt elemanı olduğu ve bu ailelerden bir çok ismin Suriye’ye giriş çıkış sağladıkları, bir kısmının ise ifşa olduktan sonra Suriye’de cihat bölgelerine yerleştiği çeşitli dava ve soruşturma dosyalarına yansıdı.
BABADAN OĞULA CİHATÇI
Adı IŞİD’le anılan aileler içinde en çarpıcı örneklerinden biri, el Kaide’den bu yana cihatçı örgütler içinde telaffuz edilen Durmaz ailesi. Antep’te kaldığı hücre evine yapılan baskında kendini patlattığı iddia edilen Yunus Durmaz hem 10 Ekim’in hem de sonrasındaki iki saldırının planlayıcısıydı. 2010 senesine ait bir IŞİD dosyasından çıkan belgelere göre Yunus Durmaz’ın babası da bir dönem cihatist örgütlerin safında çatışmalara katılmış. Durmaz’ın kardeşleri Ökkeş Durmaz ve Cihan Durmaz hakkında da geçmişe dönük olarak başlatılmış soruşturmalar mevcut.
Yunus Durmaz’ın en küçük kardeşi olan 10 Ekim dosyası sanıklarından Hacı Ali Durmaz da, “IŞİD savaşçılarından” olduğunu, annesi ve ablası da dahil olmak üzere ailesinin geri kalanlarının Suriye’de olduğunu beyan etmişti. Örgüt içinde dikkat çeken bir diğer durum da, evliliklerin örgütteki önemli aileler içerisinde gerçekleşiyor olması. Durmaz ailesinin kızı Gamze Demir’in, örgütün önemli elemanlarından ve yine 10 Ekim dosyasının sanığı olan Abdulmuttalip Demir ile evlendirilmesi de bunun örneklerinden biri olarak gösteriliyor.
İSTİHBARATA RAĞMEN BOMBA YÜKLÜ ARAÇLA SALDIRI DÜZENLEDİ
10 Ekim Katliamı sanığı olan ve bomba malzemelerini temin ettiği tahmin edilen Talha Güneş’in ağabeyi Ahmet Güneş de 10 Ekim Katliamı’ndan bir yıl önce (2014 senesinde), Antep’te “IŞİD üyeliği” suçlamasıyla 5 ay tutuklu yargılanamış, bütün deliller ve Suriye’de çekilen bir infaz görüntüsüne rağmen serbest bırakılmıştı. Ahmet Güneş, serbest bırakılmasından bu yana bulunamıyor. Ahmet ve Talha Güneş’in amcalarının oğlu İsmail Güneş de yine örgütün canlı bombalarından biri olarak öne çıkıyor. Hakkında daha önce istihbarat alındığı bilinmesine karşın IŞİD Üyesi İsmail Güneş, 1 Mayıs 2016 günü Gaziantep Emniyet Müdürlüğüne yönelik bomba yüklü araçla saldırı düzenleyerek 3 polisi öldürmüştü. 10 Ekim dosyasına gelen evraklara göre, 10 Ekim Katliamı’ndan 20 gün sonra HDP binasını patlatmaya yönelik eylem planında, mühimmat yüklü aracın içerisindekilerden birinin kendisini patlattığı iddia edilen Mehmet Kadir Cebael’in kardeşi Yusuf Cebael’di. Aynı dosyanın bir diğer sanığı da Yusuf Cebael’in eşi Gülistan Cebael olmuştu. Cabael’in yaşı 18’in altında olan en küçük kardeşi Abdussamet Cebael’in evinde de çok sayıda el bombası, tabanca ve başkaca mühimmat bulunmuştu. Yine Durmaz ailesinde olduğu gibi Cebael ailesinin de aralarında bir “dünürlük” ilişkisi olduğu 10 Ekim dosyasına gelen evraklarda yer aldı. Yusuf Cebael mahkemede yaptığı savunmada, üzerinden çıkan dijital materyalleri kabul etmeyerek “Onlar eniştem Ahmet Güneş’e aittir” şeklinde ifade vermişti. Bu ifadeden, Cebael Ailesi’nden bir kadının Ahmet Güneş ile evlendirildiği ortaya çıkmıştı.
ADALET KİMİN İÇİN VAR?
10 Ekim Katliamı davasının 6 Şubat tarihinde başlayacak 2. duruşmasına ilişkin katliamda eşi Mesut Mak’ı kaybeden Evrim Mak ile konuştuk. Hükümetin görevinin ve yasal sorumluluğunun vatandaşların can güvenliğini sağlamak olduğunu hatırlatan Evrim Mak, “Eğer can güvenliğini sağlayamıyorsa adaleti sağlasın diye bir beklenti içerisine düşüyorsun. Suçlular kimdir? Buna ne sebep oldu? Orada bu olay yaşanırken güvenlik önlemi alındı mı? Güvenlik alınmadığı belli zaten. Başta adaletsizlik burada başlıyor” dedi. Soruşturmanın kısıtlılık kararıyla yürütülmesine tepki gösteren Mak, “Adalet kimler için var?”diye sordu.
Davanın ilk duruşmasında neler yaşadığını anlatan Mak, “Kafamda ‘Acaba bir şey olur mu? Gerçekten suçlular bulunur mu?’ şeklinde soru işaretleri ile gittim. Kalabalıktık ve hepimiz gergindik. Çünkü biraz sonra karşımıza bu işi organize eden insanlar çıkacaktı. Aileler birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyorduk. Çünkü davamızın bizden dolayı zarar görmesini istemiyorduk” dedi.
Sanıklar salona getirilmeden önce içeriye üç duvar şeklinde polis ve kalkanlarıyla jandarmaların dizildiğini görünce büyük bir şok yaşadığını anlatan Mak, “Onlar mı bize zarar verecek biz mi onlara zarar vereceğiz. O kalkanlar neden vardı? Bizim onlara zarar vereceğimizi düşündüler ise bu bizim için büyük bir hakaretti. Bu güvenlik önlemleri neden 10 Ekim günü alınmadı diyorsun. Bu polisler neden o gün yaralılara gaz sıkarken bugün bunları koruyorlar” diye sordu.
‘SADECE ADALET İSTİYORUZ’
Mahkeme salonunda ailelerin psikolojik savaş verdiğini söyleyen Mak, “Karşındaki güç seninle sadece silahıyla savaşmıyor her türlü, her yolla savaşıyor. Ve o psikolojik savaş da bunun bir parçası oluyor. O salonda gerçekten bunu yaşattılar bize” dedi. Dava sanıklarını piyon olarak gördüğünü dile getiren Mak, şöyle konuştu: “Onları gerçek yönlendiren sahipleri var. Tek başına bunların ceza alması da bir şey ifade etmiyor. Asıl sorumluların ceza alması gerekli. Adalet kimin için işliyor, kime çalışıyor bilmiyorum ama maalesef bize değil. Bunu her geçen gün çok daha iyi anlıyoruz.” Dayanışma ile ayakta durduklarını belirten Mak, Bizim tek istediğimiz şey adalet, hiç bir şey istemiyoruz” diye konuştu.
BİRİNCİ DURUŞMA
9 KASIM 2016- 3. CELSE
- Savcılık ifadesinde “Beni Ankara’ya Halil İbrahim Durgun gönderdi. Ankara’ya git. İki kişi gelecek, onları karşılayacaksın. Yakup Şahin de gelecek. 50 bin TL para var bu işin ucunda dedi” şeklinde itiraflarda bulunan sanık Hakan Şahin, duruşmada bu ifadesini polislerin yönlendirmesiyle verdiğini iddia etti. Şahin, “ Polisler ‘Bu şekilde ifade verirsen 3-5 yıl yatar çıkarsın’ dediler. Ben de bu şekilde salladım. Cezaevine gelenler de oldu. Bakanlık tarafından gönderildikleri, gizli oldukları söylendi. Savcılıkta söylemem gerekenleri anlattılar” dedi.
10 KASIM 2016- 4.CELSE
- Sanık Nihat Ürkmez ifadesinde Suriye’ye İHH kampına aşçı olarak gittiğini belirtti. Katliamın organizatörlerinden Halil İbrahim Durgun ile kampta çekilen fotoğraf gösterilince Ürkmez’in avukatı, “Sayın Cumhurbaşkanımızın da Esad’la fotoğrafı var. FETÖ örgütüyle Cumhurbaşkanı ve başkalarının da fotoğrafları var” diye savunma yaptı.
- Sanık Mehmeddin Baraç ifadesinde halen AKP üyesi olduğunu, Eskiden Muhafazakar Gençlik Derneğinin başkanlığını yaptığını söyledi.
Yarın: Sınır nasıl kevgire döndü?