İşler zora binince cepten çıkan 'kart' değiliz
Umut verenlerimiz, umudu büyütmek için yüzüne baktıklarımız çok olsun...

Anlam vaat eden yaşamın kıyısına düşürüyorlar hep varlığımızı... Hayata dair tecrübemizin hep kıyıdan olmasını bekliyorlar. Sözün kıyısında, kararın kıyısında kalmaya ayarlanmış “kadınlığa” makbullük biçip, sonra hayatın gerçeğine uymayan o makbullük hırkasına sığmamızı bekliyorlar.
Şimdilerde yine zor zamanlarda öne sürülecek bir ‘kart’ oldu kadınların varlığı.
Ama biz kart değiliz ki lazım olduğumuzda çantadan çıkarılalım...
Biz kart değiliz ki bir kumarda masaya sürülelim...
Kart değiliz ki hamiline iş bitirsin diye hediye edilelim...
“Öylesiniz” diyorlar. Geleceğimizi çantada taşınan taslaklar, umudumuzu kumar masasına çevrilmiş hayatlar üzerine oynanan oyunlar, çözümü halkın ortak birikimleri pahasına sağa sola peşkeş çekilen olanaklar olarak görenler için ‘kart’ız.
İşler zora binince, hayatın kıyısından tartışmanın ortasına atılıveren kartlar...
Bu iktidar tam 15 yıldır atacağı her adımda önce ‘kadın’ kartını kullandı. Kadınların emeği üstüne yükseldi, kadınların hayatın kıyısında kalmama inadına yüklendi, kadınların hayatı bir biçimde devam ettirilebilir kılma gayretinin üstüne basarak haklarından kırptı...
Şimdi, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, inananıyla inanmayanıyla, Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle koskoca bir toplumun geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair bir toplumsal sözleşmenin oylanacağı bu süreçte kadınlara reva görülen rol yine zor zamanlarda öne sürülecek bir ‘kart’ rolü...
Muktedirler biliyor; hayatımız bunca zor, geleceğe dair endişemiz bu kadar çok, ne olup biteceğine ilişkin kaygılarımız bu kadar yüksekken bize “istikrar gelecek” diye, “terör bitecek” diye, “güvenlik sağlanacak” diye anlattıkları ‘değişim’ öyle kolay kolay, öyle sorgulamadan, öyle üzerine düşünmeden kabul edeceğimiz bir değişim değil.
Bugün, iktidarın yanında olanı olmayanı, seveni sevmeyeni pek çok kadın aynı biçimde hayatın kıyısına atılmışlığın ortak derdini yaşıyor. Mutlu bir ev hayalinin, güvenli bir sokak dileğinin, çocuğa naz etmeden alınacak oyuncağın, onuru kaybetmeden kazanılan ekmeğin, yaralanmadan kurulacak bir ilişkinin, arkasından kötü bir şey mi gelecek diye düşünmeden atılacak kahkahanın, kabusla uyanmadan yatılacak uykunun ortak derdi bu. Güzelce yaşanacak, güvenle tadılacak bir ömrün derdi...
‘Bizimkiler, sizinkiler’ ayrımı derinleştikçe, ortak derdin çekenleri birbirinden öteye itiliyor. Kayboluyor kim gerçekte ‘biz’, kim aslında ‘onlar’ sorusunun cevabı. Yalandan ‘biz’, yalandan ‘onlar’ oluyoruz. Ama gerçekte hepimiz, ama hepimiz hak ediyoruz ortak yaşamı. Eşit, özgür ve mutlu bir ortak yaşamı...
19 Ocak’ta yaptığı halimizi ahvalimizi, ‘biz’i ve ‘onlar’ı açık eden konuşmasında ne diyordu Rakel Dink? “Bugün, bu karanlık dönemde ‘neyse ki bizimkiler iktidarda’ diye avunanlar, sanmayın ki iktidarda olan sizdendir. Sizin iyi niyetlerle bu ülkeyi yönetmesi için gönderdikleriniz, halk çocuğuyken devlet adamları oldular. Sözlerini çoktan unuttular. Şimdi suçlarına sizi ortak etme peşindeler. Siz bunu hak etmediniz. Hep birlikte çok daha iyilerini hak ediyoruz. Ve çok daha iyilerini umarım başaracağız... Sadece birlikte yaşamak değil, eşit ve mutlu yaşamak önemli olan. Ve onurlu, özgür yaşamak…”
Şimdi karşımıza çıkarılan ‘evet’ ve ‘hayır’ bu. Birlikte eşit ve mutlu yaşamaya evet, ortak geleceğimizi karartmak isteyenlere hayır diyoruz!
“Yüreklerden kaçan o üzgün güvercin inançtır” diyor şair Füruğ; birbirinden umut duymanın uğursuz karanlığın bir köşesinden ışığa yol açacak yegane şey olduğunu söylüyor.
Ekmek ve Gül’ün şubat sayısı birbirinden umut duymanın ışığa açılan penceresinden bakmaya davet ediyor sizi. ‘Öteki mahalleden’ diye imlenen kadınların dertlerini, soru işaretlerini, beklentilerini kendi dillerinden anlattıklarıyla okurken birlikte kahve içmeyi çok sevdiğiniz komşunuzu, her başınız sıkıştığınızda koştuğunuz dostunuzu, en kasvetli günlerde bile içinizi coşturan arkadaşınızı, birlikte yol aldığınız yoldaşınızı, annenizi, teyzenizi, kuzeninizi düşüneceksiniz... Onlar ne kadar öteki mahalleden olabilirse o kadar öteki mahalleden olduklarını göreceksiniz kadınların.
Ekmek ve Gül dergisi bu karmaşada birbirinin sesini duyup ne dediğini, niye dediğini daha çok duymak isteyen kadınlara birbirlerini ‘bilme’ olanağı sunarak çok özel bir mecra olduğunu gösteriyor. Bu ‘özel’lik, dergiyi yaşamın kıyısına atılmaya çalışılan kadınların yaşamın merkezinde söz sahibi olma çabasıyla yazmasından, çizmesinden, dergiyi birbirine ulaştırıp tartışmasından geliyor elbette.
Memleketin en önemli gündem maddelerinden biri olarak önümüze sunulan anayasa değişikliğine ilişkin farklı kesimlerden kadınların, ama özellikle sözü en çok kıyıya atılan işçi ve emekçi kadınların ‘evet’ ve ‘hayır’larını, kararları ve kararsızlıklarını yansıttık sayfalarımıza.
Ve aslında referandum sürecinin kadınlar açısından en belirleyici uğrak noktalarından biri olacak olan 8 Mart’ta buluşmamızın, konuşmamızın, dertleşmemizin ama dertleri çözmemizin dayanaklarını oluşturmak için tüm kadınlara bir çağrımız var dergimizde.
Kadınlık dertlerinin olağan seyreden hallerini ihmal etmedik. Çünkü bu dertler, bütün kutuplaştırma çabalarını hani neredeyse alaya alacak kadar ortak. Bu ortaklıklar bir yandan yaramız, bir yandan da dermanımız.
Kapağımızda, yüzlerini birbirine döndükçe ektiği tohumdan, diktiği fideden yağmurun, güneşin eksik olmayacağını bilen kadınları görüyorsunuz. Denizli’den arkadaşımız Göksenin Herek Keleşoğlu çizdi bu umutlu resmi Ekmek ve Gül için...
Umut verenlerimiz, umudu büyütmek için yüzüne baktıklarımız çok olsun...
Evrensel'i Takip Et