Ekmek ve Gül’den 8 mart çağrısı
Ekmek ve Gül’den 8 mart çağrısı: "Korkuyu değil neşeyi, kaygıyı değil umudu paylaşalım"
Ekmek ve Gül
Değişimin ve değiştirmenin çok fazla gündem olduğu günlerden geçiyoruz. Kafa karıştıran bir ‘değişiklik’ tartışması ama bu.
Bu ‘değişim’ gerçekte kimin için? Bu değişim kadınların “değişse ne güzel olur” diye içinden geçirdiklerine derman olabilir mi?
Bugünümüze bir bakalım; önümüzü göremiyoruz, evin yükü arttı, şiddet katmerlendi, her gün çocuklara ve hatta yeni doğan bebelere istismar haberleriyle uyanıyoruz, ekmeğimiz küçülüyor, yarınımızı garanti altına alacak bir iş bulmak neredeyse imkansız, çalıştığımız yerde aşağılanmaya, hakarete, angaryaya, kötü muameleye, güvencesizliğe maruz bırakılıyoruz, çocukları bırakacak güvenli bir kapımız yok, her gün acaba bombalı bir saldırıya uğrar mıyız, bu ihraç ve açığa almalardan etkilenir miyiz kaygısı boğazımızı düğümlüyor, sokaklar bizim için zaten güvenli değildi, şimdi daha da güvensiz, ev içleri daha da karanlık...
Tam da böylesi bir ortamda en acil talebimiz kadınların güvenle yaşayabileceği bir hayatın tesis edilmesi iken karşımıza korkuyla beslenen bir rejim değişikliği tartışması çıkarıldı.
Elbette ki biz kadınlar 12 Eylül Anayasası ile 35 yıldır yönetilen ülkemizde temel hak ve özgürlüklerimiz konusunda çok ağır sorunlar yaşadık. Devlet yönetimine katılabilme mekanizmaları kadınlara, özellikle de yoksul kadınlara açık değil. İnanç özgürlüğü, kimlik ve kültürlerin eşit haklarla varlığının güvence alınması gibi en temel haklarımız bizim bedenimiz üzerinden yürütülen “başörtüsü tartışmasına” sıkıştırıldı. Ekmeğimizi kazanırken örgütlenme, sendikalaşma hakkımız yok. Kadınlar için neredeyse bütün haklar olağan bir “olağanüstü hal” ile kullanılamaz halde bu anayasayla.
Ancak ortaya atılan anayasa değişikliği yaşadığımız ağır sorunlara nasıl bir çözüm getiriyor?
“İstikrar ve huzur getirecek, güçlü Türkiye getirecek” diye savunulan bu değişikliğin hep korkuyla, düşman tehdidiyle, ölümle, daha çok terörle, daha büyük felaketlerle anlatılması neden? Neden ölümü gösterip sıtmaya razı etme çabası?
Bu anayasa değişikliğinde madem bir ‘ferahlık’ var, o halde neden sürekli ‘düşmanlar, dış güçler’ üzerine kurulu sözler söyleniyor, sürekli gelecekteki büyük felaketlerden duymamız gereken korkulara oynanıyor?
Bu anayasa değişikliği madem terörü durduracak, istikrar sağlayacak, o halde neden 15 yıldır her yıl daha da artan oranda teröre, ekonomik ve siyasi kaosa maruz kaldık?
Bunları konuşamıyoruz bile. Yaratılan kutuplaşma ve gerginlik siyaseti ortamında içeriğini, bize ne getirip götürdüğünü anlamak da anlatmak da o kadar zor ki! Böyle bir ortamda toplumun her kesimini ortaklaştıracak bir anayasa yapmak mümkün mü?
Her 4 dakikada bir kadının şiddete uğradığı, 2016 yılının ilk 8 ayında en az 70 kadın işçinin yaşamını yitirdiği, kadınların devlet koruması altında hayatını kaybettiği bu ortamda, kız çocuklarını istismarcılarla evlendirme önerisi yapan, boşanmaların engellenmesi için kadınları ikna odalarına sokmayı planlayan, çıkardığı çalışma yasalarıyla kadınları köle pazarındaki gibi kiralık işçiliğe zorlayan hükümetin bizim dertlerimize derman olacak bir anayasa değişikliği yapması mümkün mü?
Sertleşen siyasi tartışmalar, birlikte aynı tezgahı, aynı sokağı, aynı derneği, aynı okulu, aynı pazarı paylaştığımız kadınlarla ‘düşman’ olmamızı buyururken, bizden aslında ortak dertlerimizi unutmamızı bekliyorlar.
Peki ne yapacağız?
“8 Mart kadınların cemresidir” demiştik yine bu derginin sayfalarında bir 8 Mart arifesinde. Çünkü cemre bereketin, değişimin ve değiştirmenin sembolüdür, yenilenme umudu getirir. O değişimin ve yenilenmenin kadınlar için, kadınlar eliyle gerçekleşeceği umutlu bir geleceğe işaret eder.
Bizi ortaklaştıran yaşamsal taleplerimizi dile getireceğimiz bu 8 Mart’ı geleceği de ortak inşa edecek bir fırsat olarak görelim.
Bize “halk için değil kendileri için değişim” dayatanların televizyonları, gazeteleri, bankaları, patronları, silahları olabilir; ama bizim de yeniden inşa etmemiz gereken bir memleket var.
Bizi ne kadar birbirimize düşman etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, hiç birimiz toplumca aldığımız yaraları inkar edemeyiz.
‘Hayır’ bu yaraları sarmaya talip olmaktır.
‘Hayır’ birlikte yaşama imkanına bir şans daha vermektir.
‘Hayır’ bu ülkenin daha iyisini hak ettiğini söylemektir.
Sahip çıktığımız ‘hayır’ budur.
8 Mart’a giderken size çağrımız “Gelin, beraberce birbirimize dair şüphelerimizi askıya alalım ve konuşalım” çağrısıdır. Evlerde, iş yerlerinde, okullarda, çarşıda, pazarda, parkta, otobüs yolculuğunda, ekmek sırasında...
Gelin, kadınlar olarak tam da ihtiyacımız olan şeyi; tahkir edici ve tepeden bakıcı dillerden ve davranışlardan bıkkınlığımıza ilaç gibi gelecek buluşmalarımızı, tartışmalarımızı arttıralım. Bu 8 Mart, değişimin bu kadar gündem olduğu bu günlerde, kadınlar olarak nasıl bir değişim, nasıl bir gelecek istediğimizi, hep birlikte konuşup, hep birlikte dile getirebildiğimiz; korkuyu değil neşeyi, düşmanlığı değil ortaklığı, kaygıyı değil umudu paylaştığımız bir dönüm noktası olsun!