Yüksel Genç: Kürt halkı her şeye rağmen sandığa gidecek
Kürt halkı iradesini sandığa nasıl yansıtacak? AKP, bölgede ‘evet’ için nasıl ‘tedbirler’ alıyor? SAMER Yönetim Kurulu Üyesi Yüksel Genç yanıtladı.
Serpil İLGÜN
“Hayır” şemsiyesinin giderek genişlediği referandum gündeminde bu hafta Kürt halkı gelişmeleri nasıl izliyor, aksi hemen her gün vurgulandığı halde “Kürtler evet oyu verecek” propagandası nasıl oluyor da evet ve hayır cephelerinde yer alan milliyetçi, muhafazakar çevreler için kullanışlı ortak bir söylem haline geliyor, baskı ve tutuklama furyasının sistematikleştiği bir iklimde Kürt halkı iradesini sandığa nasıl yansıtacak, AKP sonucu evet lehine çevirebilmek için hangi yol ve yöntemleri izleyecek sorularının peşine düştük ve Diyarbakır merkezli SAMER’in (Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi) Yönetim Kurulu Üyesi Yüksel Genç’le konuştuk.
Genç’e göre Kürt halkı, İktidarın şiddet ve baskı politikalarına duyduğu tepki nedeniyle önceleri referandumda sandığa gitmeme eğiliminde olsa da, referandum tartışmalarının ilerlemesiyle birlikte bu eğilim giderek düşmeye başladı. AKP’nin bölgede “evet” oylarını yükseltmek için sandıkları kontrol altına alma gibi görünür “tedbirlerin” dışında fısıltı gazetesi yoluyla, “halifeliğin geleceği” gibi bu güne kadar kullanmadığı söylemleri yaymaya çalıştığını belirten Genç, tüm baskılara rağmen bölgede “hayır” eğiliminin güçlü bir eğilim olduğu görüşünde.
Önce yeni anayasa teklifinin nasıl karşılandığını soralım. Başkanlık sistemi, Mecliste yapılan tartışmalar ve referandum kararı bölgede nasıl izlendi?
Anayasa değişikliği teklifi ile ilgili gelişmeler ana akım medyadan izlenmek zorunda kalındı. Bölgede en çok takip edilen yayın organları, televizyon ve radyolar kapatıldığı için tek taraflı bir izleme söz konusu oldu. Çoğunlukla haberlerde ya da tartışma programlarında ne tartışıldığını anladıktan sonra yapılan tartışmaların sonuna kadar dinlenmediğini gözlemledik. Çünkü üç aşağı beş yukarı yeni anayasa taslağı ile beraber gelecek sistemin ne olacağını iki yıldır yaşayarak deneyimliyor buradaki halk. Dolayısıyla bir beklenti içinde olmadıkları için özel bir önem atfederek izlemediler. Aslına bakarsanız bölge halkının önemli bir kısmı, Kürt sorununu gerçek anlamda çözebilecek bir politika, proje olmadığı sürece hiçbir siyasal yaklaşımın kendisine heyecan duymuyor artık.
Kürt halkının referandum tercihine dönük senaryolar muhtelif. Öne çıkansa, Kürtlerin referandumda boykot eğiliminde olacağı (Kürt siyasetinin de el altından bunu örgütlediği) yönünde. Gözleminiz ne, boykot halen güçlü bir eğilim mi? Ve bu eğilimin temelinde ne var?
Kürdistan son iki yıldır büyük bir insanlık felaketi yaşadı. Tüm bunlar içerisinde siyasi iradenin Kürt sorununu çözeceğine dönük inanç yitimi yaşamakla birlikte, -hatta hiçbir seçimde sandığa gitmeme, boykot etme duygusunu yaşamasına karşın-, anayasa referandumunda sandığa gitmemenin “evet” anlamına geleceği duygusuyla gidip oyunu kullanmak isteyenlerin oranı artıyor. Çünkü tek adam, tek lider, tek parti figürünün, bu kadar otoriter yapılanmanın Türkiye’nin kaderi açısından geri dönülemez bir kırılganlık yaratacağının çok farkındalar.
Diğer yandan AKP’nin bölgede sandığa gitmeme, dolayısıyla boykot eğiliminin korunmasına dönük çalışmalar yapacağı da söyleniyor.
Evet, iktidarın iki yönlü uğraşı olduğunu gözlemliyoruz. Bir yandan referandumda sandığa gitmek istememe duygusunu derinleştirmek isteyen bir eğilim ve dile rastlıyoruz. Diğer yandan da özellikle son iki yıldır yaşanan süreç nedeniyle umut kırılması yaşayan kesimleri, -buna AKP’ye oy vermiş ama son dönem yaşananlar karşısında uzaklaşmış olanlar da dahil- yeniden evet oyuna çekebilecek alttan alta işlenen başka bir dil ve söyleme ihtiyaç duydukları anlaşılıyor.
Nasıl bir söylem?
Bazı kesimlerde, özellikle AKP, HÜDA PAR çevresindeki yurtsever halkta şöyle bir tartışmaya tanık oluyoruz: “Türkiye’deki mevcut sistem, sorun ve çatışma üreten bir sistem. Eğer başkanlık olursa Kürt sorunu çözülecek fakat MHP’den oy alabilmek için bu konuyu dillendirmeyeceğiz. Ama siz de bu konuda böyle bir şey olduğunu bilin” gibi alttan işleyen, bir tür fısıltı gazetesi biçiminde söylentiler yayarak, halkta beklenti yaratmaya dönük bir eğilim de gözlemleniyor. Ve bu çok tanıdık. 2007’den beri hep bu söylenir Kürtlere, “Tayyip Erdoğan’ın eli güçlenecek, Kürt sorunun çözümünde engel kalmayacak” vs. denir. Ama şu var ki, bu söyleme Kürt halkı artık doydu. Çünkü kime sorsanız artık hakiki, somut bir şey istiyor.
Diğer yandan, Kürt halkının iktidardan beklentisinin en dip yaptığı dönem bu dönem. Şimdiye kadar hiç bu kadar dip yapmamıştı. Dolayısıyla bu tip yöntemlerle halkın ‘evet’e yönlendirilmesi güç görünüyor.
Kürt siyasal aktörlerine duyulan tepkinin de halkta boykot eğilimini oluşturan etkenlerden biri olduğu yorumlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Halk, Kürt siyasal aktörlerini boykot edecekse bunu bir genel seçim ya da yerel seçimde yapar. Kuşkusuz yaşadığı süreçler içerisinde siyasal, sosyal taleplerine yönelik beklentilerinin karşılanmasına dönük eleştirileri olmuştur ama referandumda sandığa gitmeme tercihinin oluşması Kürt siyasetine tepkiden ziyade, Türkiye’deki mevcut siyaseti oluşturanların çözümsüzlük ısrarının ve İktidardan halkın bir şey bekleyememe halinin etkisi belirleyici olabilir. Tabii bunun araştırmasını yapmak lazım ama halk “HDP, DBP ya da benzer Kürt siyasal aktörleri bu işi çözemedi, o nedenle bu iş böyle oldu” demiyor, devletin kendisine, mevcut sistemin kökensel hakikatine dönük eleştirisi var.
HDP’nin 7 Haziran kampanyasını “seni başkan yaptırmayacağız” sloganı üzerine kurmasına, anayasa değişikliği teklifine de Kürt siyasetinin tüm bileşenlerinin çok net bir biçimde “hayır diyeceğiz” kararını açıklamasına rağmen “Kürtler AKP ile anlaştı. Başkanlığa ‘evet’ diyecek” propagandasının sürdürülmesindeki maksat ne?
İktidarlar kitlelerin umutsuzluk, kırılma, kaygı süreçlerinin arttığı zamanlarda onların bu kaygılarını besleyecek argümanlar kullanmayı sürdürürler ve bunun kendilerine olumlu döneceğini düşünürler. Bir yanı bununla ilgili. Bir yanını da toplumu hâlâ iyi tanımamanın oluşturduğunu düşünüyorum. Biz bir yıl önce yaptığımız tüm bölgeyi kapsayan bir çalışmada insanlara şunu sormuştuk, “parlamenter sistemi destekliyor musunuz?” Çok büyük bir kesimi desteklemediğini söyledi. Hemen akabinde “başkanlık sistemini destekler misiniz?” diye sorduk, çok büyük bir kesim onu da desteklemediğini söyledi.
Nasıl bir sistem istiyor peki?
İşte anlamadıkları şey bu, bu halk mevcut parlamenter sistemin çıkmazlarını görüyor ve bundan rahatsız. Bir sistem değişikliğini arzu ediyor, mevcut siyasetin, mevcut aklın, mevcut siyasal hegemonyanın çözümsüz olduğunu görüyor, sorun ürettiğini biliyor. Ama bu, sorun üreten ikinci bir şeyi tercih edeceği anlamına gelmiyor. Bunun bilincinde. Mevcut parlamenter sistemi reddediyor çünkü çözümsüz buluyor ama sunulan başkanlığı da tercih etmiyor çünkü onu da otoriter ve diktatöryal buluyor. Aslında bu halk çok öteden beri Kürt sorunun çözümüyle ilgili bir projeye sahip. Bu proje yerelin güçlendirildiği, yerel idarelerin kurulduğu, adı demokratik özerklik olarak tariflenen, yarın başka biçimde de tarifleyebileceğiniz ama kendi kendini yönetme arzusuyla ifade ettiği bir model talebi içinde. Buna uygun bir idari siyasi sistemi arzuluyor.
İKTİDAR İLK KEZ “HALİFELİK GELECEK” PROPAGANDASIYLA BÖLGEYE GİRİŞ YAPIYOR
AKP’ye yakın yazarlardan Abdülkadir Selvi’nin, “terör örgütünün bölge halkının oylarına ipotek koymasının önüne geçilmesi” için AKP’nin “özel önlemler” alacağını belirttiği yazısından sandıkların kontrol altında tutulacağı ortaya çıktı ama AKP “evet” için başka ne gibi “özel önlemler” alabilir?
Ne planladıklarını çok bilemeyiz ama son iki yıllık pratikten de yola çıkarak şunları söyleyebilirim; İki yıldır Kürt halkı değişik baskı yöntemlerini yeniden yaşadı. Şiddet dalgası ve baskı sistemlerinin kendisine oy olarak döndüğü inancı AKP cenahında sanıyorum hâlâ çok güçlü. Benzer bir sürecin bölgede devam etmesi pekala mümkün. Zaten burası gündelik hayatın çok militerleştiği bir yer. Her sokak başında, mahalle arasında polisler, geçici karakollar var zaten. Bu tip günlük hayattaki militer görüntünün etkisini arttırmaktan tutun da, gözaltılar, tutuklama furyalarının arttırılması, hatta Kandil’e belki bir ihtimal de Rojava’ya bazı operasyonel tutumları da göze alabilecek bir referandum süreci sürpriz olmaz.
“Köyümüzde, ilçemizde hayır oyu çıkarsa, bizim de kentimiz, evimiz Sur, Cizre, Şırnak gibi yıkılır, o nedenle “evet” verelim” endişesinin yaygınlığı konusundaki gözleminiz ne?
Bu endişeye oynanabileceğini düşünmek de mümkün. Bütün her şeyin mümkün olabileceği süreçler yaşadı bölge insanı. Derinleştirilmiş psikolojik ve silahlı savaş, istikrarsızlık, yoksullaştırma, baskı, sindirme politikalarının bütün bağlamlarının harekete geçmesi mümkündür. Şırnak, Nusaybin, Cizre, Sur gibi Kürt kentlerinin büyük kısmı yıkıldı. Bu kentlerimizde yaşayan insanlarımıza “evet oyu karşılığında tekrar ilçenize, mahallenize evinize dönebilirsiniz” de diyebilirler. Referandum günü sandığa ulaşma, kendi sandığında ismi olmaması nedeniyle başka sandığa gitme gibi durumların yaşanması da mümkün. Tüm bu mümkünatlar içinde bölge halkının tercihinin şu anda hayır yönünde olduğunu söyleyebiliyoruz.
Tutuklanan HDP Sözcüsü Aylan Bilgen, bölgede “Erdoğan başkan olursa halifeliğin geleceği” propagandasının da yapıldığını aktarmıştı. Kürt halkı içinde halifeliğin gelmesinden heyecan duyacak kesimlerin oranı, dolayısıyla bu propagandanın bulacağı karşılığa dair ne söylersiniz?
Henüz ciddi bir toplumsal karşılığı yok ama “halifelik döneminde Kürdistan yarı bağımsızdı, o zaman rahattınız. Bakın ümmet kardeşliği ve halifelik içinde birçok sorun çözülecek” gibi tipik neo-Osmanlıcı söylemler, Kürt halkının Kürt sorunu nedeniyle yaşamış olduğu boyuta uyarlamaya çalışılıyor. İrade kırıcı bir şey aslında. Bir yandan ezip, sonra el uzatıp “bu sorunu böyle çözeceğim” demek bir irade kırma yöntemi. Kürt halkı içindeki dindar, şeriat talep eden kesimlere hoş gelebilir bu söylem ama büyük çoğunluk “halifelik gelecek, geçmişteki gibi kısmi özerkliğimize kavuşacağız” duygusunu taşımıyor. İşin ilginç yanı şimdiye kadar merkezi iktidar açısından böyle bir söylemle bölgeye giriş olmamıştı.
TÜM BASKILARA RAĞMEN ‘HAYIR’ EĞİLİMİ GÜÇLÜ
“OHAL şartlarında adil, eşit bir kampanya yürütmek mümkün müdür” sorusunun en kuvvetli sorulacağı yer Kürt illeri. Sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü, adım başı militarizm görüntülerinin yaşandığı bölgede kampanya yürütmek ne kadar mümkün olacak?
Çok mümkün olmayacak. Burada hayır çalışması yapmak zaten başlı başına tutuklama, direk örgüt üyeliğinden yargılanma anlamına gelecek ama yabancı değil burası, 90’ları da böyle yaşamıştı. “Yeniden 90’ları yaşarız” demek tabii ki ağır, gönül olmasın ister ama böyle bir hakikat var ve bu hakikat üzerinden kampanya yürütülecektir diye tahmin ediyorum. OHAL koşullarında hele de bu kadar militarize edilmiş OHAL koşulunda güvenli, adil, sağlıklı bir referandum tabii ki güç. Diğer yandan “sen ne kadar hayır versen de, o sandık sonra bir şekilde evet’lenebilir” duygusunda olanlar da var. Ancak bütün her şeye rağmen şunun altını bir kere daha çizmeliyim; Kürt halkı Türkiye’nin geleceği açısından sandıkta hayır çıkması gerektiğine samimiyetle inanıyor. Son iki yıllık sürecin yol açtığı siyasetten, devletten hiçbir şey beklememe ve ruhsal-duygusal kopuş olarak tarifleyebileceğimiz duygu haline rağmen, Türkiye’nin geleceği açısından referandumda hayır eğiliminin güçlü olduğunu söylemeliyim.
MİLLİYETÇİ CEPHEYE OYNAMAK CHP’YE KAZANDIRMAZ
CHP, İktidarın referandum kampanyası boyunca sürdüreceği anlaşılan “Hayırcılar bir şer ittifakı kurdu. HDP ile CHP aynı cephede. Sadece bu durum bile “evet” demek için yeterli!” sloganına karşı, aynı cephede yer almadığını ispat çabasına giriyor. CHP’nin “bizi neden HDP ile birlikte anıyorsunuz” serzenişine bölge halkı nasıl bakıyor?
CHP, Kürt halkını en az okuyabilen parti ne yazık ki. Kampanya sürecinde Kürt halkını anlayarak kurabileceği ilişki onu daha güçlendirebilecekken, Kürt sorununun çözüm taleplerine ve onun aktörlerine yönelik reddiyeci tutumu, bölgede bir kırılma yaratıyor. Milliyetçi cepheye oynamak CHP’nin de işine yarayacak bir propaganda değil. 20. yüzyıldan kalma söylemlerle milliyetçi cepheye oynamaya kalkmak CHP’nin yapacağı en başarısız kampanya olacak. Bu tutum, her şeye rağmen sandığa gitmek isteyen ve “hayır” diyecek Kürtleri de itiyor. CHP, kampanya sürecindeki sinerji ve mobilizasyona odaklanmak yerine ayrıştırıcı olan yanlara odaklanıyor ve hata yapıyor bana kalırsa.
Dolayısıyla bu tutum, CHP yönetiminin “Kürt halkıyla aramızdaki mesafeyi kapatacağız” iddiasını da boşa düşürmüş oluyor?
Tabii. CHP’nin Kürt sorunu üzerinden kurduğu söylemin kendisi inanılmaz statükocu ve bu halkın yüz yıldır tanıdığı bir söylem. Bunu kullanmak buradaki halkla CHP’nin buluşmasını zaten engeller ama Türkiye’nin ortak geleceği için birlikte bir şey yapmak duygusu açısından da bölge halkını uzaklaştırıyor. Bu çok büyük bir hata. Esasında bölücü de bir söylem. Çünkü bu söylem bölge halkını itiyorsa, siz ayrıştırıyorsunuz, bölüyorsunuz demektir. Size sadece ulusal söylemler içinde kurgulanmış bir kesim yetiyor demektir. CHP bana kalırsa Kürt halkını, bölgeyi ve Türkiye’yi bekleyen tehlikeyi okuyamıyor. Okuyabilse Kürt sorunu ve Kürtlerle ilgili kurduğu söylem ve analiz bağlamını değiştirirdi. CHP, HDP ya da hayır cephesini örenlerin yapması gereken şey, “hayır” deme eğilimi olan yaklaşık yüzde 60’lık potansiyeli bölmek, parçalamak değil, mümkünse sinerjileriyle birleştirerek motive etmek ve demokratik bir Türkiye geleceğine yönlendirmek için ortak bir dil bulmak olmalı.
REFERANDUMDA ‘KÜRT SORUNUNA ÇÖZÜM İSTİYOR MUSUNUZ, İSTEMİYOR MUSUNUZ’U OYLUYORUZ’ DESELER YERİDİR!
Referandumda ilginç bir tablo da yaşanıyor. Hayır cephesindeki milliyetçi muhafazakar kesimler "AKP, HDP ile anlaştı, bu yüzden teklife hayır!" derken; İktidar başta olmak üzere “evet” cephesindeki milliyetçi muhafazakarlar da "HDP, PKK hayır dediği için teklife evet demeliyiz" diyor. Her iki cephedeki milliyetçi muhafazakar kesimlerin referandum sloganlarını Kürtler üzerinden kurmasına yorumunuz ne?
Kampanyaların, sloganların belirttiğiniz tarzda oluşturulma ve yürütülme biçimi aslında referandumda Kürt sorununun kilit bir noktada olduğunu gösteriyor. Nereden baksanız hem ak, hem kara; hem düşman hem dost; hem sevilen, hem dövülen bir kampanyanın ana odağında duran; bir yandan lanetlenen, diğer yandan övülen ama sonuçta bir yandan Türk milliyetçiliğini mobilize etmek için tu kaka yapılan, öte yandan Kürt yurtseverlerini, demokratları, kısmen solcu ve liberalleri de etkileyebilmek açısından çözüm ve demokrasi söylemlerine sıkıştırılan bir konu durumunda Kürt meselesi ve Kürt oyları meselesi. Dolayısıyla daha başından Kürt sorunu odaklı, Kürt siyasal hareketinin aktörlerine karşıtlık temelinde kurulmuş olan referandum sürecinin kendisi açık ki, Kürt sorununun Türkiye’nin ne kadar temel bir sorunu olduğunun yeniden ispatı. Aynı zamanda da Kürt sorunun çözümünü içermeyen bir sistemin önümüze konulduğunun ispatı. Kampanyaların yürütülme biçimi, dillendirilen sloganlar, referandum hakkında toplumun, siyaset çevrelerinin, sivil toplumunun bir daha düşünmesi gereken noktanın da odağını oluşturuyor. “Bu referandumla Kürt sorununa çözüm istiyor musunuz, istemiyor musunuzu oyluyoruz “ deseler, herhalde yeridir! Çünkü neredeyse o biçime itilir halde karşıtlıklar ve taraftarlıklar kuruluyor maalesef.
İKTİDARIN KÜRT SORUNUNU ÇÖZECEĞİ BEKLENTİSİ CİDDİ MANADA AŞAĞILARDA
Çözüm sürecinin rafa kaldırılmasıyla son iki yıldır yaşanan savaş, şiddet ve baskıların Kürt halkında sorunun çözüleceğine dair umudu belirgin biçimde zayıflattığı SAMER olarak sizin de tespit ettiğiniz bir olguydu. Başkanlık sisteminin “terörle mücadele için de gerektiği” savunusuna bakarak, halkın yakın vadede çözüm beklentisi için nasıl bir okuma yaparsınız?
Saha çalışmalarımız ve gözlemlerimizden yola çıkarak söyleyeyim; elbette ki gönül Kürt sorunu da dahil şiddetle üretilen tüm sorunların çözülmesini istiyor. Kime sorsanız artık çözülsün istiyor ama devleti oluşturan iktidar aktörlerinin mevcut duruşu, söylem kurma biçimi, devlet sistemini yapılandırma ve toplumu dizayn etme biçimini de gözlemliyor buradaki insanlar. Gözlememekten öte iki yıldır çok ciddi bir şiddet sürecine tabi tutuldular.
Anketlerimizde Kürt sorunun çözülmesine dair talep en yüksek talep (yüzde 85) olarak ortaya çıkıyor. Birincil talep sorunun çözülmesi. Bu da nasıl bir beklentide olduklarını da gösteriyor fakat bu aktörlerle ve bu aktörlerin mevcut söylem ve politik stratejileriyle Kürt sorunun çözüleceğine inancın ciddi anlamda aşağılara çekildiğini gözlemliyoruz.
Çözümden kastedilen, yıllardır telaffuz edilen “biz Kürt sorununu çözeceğiz” gibi yuvarlak laflar değil. Somut olarak nasıl bir statüyle, ne yaparak ve ne tür garantilerle çözüleceği meselesi Kürtler arasında heyecan uyandırabilir. Onun dışındaki söylemler doğrusu heyecan uyandırmıyor.
SANAL MUHATAPLAR YARATMAK SORUNU DERİNLEŞTİRMEKTEN BAŞKA İŞE YARAMAZ
Bir de, çözüm sürecinin yeni muhataplarla sürdürüleceği argümanı var. Bölge halkının, başta HDP olmak üzere seçtiği temsilcilerin yerine HÜDA PAR ve Irak eksenli Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP) gibi parti ve örgütlerin işaret edildiği “yeni muhataplar” meselesine yaklaşımı nedir?
Kürt halkı, Kürdistan’daki siyasal, sivil toplum dinamikleri çok uzun süredir bir konuda çok eminler. Bu konuyu hiçbir zaman tartışmadılar ve tartışıldığında da çok anlamlı bulmuyorlar açıkçası. O da şu; eğer Kürt sorunu çözülecekse bununla ilgili muhataplar çok net. Kürt halkı, Kürt sorununun çözüm muhataplarını, oy verdiği siyasal parti ve aslında geniş anlamda Kürt siyasal hareketi olarak tariflenen bütün yapıların kendisi olarak görüyorlar. Örneğin sorunu PKK’yi dışlayarak ya da Sayın Öcalan’sız çözülebileceğine hiçbir zaman inanmadılar. Bugün de tartışma konusu değil bu. Bu konuda zoraki muhataplar çıkarmak, Kürt sorununu karmaşık hale getirmekten, sorunun çözümünü daha fazla zorlaştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Tarihsel arka planı olan, güncel olarak Türkiye’deki birçok dönüşüm süreçlerinin de başat aktörü olan bir meselenin kendisi sanal aktörlerle çözülemez. O nedenle bu konudaki tartışmalara hiçbir biçimde itibar gösterilmiyor. Halkın ilgisini de çekmiyor ve tartışmıyor. Bunlar boşa kürek çekmek, gereksiz enerji harcamak, sorunu zamana erteleyerek derinleştirmek dışında hiçbir işe yaramaz.
YAŞANAN DUYGU KIRILMASI AYNI ZAMANDA BİR AYRIŞMANIN İFADESİ
Referandumda “evet” çıkmasının bölgeye yansımaları nasıl olur? Kürt siyasetinin yol ayırımına gidebileceği yönünde projeksiyonlar yapılmakta. Ne dersiniz, baskı ve tutuklama furyasının sistematikleştiği koşullarda “Direnerek kalmak mı? Parlamentodan vazgeçmek mi? tartışması, ikincisinin lehine sonuçlanabilir mi?
Yaptığımız sohbetlerde dört kişiden biri “referandumdan evet de çıksa, hayır da çıksa, yaşadığımız hal yine bu olacak” görüşünü savunuyor. Bu, siyasetten bir şey beklememe haline denk geliyor. İktidar ve Türkiye’nin muhalefet siyasetini yürütenler fark etmiyor olabilir ama insanlardaki duygu kırılması aynı zamanda bir ayrışmanın ifadesidir. “Evet çıkarsa bölgede ne olur?” Doğrusu mevcut olan şey zaten çok parlak değil, “evet”in çıkması halinde de mevcut duygusal kırılma ve ayrışmanın derinleşmesi pekala mümkün. Ama tabi çok erken bunu konuşmak için. Evet çıkması halinde de mevcut iktidar ve iktidar zihniyeti iktidarda olacak. Dolayısıyla devam edegelen süreçten çok farklı bir süreç olmayacak. Çünkü “evet çıkarsa bu durum değişir’e dönük hiçbir inandırıcılık yok. Evet’in Kürt sorunun çözümünün lehine olacağına inanmıyor. Çünkü zaten demokratik olmayan bir Türkiye’de Kürt sorunu çözülemez.
BAŞKANLIK İYİ BİR SİSTEMSE SAVUNMACI POZİSYONDAN ÇIKMALILAR
İktidara göre, referandumda evet demek, terörle mücadeleye destek anlamına gelecek. Kürt sorunun da terörle mücadele parantezine alındığını anımsarsak, sorunu kriminalleştiren bu söylemin bulacağı karşılık için ne söylersiniz? Bu propaganda batıda kararsızlık yaşayan kesimleri, evet’e çekebilir mi?
Türkiye’de çok işlevli bir sopa oluşturuldu. Bu sopa o kadar büyük bir işleve ve terbiyeciliğe sahip ki, bir şeyi eğer toplumsal olarak lince uğratmak, kamplaştırmak, kutuplaştırmak istiyorsanız, “bu yaptığınız terör” ya da “terör örgütleriyle işbirliği yapmaktır” demeniz yetiyor. Halkı bu duruma getirdiler. Türkiye’nin artık bundan çıkması gerekiyor. Eğer getirilmek istenen başkanlık özünde iyiyse, inandıkları bir sistemse, buna karşı savunmacı pozisyondan çıkmak, o iyiliğin ne olduğu konusunu öne çıkarmaları gerekir. Savunmacı pozisyonda olduğunuz sürece başarı şansınız yoktur.
KALKINMA PAKETLERİ REFERANDUMDA İŞE YARAMAYACAK
İktidarın referandumu bölgede kendi lehine çevirebilme uğraşısının bir tarafında da son dönemde art arda açıklanan kalkınma paketleri var. Bu paketlerin Kürt halkının derdine deva olmayacağı yönünde güçlü bir kanaat var. Ancak diğer yandan kentsel dönüşüm projeleriyle birlikte düşünüldüğünde alıcısının olduğu da muhakkak. Bu paketler kime hitap ediyor?
Tüm toplumlarda olduğu gibi, Diyarbakır’da da Kürdistan’ın diğer şehirlerinde kişisel gelecek ikbali üzerinden iktidarın nimetlerinden faydalanmak isteyenler elbette var ve onlara hitap ediyor bu durum. Ama ben referandumda bunun ciddi bir etkisinin olacağını sanmıyorum. Kentsel dönüşüm dediğimiz şey buradaki insanlar için mağduriyet demek. Savaşla, şiddetle yıkılmış evler demek, o evlere el konulması demek. Yani normal bir kentsel dönüşüm sürecinden bahsetmiyoruz. Dolayısıyla bu tip kentsel dönüşüm ya da cazibe merkezleri oluşturmak gibi planların daha ziyade AKP’ye yakın çeperde yer alan ama son iki yıldır Kürt sorununda iktidarın yürütmüş olduğu politikadan rahatsızlık duyan kesimleri de yeniden kazanmak, çeperinde tutmakla da ilgili bir yanı var.