Bütün atmosferi tek balona sıkıştırmak
"Kaldırımdan yola adım atmamı engelleyen duyduğum bir siren sesi oldu. "
Deniz KAR
Gaziantep
Kaldırımdan yola adım atmamı engelleyen duyduğum bir siren sesi oldu. Sağıma baktığımda yaklaşmakta olan ambulans, tepesinde anten onun da tepesinde üzerinde ay ve yıldız olan kırmızı bir örtü gördüm. “Hastanın, yaralının, ölünün milleti olur mu?” sorusunu sormaktan kendimi alamadım. Sonrasında düşündüklerim malum; tutuklanan vekiller, sınırda süren savaş, kapatılan televizyonlar, dernekler… Her gün okuduğumuz, alışmaya korktuğumuz şeylere alışmış buldum kendimi.
Okuduğum üniversitede gitar çalarak yürüdüğümüz için güvenlikler yolumuzu kesmişti. Bir süre öncesinde Suriyeli 7-8 yaşlarında bir çocuğun dövülmesine tepki gösteren iki genç, yoldan geçen vatandaştan tekme tokat dayak yemişti. Elinde dolar olan terörist ilan edilmiş, ‘Ülke NATO topraklarıdır’ açıklamasını yapanlar İncirlik’in NATO üssü olduğunu inkar etmişti. Olan biteni yeniden hatırlayınca canım sıkılmaya başladı. Aklıma sınıf arkadaşımla yaptığım bir muhabbet düştü birden. Kayseri, Beşiktaş saldırıları, Büyükelçi suikastı gerçekleşmemişti henüz. Sivil polis olduğundan şüphelendiğimiz seyyar pilavcıdan aldığımız pilavları yerken, sessizce konuşuyorduk memleketin ahvalini, diyaloglardan aklımda kalan ‘faşizm dönemi, savaş sonrası vs. zamanlara denk düşen sinema filmleri, kitaplar, kültür sanat faaliyetleri yoksulluk, açlık, ahlaki çöküntü, savaş gibi unsurların her zamankinden daha fazla işlendiği, teşhir edildiği alanlardır.’ Bu düşünce, bir süre beni ‘insanın öfkesini bir yerden dışa vurması lazım’ şeklinde umutlandırıp ‘yine de her şey bitmiş değil yapılacak şeyler var ve olacak’ fikriyle teselli etmeye devam ettikten sonra, kültür sanat dergilerinin kapatıldığını, derneklerin kapılarına mühür vurulduğunu hatırladım. Sinema salonları politik-ekonomik durumu bahane ederek film festivallerini geri çeviriyordu. Madonna 1943 yılından bu yana şarkıcılık yapıyordu. Tarihi sinemalara dokunuluyor, televizyon dizileri sonlandırılıyordu. Tiyatrocular dış güçlerin elemanları, piyanistler vatan haini ilan edilmişti.
KILIÇLAR FÜZELERE DÖNÜŞTÜĞÜNDE
Umutlanmak yersiz değil miydi? Kültüre sanata kim nerede yönelecekti. Sosyal medya üzerinden sivil silahlanma propagandası yapılıyor, bakanlar poligonlara atış talimi yapıyordu, ülkenin göbeği, meclisin ortasında ‘sana mı soracağım!’ diyen vekiller vardı. Yalnız ülke genelinde değil, dünya çapında bir kötüye meyilli olma durumu boy gösteriyordu. Hep daha da felakete, kötüye sürüklenip durmuştuk. Önce sınıflar ortaya çıkmış, sonra ezmekte olan işinde ustalaşmış, yeniyi çıkarı için, devleti de, yasayı da, referandumu da sürdürdüğü hükmün devamı için kullanmıştı. Kılıçların yerini füzeler, kalkanların yerini bomba yelekleri almıştı. Bir anda yüzlerce kişiyi öldürmek mümkündü. Olmasını istediğin insanlar yanındayken bile karamsarlık ve umutsuzluk diz boyuydu, kar yağışıyla oluşan kaygan zeminde kayarken bile. Bedenini yasama ve yürütmeden ibaret sayan, kendini iradelerin de üstünde hisseden herifin söylemlerinden hizmet ettiği yaşam tarzını, ideolojiyi anlamak mümkündü. Fakat öyle anlar vardı ki ancak hastalıklı ruhuna, pislik kelimesinin tam tarif edemeyeceği kişiliğine, kinine verebiliyordunuz hal ve hareketlerini.
Söylediklerim salt benim değil yediden yetmişe, ‘yarın ne yiyeceğiz’ sorusunu değil ‘şu an karnımız tok mu’ sorusunu soran, bugünün felaketlerinden bir kurtulsa yarınını düşünebilecek olan birkaç milyar soluğun düşünceleri. Ancak balonların hacmi vardır. Bütün bir atmosferi tek bir balona sıkıştırmak mümkün sananlar, o balonun patlamasının sorumlularıdır. İnsanları kötülüğe, şiddete, savaşa arzulu bireyler olarak gösterenler ölümle yaşamın ne kadar tezat olduğunun farkında bile değildir. Bugün insanlık yaşam mücadelesi veren, ülkenin yarınından hatta kendisinin şimdisinden endişe duyan, canlı bomba korkusuyla otobüsten inen insanlarla dolup taştıysa bunun sebebi ölümün birey yaşantısında hiçbir yerinin olmamasıdır. Ölümü kutsallaştırıp, vatan ifadesiyle başlayan cümleler kuranlar ise savaşların getireceği ölümleri insan hayatında olağanlaştırmak derdi taşımaktadır.
İNSAN HAYATA BİR ŞEKİLDE BAĞLANACAK
İlyada Destanı’nın krallarından Akhilleus ve Agamemnon bir sorundan dolayı tartışırlar. Tarih boyunca barbar, savaşçı, yağmacı olarak anılan Agamemnon Akhilleus’a ‘Hep kavga dövüş, savaş işin gücün, en iğrendiğim sensin Zeus’un beslediği krallar içinde’ şeklinde cümleler kurarak yağmacı, ölümü kültür edinmiş bir insanın dahi, savaşa, kana ne derece öfke duyduğunu belirtir.
Bugün milli ve yerli yaralı arayan ambulanslar, vatan elden gidiyor söylemleriyle ülke işgal edenler, milyonları aç yaşamaya zorlayanlar hangi kılıfa sokarlarsa soksunlar, savaşların, ölümlerin insanın da insanlığın da kaderi olduğu fikrini empoze edemeyecekler. İnsan hayata bir şekilde bağlanacak, belki lağım kapaklarından çıkıp sokaklarda illegal tiyatro oyunları sergileyerek, belki internet dizileri yaparak, belki sinemayı mahallesine kurarak. Belki habercilik anlayışı sosyal medyadan ibaret olacak. Belki bildiri dağıtamayacak ama bir evin damına çıkıp ‘Tek Adam Yönetimine HAYIR!’ diye bağırabilecek. Tutuklansa da kapatılsa da yasaklansa da bir yolunu bulup taşacak. Balon patlamak üzere mi bilemem. Savaşla ölümle ne kadar yüz yüze geldik o da tartışılır. Fakat zıtlıklar, çelişkiler birbirini yiyip duracak. Yaşam ölümü alt edecek. İnsan savaşsız, tok, sömürülmeden yaşamak için bir delik açacak balona ve o delik genişleyecek.