12 Şubat 2017 01:07

Dr. Mehmet Cemil OZANSÜ (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi)

KHK ile ihraç edilmeden önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde çalışıyordum. Bu fakülte, Türkiye tarihinde modern hukuk eğitiminin başladığı ilk birimdir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hukukun ne olduğunun belirlenmesinde ve Türk hukuk ütopyasının ifade edilmesinde tayin edici bir rol oynamış akademik bir geçmişe sahiptir. Ancak atıldığım andaki fakülte, anılan ütopyasını çoktan yitirmiş olduğu gibi, bu hayalden elinde kalan gerçekleri de savunabilecek durumda değildi. Zaten fakültenin son on yılı, ortak bir hukuk dilini elde tutmayı dahi imkansız bırakacak miktarda üretilmiş vasat altı bilginin boğuculuğu altında geçmiştir.

Hepsini ortaklaştıran müşterek bir gayeleri bulunmayan veya böyle bir gayeye ihtiyaçları olduğunun henüz bilincinde olmayan genç bir akademisyen kadrosu ise fakültenin bu gidişine karşı azimkar bir direniş içindeler. Bu genç kuşak, fikren hala ütopyanın tesiri altında duran ancak çocukça korkuları veya piyasayla olan ilişkileri nedeniyle bir türlü iktidarın üniversiteyi kendi lehinde politize etmesine direnemeyen kıdemlilerin korumasından mahrumdur. Bu nedenle kısa bir süre içinde tamamen eriyip koybalma veya üniversite dışına çıkma mecburiyetinde kalma tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Mevcut meslek örgütlerinin, platformların, girişimlerin veya derneklerin bu kuşağı kapsayıcı biçimde örgütlemesi sübjektif nedenlerle olanaksızdır. Bu imkana en yakın örgütler Eğitim-Sen’in üniversite birimleridir. Ancak bu birimler ve civar ilişkileri de henüz Türkiye Üniversitelerinin hangi yöntemle ve ne derecede yeniden biçimlendirileceği sorunlarına yönelmiş somut bir programı oluşturmak kapasite ve buna bağlı olarak kararlılığa uzaklar. KHK topunun namlusunun ağır ağır ama emin adımlarla sosyalist akademisyenlere çevrilmeye başlamasıyla beraber, bundan sonra sadece üniversite içinden yürütülecek bir yeniden inşanın zorlaştığı tespit edilebilirse de, mücadelenin nihai anlamda yitirildiği zehabıyla üniversite içinde kalmayı tahfif etmek de ancak çaresizliğin ruh halidir ve kökeni bireyseldir. Oysa yeniden inşanın bizatihi öznesi olacak olan gençlerin varlığını kamu görevi bağı içinde mümkün mertebe korumak amacıyla kıdemlilerin en azından nöbet tutması gerekir. Bunun bilincinde olanlar pek az sayıdaki çok kıymetli hocalarımızdır.

Politik idari aparatın ister KHK isterse mobbing aracılığıyla olsun -ki bu aralar bu ikisi birbirine karıştı- üniversite dışında bıraktığı genç neslin hem genel üniversiter düzlemde hem de akademik branşlarına göre birbirleriyle irtibata geçmeleri ve buradan hareketle var olan mevcut sendikal yapıları elektiriklendirmeleri gerekir. Anayasaya aykırı biçimde oluşturulan itiraz komisyonuna iki yıl görev süresi biçildiği ve idari yargının partizanlaştırıldığı gerçekleri göz önüne alındığında üniversite dışına atılmış olanların dağılmadan yeniden bir araya getirilmesinin acil önemi haiz olduğu tespit edilecektir.

Amacına ve yöntemine göre değerlendirildiğinde yurtdışına gidilmesi kararı sorunsuzdur. Sadece üniversiteyi değil, bununla beraber Türkiye’yi de yeniden inşa etmek sorumluluğuyla kendini inşayı hedefleyen bir birlikteliğin bilimsel merkezlerle sahici bir temasın içinde olması doğal olarak gerekiyor. Ancak bu mekansal uzaklaşmanın yukarıda arz etmeye çalıştığım müşterek gayenin belirlenmesini de sürüncemede bırakmaması icab ediyor. Artık kaybedilecek zaman yok gibi.

Üniversitenin özel bir biçimde yeniden örgütlenmesine yol açacak olan bu çaba, yavaş yavaş ama giderek netleşen bir içerikle ütopyanın belirginleşmesini ve bununla beraber Türkiye’nin de dünyaca tanınabilir bir geleceğe sahip olmasını sağlayacaktır. Şimdi önümüzde duran sorular anılan örgütlenmenin hangi araçlar kullanılarak ve nasıl hızlıca hal edileceği hakkındadır. Şu an için bu hareketin ilk ivmesini verecek kuvvetin, Eğitim-Sen üniversiteler şubelerinde bugüne dek biriktirilmiş mücadele kararlılığında olduğunu teslim etmeliyiz.

Evrensel'i Takip Et