19 Şubat 2017 02:20

Dr. Arda İBİKOĞLU* 

Referanduma giderken AKP cephesinden ve Cumhurbaşkanı’ndan “hayır” oyu verecekleri FETÖ, PKK ve hatta 15 Temmuz darbecileri ile özdeşleştiren açıklamalar geliyor. Bu yazıda biraz kuramsal biraz da mukayeseli bir bakış açısıyla bu kutuplaştırıcı söylemi irdelemek istiyorum.

20. yüzyılın ortalarında Frankfurt ekolünden gelen sosyal bilimciler ve düşünürler, Avrupa’da işçi ayaklanmalarının yaşandığı bir önceki yüzyılda, sosyalist devrime bu kadar yaklaşmışken nasıl olup da halen devrimin gerçekleşmediğini sorguluyorlardı. Adorno’ya göre bunun sorumlusu kitleleri uysallaştıran kültür endüstrisiydi. Marx geçici bir üstyapı kurumu olarak gördüğü kültürü çok hafife almıştı. Fakat modern kültür endüstrisi standartlaştırılmış, yavan ve monoton işlerde çalışan kitlelere yine standartlaştırılmış, hiç kafa yormayı gerektirmeyen, kolay tüketilebilen ama onlara kendilerini özel hissettirmeyi başarabilen bir dünya yaratmıştı. Adorno bu kuvvetli kültür endüstrisi eleştirisiyle daha da gelişecek olan iletişim araçlarıyla kitlelerin zihinlerinin nasıl başarılı bir şekilde şekillendirilebileceğinin ipuçlarını veriyordu.

AHLAKİ PANİK ÖRNEKLERİ

Affınıza sığınarak başka bir kurama atlayalım. 1970’lerde Stanley Cohen’in popülerleştirdiği “ahlaki panik” (moral panic) kavramı kriminoloji, sosyal bilimler ve hatta son dönemde psikoloji alanında etkili olmuş bir kavram. Kimi zaman gerçek kimi zaman ise tamamen hayal ürünü olan, toplumun genel geçer ahlaki hassasiyetlerini rencide edebilecek bir meselenin gündeme büyük bir tehdit olarak gelmesini ahlaki panik olarak tanımlıyoruz. Gerek medyanın sansasyonel haber yapma telaşıyla gerekse de böyle bir tehditle mücadele edebileceklerini göstermek isteyen siyasetçilerin olayı büyütmesiyle, ya hiç olmayan bir problem yaratılıyor ya da var olan küçük bir problem inanılmaz derecede büyütülüp toplumun en temel meselelerinden biri haline geliyor. Hatta kimi alt gruplar problemin ana kaynağı olarak görülüp (Cohen’in tanımıyla) “halk şeytanı” olarak kodlanıyorlar. Geçmişte yaşadığımız Satanistler, saldırgan travestiler ya da Uğur Dündar’ın haberleriyle özdeşleştirdiğimiz “gıda terörü” bu tip ahlaki paniklere çok iyi örnekler.

Bu uzun kuramsal girizgâhı ABD’de 80’ler ve 90’larda görülen “suça karşı savaş” ve “uyuşturucuya karşı savaş” ile tamamlayalım. Stuart Scheingold ve Katherine Beckett gibi akademisyenler çeşitli kademelerde seçime giren siyasetçilerin, seçilmek adına uyuşturucu ve suç problemini nasıl olduğundan daha büyük gösterdiklerini; nasıl bu problemlere karşı daha sert ve acımasız olunması gerektiğini savunarak, ABD’de artan hapsetme sürelerine ve oranlarına katkıda bulunduklarını; ve siyahlar başta olmak üzere azınlıkların nasıl gittikçe sertleşen cezalandırma politikalarının hedefi haline geldiğini, çok detaylı bir şekilde bize anlattılar. Buna benzer dinamikleri 2000’de şaibeli bir şekilde Başkan olarak seçilen George W. Bush’un teröre karşı açtığı savaş sayesinde artan destek oranlarında da gördük. Kısacası, ahlaki paniklerin yarattığı korku ve endişe atmosferinde sorunları demir yumrukla çözeceğini iddia etmek, ABD örneğinde görüldüğü üzere iyi bir oy devşirme stratejisi.

AKP VE KUTUPLAŞTIRMA SÖYLEMİ

Bütün bu kuramsal tartışmaların ışığında AKP’nin referandum yolunda kutuplaştırıcı söylemlerini nasıl inceleyebiliriz? Aslında AKP’nin bu söylemi pek yeni değil. Gezi ile birlikte yoğunlaşsa da, 2010’daki anayasa değişikliği referandumundan beri bu kutuplaştırıcı söylemi görüyoruz. “Evde zor tutulan yüzde elli” belki de bu söylemin anahtar tanımlaması: Ya bizim yüzde ellidensin ya da onların yüzde ellisinden… AKP, “kendi yüzde ellisini”, ehlileştirilmiş medyasının sunduğu kültürel bombardıman ile daimi bir ahlaki panik ortamında ve yaratılan “halk şeytanlarına” karşı verilen sert ve müdanasız varoluş mücadelesi ile ayakta tutuyor. 

AKP medyasındaki “standartlaştırılmış”, sindirimi kolay kültür endüstrisi ürünlerine bir örnek olarak, iki gün önce yemek yediğim lokantada açık olan A Haber’de şöyle bir program vardı. Türk bayrağı sallayan kitlelerin akan görüntüleri, arada o görüntülerin üzerine binen şeffaflık derecesi değişen Erdoğan ve Türk bayrağı görüntüleri, ekranın tam ortasında yazan ve gür bir sesle okunan bir ayet. İslam’ı, vatan sevgisini ve liderimize duyduğumuz sevgiyi bir paket olarak sunmak Türkiye’de yeni tanık olduğumuz bir olgu değil elbette. Fakat yenilik, Gezi sırasında evde zor tutulan yüzde ellinin, 15 Temmuz süreci ile birlikte artık evde tutulmaması. Yenilik, 15 Temmuz sonrasında her an harekete geçebilir bir şekilde bekleyen bu yüzde elli.

15 Temmuz darbe teşebbüsünün detaylarına halen tam olarak vakıf değiliz. Fakat sonrasında yaratılan ortamı net bir şekilde “ahlaki panik” olarak kodlayabiliriz. Darbe teşebbüsünün üzerinden altı ay geçtikten sonra devam eden OHAL ortamında, on binlerce devlet memuru işten atıldıktan sonra, yeni bir darbe teşebbüsü elbette ki söz konusu değil. Fakat AKP medyasındaki teyakkuz hali devam ediyor. AKP ve seçmeni halen varoluşsal bir mücadele atmosferinde yaşıyor. Bu atmosfer, OHAL’i ve KHK’leri meşrulaştırdığı kadar anayasa değişikliği referandumunu da varoluşsal mücadelenin başka bir veçhesi olarak kodluyor: Eğer demokrasi, vatanımız, liderimiz ve dinimizden oluşan paketin ayakta kalmasını istiyorsan, “evet” oyu vermelisin. “Hayır” oyu ise bu ahlaki paniğin“halk şeytanları” ile örtüşecektir: PKK, FETÖ ve 15 Temmuzcular.

AKP seçmenindeki bu korku ve endişe hali ne kadar sürdürülebilir? PKK ile olan savaş yeniden alevlenmişken ve Türk askeri Suriye’de de savaşırken, AKP gerekirse yeni halk şeytanları yaratmakta zorlanmayacaktır. Özellikle ABD’de İslam karşıtı bir idare şekillenirken, küresel kökenli öcülerle mücadele etmeye de çağırılabiliriz gelecekte.

ABD’nin suça, uyuşturucuya ve teröre karşı verdiği savaşların bedeli çok ağır oldu. Gittikçe sertleşen suçla mücadele politikalarının sonucunda, şu anda ABD hapishanelerinde iki milyona yakın tutuklu var ve ABD dünyanın en yüksek hapsetme oranına sahip. Bu kadar çok hapishane ve tutuklunun yarattığı inanılmaz mali yükün yanı sıra, çok ciddi sosyal problemler de ortaya çıktı. İstatistikler, her üç Amerikalı siyah erkekten birinin hayatının bir noktasında hapse gireceğini gösteriyor. Bu ve benzeri rakamların azınlık ailelerinin hayat şanslarında ve kalitelerinde yarattığı sorunlar saymakla bitmez. Kısacası, siyasi çıkar adına topluma nefret ve korku pompalamak dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinde bile aşılması güç problemlere yol açtı. Bizim gibi etnik ve dini farklılıkları yüzlerce yıl geriye giden bir ülkede yaratılan ve büyütülen düşmanlıkların bizi çok daha uzun süreler yaralayacağını görmek için sosyal bilimci olmak gerekmiyor. Siyaseti bizim yüzde ellimiz ile onların yüzde ellisi arasında sıfır toplamlı bir oyun olarak gören, toplumun diğer yarısını düşmanlaştıran ve bu düşmanlıkları sokağa taşıma potansiyeli ihtiva eden bir anlayış uzun vadede yenilmeye mahkûmdur. Fakat giderayak tedavisi çok uzun süreler alacak yaralar açıyor.

*İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
arda.ibikoglu@kemerburgaz.edu.tr

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yasak çuvala sığmıyor

Yasak çuvala sığmıyor

KAMUAR’ın hesaplamalarına göre son bir yılda meyve fiyatları yüzde 154.5, sebze fiyatları yüzde 116.5, gıda fiyatları ortalama yüzde 70 arttı. Hane halkının bir yıl sonrası için enflasyon beklentisi yüzde 59’u, işçilerinki ise yüzde 62’yi aştı. Emekçiler için bıçak kemikte! Yasak, tutuklama, işten atma tehdidi işçilerin harekete geçmesini durduramıyor.

Has Çuval 37 ülkeye ihracat yapıyor.

İstanbul Sanayi Odası nın ikinci en büyük 500 listesinde.

Has Çuval'ın iki fabrikasında 600 işçi fiili greve katıldı

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Erdoğan: Dünya bir imtihan yeridir, ekonomik zorluklar gelip geçer.

Evrensel'i Takip Et