El Bab’daki askerler, Türkiye’deki Suriyeliler
Ercüment Akdeniz, Evrensel Pazar'a El Bab operasyonuna, Türkiye'deki Suriyelilere ve sığınmacılara yönelik nefret söylemlerine dair yazdı.
Ercüment AKDENİZ
El Bab’dan gelen ölüm haberleri çoğaldıkça, Suriyeli sığınmacıları hedef alan nefret söylemleri de artıyor.
Son günlerde çokça paylaşılan capslerden biri şuydu:
“Suriyeliler Türkiye’de keyif sürsün diye benim askerim Suriye’de can veriyor!!!”
Bir diğeri de CHP’li Öztürk Yılmaz’dan alınma şu sözdü:
“Bizim gençler Suriye’de savaşırken, şehit düşerken, Suriyeli gençler bizim kızlarla gönül eğlendiriyor”
Üzülerek belirtmek gerek ki; kendisine solcu, demokrat, sosyal demokrat hatta sosyalist diyenler içinden de bu paylaşımlara iştirak edenler oldu! Kimileri uyanıp sonradan paylaşımlarını silse de konu hâlâ üzerine gidilmeyi hak ediyor.
Evrensel yazarlarından Ali Kenanoğlu geçen gün çok iyi bir iş yaptı ve konuyu köşesine taşıdı. “Suriyeli gençler ve ‘bizim kızlar’ başlıklı yazısında şöyle dedi:
“...Gerçek böyle mi? Hiç de böyle değil. Gerçek; Suriyeli kızların Türkiyeli erkeklere ikinci, üçüncü eş olarak çok küçük paralara satılması, Suriyeli kadınların sokaklarda, kamplarda, oturdukları mahallelerde Türkiyeli erkekler tarafından tecavüze uğramasıdır.”
***
Kenanoğlu’nun bıraktığı yerden devam etmek istiyorum...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz aslında tam olarak şöyle demişti:
“Bizim Mehmetimiz El Bab’da, Suriye’de şehit oluyor. Ama Türkiye’ye gelen Suriyeli erkeklerin yaş aralığına baktığımızda, 15 ila 44 arasında 819 bin 350 askere alınabilecek erkek, Türkiye’de kafelerde, pub’larda Türk kızlarıyla geziyor...” (!)
Peki sayın Yılmaz, Meclisten “Sınır ötesi harekat tezkere”si çıkarılırken nerdeydi?
Hatırlayalım...
O gün yani Suriye ve Irak tezkeresinin 30 Ekim 2017’ye kadar uzatıldığı gün, “evet” oyu verenler arasında AKP ve MHP’li vekillerle birlikte CHP’liler de vardı. Bir tek HDP’nin ret oyu verdiği o oylamada CHP adına “evet”in gerekçelerini kürsüden anlatan isim de Öztürk Yılmaz’dı!
Suriye savaşında, ortada yanlış hükümet politikaları ve altına imza atılarak ortak olunan savaş tezkereleri dururken, faturayı savaştan kaçmış gariban sığınmacılara kesmek kolay tabi!
Son zamanlarda kullanılan tabirle buna “konforlu atış sahası” deniyor zira.
***
Tartışma tam da belli bir doygunluğa ulaştı derken mevzuya Sözcü yazarı Yılmaz Özdil girdi. Kaleme aldığı yazı, Suriyelileri hedef alan Sözcü’nün nefret manşetlerinden farksızdı.
Özdil’e göre;
İzmir’de kağıt havlu ticareti yapan, Aydın’da incir ihracatına başlayan, Samsun’da ekmek fabrikası, İstanbul’da restoran zinciri kuran Suriyeliler, ceplerini doldurup keyif çatarlarken ve inşattan tekstile, gıdadan oto kiralamaya kadar, Türkiye’de kayıt dışı faaliyet yürüten 10 bin şirket kurarlarken...
“Bizim askerler bunların memleketini kurtarmak için oralarda vuruşmakta”ydı!
Üstelik TSK’de 351 bin asker olduğu halde, Türkiye sokaklarını 425 bin Suriyeli genç arşınlamaktaydı!
Özdil’in bu yazısı da ulusalcı, Kemalist ve sosyal demokrat kesimler içinde belirli bir destek buldu ve paylaşıldı.
Peki, bu “Savaştan kaçtığı halde Türkiye’de şirket kuran, alemlerde gezip tozan Suriyeliler” söylemi ne kadar doğru?
Bizzat hükümet sözcüleri, Türkiye’de 400 bin civarında kayıt dışı sığınmacı işçi çalıştırıldığını söylüyor. Kaldı ki gerçek rakam -kadın ve çocuklar- dahil 1 milyonun üzerinde.
Bu durumda...
Şirket kuran Suriyelilerin bilançosunu toplayıp nefret diline krema yapanlar, Türkiye’de sömürü çarklarında öğütülen 1 milyon Suriyeliyi -üstelik tam 6 yıldır- neden görmezden geldiler acaba?
İş cinayetleri arasında sayısı giderek büyüyen Suriyeliler de işin cabası...
Bir savaş ya da iç savaş çıktığında ilk kaçanlar ya da kaçacak olanlar yoksullar değil varsıllardır, bunu unutmayalım.
Sözü edilen 10 bin Suriyeli şirket sahibi içinde yine emekçi Suriyeli sınıfları sömürerek palazlanmaya çalışanlar olduğu da aşikardır.
Onlar için, ulusal aidiyetten çok emeğin ucuz olması önde gelir. Türkiyeli uyanık patronların Suriyeli çalıştırma “farkı” da milli üstünlüklerinden değil aynı ucuzluktan ileri gelmektedir.
***
“Eli silah tutan Suriyeli erkekler” meselesine gelince...
Sosyoekonomik kökeni ya da siyasi düşüncesi her ne olursa olsun, savaştan kaçıp başka bir ülkeye sığınmış insanlar hiçbir şekilde zorla geri gönderilemezler, silahlanmaya ve savaşmaya zorlanamazlar.
Bunun tersini yapmak, uluslararası sözleşmelerle de bağıtlanmış bir insanlık suçudur.
Savaştan (hele de Suriye gibi kimin kimi vurduğu belli olmayan ve sivillerin açık hedef haline geldiği bir iç savaştan) kaçan insanları “savaş kaçkını”, “vatan haini” gibi ithamlarla suçlamak da düpedüz vicdansızlıktır.
Sayısı 3 milyona varan böylesi bir kitle içinde “eli silah tutanlar” şeklinde bir kategori oluşturmak da aynı şekilde insani değildir ve hukuk dışıdır.
Ama keşke iş kategori düşünmek kadar “masum” kalsa!
Nitekim kısa bir süre önce, “Türkiye’de bulunan 18-45 yaş arası Suriyeli erkekler askere alınsın. Suriye için savaşsın” başlıklı bir imza kampanyası gerçekleşti. Sözcü Gazetesi de bu kampanyanın sözcüsü oldu.
Kampanya izahatında ise şu ifadeler vardı:
“Kendi ülkelerinin bağımsızlığına katkı sağlayan bu Suriyeli ‘askerler’, Afganistan’da olduğu gibi, yeni kurulacak Suriye Cumhuriyeti’nin ordusunu ve polis teşkilatını oluşturacak, gelecekte eğitmen sıfatıyla yeni nesil askerler ve polisler yetiştireceklerdir.”
Ne ala..!
Şimdi söyler misiniz bana?
Bu kafanın AKP’nin “Suriye’de güvenli bölge oluşturmak” üzere Trump’a çağrılar yapmasına,
AKP elinden çıkma ‘Eğit-Donat’çılığa,
AKP’nin Suriye politikasına ne itirazı olabilir?
***
Sözün özü;
El Bab’da can veren askerlerin vebali Suriyeli sığınmacılarda değil, neo-Osmanlıcılıkla malul yanlış dış politikadadır.
Ve asıl cesaret, bu gerçekle yüzleşmeyi, bu politikaları sorgulamayı ve buna prim verenleri açıkça eleştirmeyi gerektirir.