Ömer Faruk Gergerlioğlu: Anti Erdoğancılık kazandırmıyor
Pazartesi röportajının konuğu Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hayır cephesi Erdoğan’a değil, başkanlık teklifinin maddelerine yoğunlaşmalı.
Serpil İLGÜN
Dindar muhafazakar kesimler anayasa değişikliği teklifini nasıl değerlendiriyor? İstikrar ve demokrasi vaadi hala nasıl ikna edici olabiliyor? Dış politikadaki gelişmeler, İsrail, Suriye politikaları, El Bab’ta verilen kayıplar, Rakka operasyonu sinyalleri, AKP tabanında nasıl izleniyor? İslami kesim, KHK’lerle binlerce insanın sosyal ve ekonomik açıdan mağdur edilmesine neden sessiz?
Yanıtlar için insan hakları mücadelesi aktivistlerinden, MAZLUM-DER Eski Başkanı, T24 ve artıgerçek yazarı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştuk. Kendisi de ocak ayı başındaki KHK ile ihraç edilen Gergerlioğlu, sert, ayrıştırıcı referandum söyleminin AKP’ye kaybettireceğini söylüyor. Anayasa değişikliği teklifinin içeriğini öğrendikçe dindar muhafazakar kesimin kafasında soru işaretleri oluştuğunu vurgulayan Gergerlioğlu, ‘hayır’ cephesine Erdoğan karşıtlığı üzerinde değil, teklifin maddeleri üzerinde odaklanmasını öneriyor. AKP’yi buzdağına benzeten Gergerlioğlu’na göre “Buzdağı erimeye başladı ve Erdoğan popülaritesi artık artma değil düşme yönünde seyredecek.”
Anayasa değişikliğine neden ‘hayır’ dediğinizle başlayalım. Hangi maddeler sizi hayır tercihine yöneltti?
Anayasa değişikliğinin genel olarak ruhuna baktığımız zaman yönetim tarzını hızlandıran ama tek adamlığa giden bir sistem olduğunu görüyoruz. Zaten yönetim tarzının hızlandırılması demek, yasama, yargı ve yürütmenin biraz daha tekleştirilmesi anlamına geliyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesi dışlanıyor. Bu da Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratik anlayışın önünü kesiyor. Çünkü şu anda Türkiye’nin sorunu hızlı bir yönetim değil, daha çok demokratikleşme, daha çok demokratik katılım. Bunun sağlanması önemli. Yürütmenin yasama ve yargıyı boyunduruk altına alması son derece rahatsız edici. Değişikliğe evet diyenler, “Cumhurbaşkanı yargılanabilir, Yüce Divan’a gider” diyor, ama 400 milletvekilinin toplanıp cumhurbaşkanını yargıya götürmesi oldukça zor. HSYK, yüksek yargı üyelerinin seçimiyle ilgili maddeler de son derece önemli. Yürütmenin yargıyı kontrolü altına aldığını görüyoruz.
Yasamanın çoğu kendi partisinden olacağı için neredeyse yargı üyelerinin tümünü yürütmenin başı olarak cumhurbaşkanı atayacak. Bu oldukça sıkıntılı bir durum. Onun dışında bakanları ve yardımcılarını atamada da sıkıntılı bir durum var. Bakanları ve yardımcıları kendisi atıyor. Yasama yürütmeyi sorgulayamıyor, yasama yürütmeye ancak yazılı soru verebiliyor, gensoru veremiyor. Cumhurbaşkanı birini atama ve göreve getirmede tek yetkili kılınıyorsa burada demokrasiden söz etmek mümkün değil.
Milletvekili yaşının 18’e düşürülmesine, vekil sayısının 600’e çıkarılmasına yaklaşımınız ne?
18 yaş olabilir. Siyasete meraklı, kabiliyetli kişilerin ön plana çıkarılması açısından olumsuz bulmuyorum. Örneğin askeri yargının kaldırılmasını olumlu buluyorum. Diğer yandan 600 milletvekili belki demokratik katılımı artırabilir bölgesel olarak, ama önerilen sistemde demokratik katılım yok ki, zaten partili cumhurbaşkanı seçecek milletvekillerini. Milletvekilleri de onun kulu kölesi olmak durumunda olacaklar. Dolayısıyla milletvekili sayısının artışıyla demokratik katılımın artışını söylemek mümkün değil. Olumlu gibi görünen bir madde, pratiğe gelindiğinde anlamlı değil. Adeta cumhurbaşkanının yargılanmasını zorlaştırma amacıyla sayının yükseltildiği gibi bir görüntü var. O maddedeki ruhu öyle algılıyorum.
Esas ruh diye tarif ettiğiniz gücün tek elde toplanması, otoriterleşme eleştirileri iktidar cephesinde reddediliyor. “Değişiklik Erdoğan için isteniyor” savına da karşı çıkılıyor, ancak kimi yazı ve yorumlarda itiraflarla da karşılaşıyoruz. Son olarak Karar gazetesi yazarı Elif Çakır köşesinde, teklifin Erdoğan için istendiğini kabul ederek, sonraki yıllarda Ahmet Necdet Sezer gibi birinin başkan olması riskine karşılık şunu önerdi: “Mesela beş yıllık bir süre için Erdoğan’a geçici olarak bu yetkiler verilsin. Referandumdan sonra anayasaya eklenecek geçici bir maddeyle daha risksiz bir yönetim yapısı teminat altına alınsın!” Nasıl yorumluyorsunuz?
Bu olacak bir şey değil tabi. Bunu teklif etmek bile, anayasa teklifinin ne kadar ciddiyetsiz olduğunu, bir maksadı taşıdığını gösteriyor. Çok açık bir şekilde belli ki bu anayasa değişikliği teklifi Türkiye’yi demokratikleştirmek için yapılmıyor maalesef. Türkiye olarak bizim çok ağır hastalıklarımız var. Bu hastalıklarımızın giderilmesi için demokratikleşme yönüne gitmek gerekirken, o yolun tersine giderek problemlerimizi halletmeye çalışıyoruz. Şu da var; bu referandumda Erdoğan’ı seçmiyoruz, bir sistemi oyluyoruz. Evet de çıksa, hayır da çıksa Erdoğan, 2019’a yani kendi süresinin sonuna kadar devam edecek.
Evet ama referandum tartışması değişiklik maddeleri üzerinden değil, kişi üzerinden yürütülüyor...
Doğru. Erdoğan üzerinde odaklanmak, onu gündem etmek, olumlu yönüyle de olumsuz yönüyle de sürekli onu konuşturmak gayreti hayır cephesinde de var. Ama Erdoğan değil anayasa değişikliği teklifi öne çıkarılmalı.
Erdoğan’ın ‘Bu sistem prangadır, prangalardan kurtulacağız’ sözleri, yine ‘Yüz yıllık parantez kapanacak, referandum 90 yıl sonraki ilk dönüm noktamız’ gibi görüşlerin dillendirilmesi rejim değişiyor tezine dayanak yapılıyor. “Anayasa değişikliği teklifi bir maksadı taşıyor” derken siz de rejim değişikliğini mi kastediyorsunuz?
Ben Erdoğan’ın bu tip söylemlerinin kendi seçmenine yönelik bir propaganda olduğunu düşünüyorum. Rejim değişikliği olduğunu pek düşünmüyorum. Erdoğan rejimin devamıyla beraber, cumhurbaşkanının son derece etkili olduğu bir sistem getirmeye çalışıyor. İşi rejim değişikliği düzleminde tartışmak çok anlamlı değil. İşin pratiğine, sistemin işleyişine vurgu yapmak lazım.
DIŞ MÜDAHALELER ERDOĞAN’A PUAN KAYBETTİRMİYOR
Dış politikadaki savrulmalar, İsrail, Irak, Rusya, Suriye politikaları, El Bab’ta verilen kayıplar, Rakka operasyonu sinyalleri nasıl izleniyor? Rakka operasyonu tercihlere nasıl yansır?
Evet, El Bab operasyonunda 70’e yakın asker hayatını kaybetti. Benim gördüğüm genel olarak bu kabul edilebilir bir sayı olarak görülüyor vatandaş arasında. Dışarıda bir savaşa girmişsin, can kaybı olacak, anormal değil deniyor. Anlamsız gördüğümüz bir savaş için verilen can kayıplarından duyduğumuz üzüntüyü çok kişi böyle görmüyor. Dolayısıyla dışarıya yapılan müdahale Erdoğan’a puan kaybettirmiyor, can kayıpları da kaybettirmiyor.
ABD’nin İslam ülkelerine vize ambargosu getirmesine veya Rusya’nın ‘yanlışlıkla’ askerleri vurmasına tepki gösterilmemesi nasıl karşılanıyor peki?
Maalesef bir tepki duyulmuyor. Bir de şu var, iktidara eleştiri yöneltecek bir kanal da kalmadı ana akım medyada. “Ruslar yanlışlıkla vurmuş. Olabilir, savaştır yanlışlık olur.” Veya İsrail’le anlaşma. Zamanında Gazze’ye saldırı olduğunda 80 bin kişilik mitinglerde konuşmuş bir insanım, çok acı duyan, coşkulu bir kitle vardı karşımda. Ama şu anda öyle bir topluluk oluşmuyor. Bugünlerde yine Gazze’ye saldırı var ama kimsenin ciğeri yanmıyor. Erdoğan’ın genel olarak iç ve dış politikasında bir takım hatalarına rağmen başarılarının daha üstün olduğunu düşündükleri için seslerini çıkarmıyorlar. İşte Kardak adasına genelkurmaylı çıkarma yapmak… “Yunanistan FETÖ’cü subayları vermedi, onlara haddini bildirelim!” Bunlar vatandaşın hoşuna gidiyor. Dolayısıyla Erdoğan’a kazandıracak hususlar.
KORKUTMA YÖNTEMLERİ ‘HAYIR’A YARAYACAK
İktidar cephesinin ‘hayır’ diyenleri terörist olmakla, 15 Temmuz’u desteklemekle itham etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İş şimdiden ‘Hayırcılar şeytan, evetçiler melektir’ gibi dinin daha fazla araçsallaştırmasına kadar vardı...
Bu ayrıştırıcı söylemin şu anda bumerang gibi evet’in kendisini vurduğunu görüyorum. “PKK hayır diyorsa, FETÖ hayır diyorsa, HDP, CHP hayır diyorsa işte şer cephesidir” argümanı bir anda ters tepti. Çünkü az değil, yüzde 50’ye yakın kesim hayır diyecek gibi görünüyor. Yani toplumun yüzde 3’ünü 5’ini terörist vs. diye lanetleyebilir, şeytanlaştırabilirsiniz ama bir toplumun yüzde 50’sine böyle dediğinizde vicdanlar sızlıyor. Ak Parti bu tür yanlışları yapmaya devam edecek ama vicdan sızlatan, haksız, toptancı söylemleriyle kaybedecek. Manisa İl Başkan Yardımcısı “Evet çıkmazsa iç savaş çıkar” dedi mesela. Bu tür korkutma yöntemlerini deneyecekler ancak bu kaybettirecek. Erdoğan güçlü bir hatip olarak sahaya çıkacak güçlü söylemlerle evet yönünde rüzgar oluşturacak ama ben vicdanları sızlatan, çürümeyi gösteren bu tip propagandaların ‘hayır’a yarayacağını düşünüyorum.
‘Evet çıkmazsa iç savaş çıkar’ tehdidi dışında bir de -1 Kasım tecrübesi de hatırlatılarak- referanduma doğru ‘evet’i güçlendirmek için şiddet, kaos tırmandırılacak senaryoları var. Son olarak MHP’den ihraç edilen Ümit Özdağ ‘Kontrollü bir kaos planlandığını’ söyledi. Kaos senaryolarına sizin yaklaşımınız ne?
Bu tabii spekülasyon olur. Kaos ortamı oluşturur gibi kesin bir şey diyemem ama büyük bir ekonomik sarsıntı, çatışma, savaş gibi olağanüstü haller, yani kaos olması “evet” için son derece uygun bir zemin oluşturacak. Çünkü insanlar istikrar gördükleri hayata yönelik bir saldırıya büyük tepki veriyorlar. Kaos olursa insanlar en çok güvendiğine sığınacak doğal olarak. Toplumda da şu anda güven Erdoğan yönünde. Ama normal bir ortamda çok daha mutedil ve uzun vadeli düşünmeler sonucunda hayır artacak.
BUZDAĞI ERİMEYE BAŞLADI
‘Hayır’ın, asıl olarak AKP tabanındaki muhafazakar kitlenin ikna edilmesiyle başarı kazanacağını söylüyorsunuz. Bu kesim üzerindeki Erdoğan etkisi malum. Erdoğan’ın meydanlara inmeye başladığı şu günlerde muhafazakar kitle nasıl ikna edilecek?
Ben bu halin sürekli kalmayacağını düşünüyorum. Tamam, şu anda tartışılmaz bir karizması var Erdoğan’ın. Eğri oturup doğru konuşmak lazım, Cumhuriyet tarihinde Atatürk’ü bile aşmış bir popülaritesi var. Yolsuzluk vs. olaylarına rağmen bu popülarite düşmedi. Ama bu popülarite tüm Ak Partililerde aynı oranda değil. Yüzde 50 oy almışsa yüzde 30’u belki çok katı, vazgeçmeyecek bir kesim, yüzde 10’u biraz daha gevşek, yüzde 5’i biraz daha gibi bir kompozisyon var. Ben Ak Parti’yi bir buzdağına benzetiyorum. Ak Parti zirveye çıkışını tamamladı. Erdoğan’ın popülaritesi artık artma yönünde değil, düşme yönünde seyredecek bence. Buzdağı yavaş yavaş da olsa erimeye başlamış. Bunu net olarak söyleyebiliyorum çünkü gördüğüm bu.
Nelere bakarak bunu söylüyorsunuz? Hangi pratikler, yönelimler erimeye sebep oldu?
Son zamanlarda olan şeylerden dolayı insanların kafasında soru işaretleri var. KHK ile atılanlar, bir sürü haksızlık, yozlaşma, çürüme... Bunlar tam anlamıyla Ak Parti’ye oy verenlerin oyunu değiştirmiş değil. Çünkü adam “Evet, durum çok kötü ama yine Türkiye’yi kurtaracak olan Erdoğan. Kötünün iyisi” falan diyor. Önceden “süper iyi” dediğine, şimdi “kötünün iyisi” demeye başlamış durumda. Böyle bir evrilme görüyorum. Oyunu şu anda çok sert biçimde değiştirecek değil ama yavaş yavaş bir değişme eğiliminde ve tekrar altını çiziyorum ki o zirve aşağıya inmeye başlamış durumda.
Soruya geri dönersek, değişme eğiliminde olan muhafazakar taban nasıl ikna edilecek?
Bir kere anti Erdoğan’la hareket etmemek lazım. Erdoğan düşmanlığı yapıyormuşsun gibi bir imaj oluşturmanın bir anlamı yok. Erdoğan karizmatik, önemli bir lider ama yanlış politikalar içinde. Yöneticilik kabiliyeti olabilir ama yöneticiliği kendi bünyesinde toplayan bir anlayışa evrilmişse bunu eleştirmek tabii gerekir, ama odağı Erdoğan’ın üzerinden çıkarmak lazım.
İkincisi, vatandaşları dinlediğiniz zaman istikrarı önemli gördüklerini görüyorum. Yani içte ve dışta ne kadar olumsuzluklar olsa da insanlarımız genel bir istikrar hali olduğunu, çok kötüye gidiş olmadığını düşünüyor. Hayır diyenler, vatandaşın anlayışına, dinine söz etmemeli, tahkir etmemeli. İnsanlara ne dini duygularını, ne tercihini rencide etmeden yaklaşmak gerekiyor. Ayrıca dindar olmasa bile Erdoğan’a güvendiği için oy veren bir kesim de var. Ak Parti’ye oy verenlerin tümünü dindar olarak nitelemiyorum, yüzde 30’u belki dini nedenlerden veriyor ama bir kısım da yüzer gezer oylar. Başka bir alternatif yok, kötünün iyisi bu, kime vereyim Bahçeli’ye mi, Kılıçdaroğlu’na mı diyor. Zaten Demirtaş’a terörist gözüyle bakıyor. Bu insana siz birtakım yanlışlıkları gösterdiğiniz zaman mutlaka bir değişim geçirecek. Ama tabii üç günde beş günde olmayacak, zaman alacak.
Bunca şiddet, haksızlık, hukuksuzluk istikrar vaadini hala nasıl diri tutulabiliyor? Ya da istikrar olduğu kanaati nasıl hasıl oluyor?
Örneğin birçok kişi için çözüm sürecinin bozulmuş olması, örgütün yerle bir edilmesi zaten gerekiyordu, zaten hayırlı bir gelişme bu. Sürdürülen dış müdahaleler ülkeyi korumaya yönelik. Ekonomi zaten dışarıdan gelen, üst aklın manipülasyonlarla bozuluyor... Yani bizde bir istikrarsızlık yok ki, iç ve dış güçler, hain güçler bizim istikrarımızı bozmaya çalışıyor. Biz istikrarımızı bozmayalım gibi bir genel kanaat var. Bu sadece Ak Partililerde değil, MHP’lilerin, CHP’lilerin bir kısmında, hatta HDP’nin tabanının bir kısmında da var. Bu nedenle istikrar söyleminde şuna dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum; bir kere “istikrar yoktur” tartışmasına gitmenin bir anlamı yok. Çünkü vatandaş öyle görmüyor. “İstikrar olabilir ama bu değişiklik olursa kötüye gideceğiz” demek, bunu işlemek lazım. Hayır cephesinin asıl olarak anayasa değişikliğinin maddeleri üzerinde durması, onları tartıştırması lazım. Çünkü Ak Parti bu tartışmanın kendisine zarar vereceğini düşündüğü için sloganik bir propaganda yürütüyor, “İstikrar olacak, Türkiye büyüyecek” vs. Maddeler üzerinde tartıştığınızda ilk önce fanatikçe yaklaşan Erdoğan taraftarı bir insan, konuştuğunuzda “Öyleyse gerçekten problemli” demeye başlıyor.
HİLAL KAPLAN VE YILDIRAY OĞUR KAVGASI ÖNEMLİ BİR GÖSTERGE
“Medyada bunlar gündeme gelmiyor, eleştirilmiyor” dediniz. AKP’ye yakın medyada son dönemde gerek başkanlık, gerek dış siyasetteki savrulmalara dair uyarı yapan kalemler “Erdoğan düşmanı” olmakla itham edildiler. Gelinen noktada Ahmet Taşgetiren bile istenmeyen adam ilan edildi. Gözleminiz ne, kavganın kaynağında ne var?
Altını çizdiğim çürüme, vicdan konusuyla alakalı. Taşgetiren’i şahsen tanırım duygusal bir insandır, çok fanatik bir insan değildir. Vicdanı sızlayacak bir insandır. Etyen Mahçupyan önceden fanatik şekilde Ak Parti’yi savunan mantıkçı bir yazardı. Ama bu işlerin ne kadar uğraşsan da artık savunacak bir tarafı olmadığını gören bir insan. Yani gerek duygusal, gerek mantıksal birçok önemli kişi bunlara isyan etmeye başladı.
Bu durum AKP/Erdoğan inişe geçmeye başladı teziniz içinde değerlendirilebilir mi?
Evet, tabii. Liberal yazarlar dışlanmış, tahkir edilmiş durumda. Hilal Kaplan’la Yıldıray Oğur’un kavga etmesi benim için önemli bir göstergedir. O buzdağının dalkavukluk etmeye çalışan yazarlar için bile büyük yara aldığını, bir zafiyet göstermemeye çalışsalar bile önemli bir gedik oluştuğunu gözlemliyorum.
KRİTER HAK, ADALET DEĞİL, GÜÇ!
7 Şubat’taki son KHK’larla kamuda ve üniversitelerde yüzlerce kişi yine ihraç edildi. Aralarında dindar kesimin yakından bildiği isimler de var ancak, dindar muhafazakar kesimden, bir dönem başkanlığını yaptığınız MAZLUMDER gibi örgütlerden tepkisizlik sürüyor. Sizin ihracınızda da aynı soruyu sormuştuk, hukuksuzluk sürdüğü için “İslami camia neden tepkisiz” sorusunu tekrarlamış olalım. Sebep korku mu, yoksa uygulamalar desteklendiği için mi?
Korku değil de, belki şöyle; bir kere İslami camialarda şu anlayış var, “ne olursa olsun CHP’nin yüz yıla yaklaşan hakimiyetleri sonrasında dindarlar bir ivme yakaladı ve gücü eline geçirdi. Bunu ufak tefek bahanelerle vermeyelim! Evet, Erdoğan’ın bir takım hataları var, yanlışlar yapılıyor ama biz yüz yıldır tahkir ediliyorduk, başörtümüzle eziliyorduk, şu anda bir fırsat yakaladık bunu kolay kolay vermeyelim!” Bu ana kadar dindar, sağ STK’lar sorgulamadan destek verdiler, toplumdaki bu duygu dolayısıyla bu desteğe devam ediyorlar. MAZLUMDER de bu noktada büyük bir İslami toplum kesiminin sözcüsü durumunda bir dernek değil, bir hak derneği…
İşte tam da hak derneği olması hasebiyle önemli değil mi duruşu, tavrı?
O saygınlığı var ama zaten hak derneği olduğu için dezavantajlı durumda. Çünkü hakkı adaleti sağlamaya çalışıyor ama günümüzdeki kriter hak, adalet değil ki, güç. Siz zaten çok popüler olamıyorsunuz ki. Çünkü popüler kavramlara yönelik bir politikanız yok. Hak diyorsunuz, adalet diyorsunuz ve bu dil büyük bir toplumsal kesimin hoşuna gitmiyor şu anda. Bu toplumsal yönelişten dolayı ses çıkmıyor. Ama tabii bu benim açımdan utanç verici bir tablo. Diğer yandan bir yerde de vicdan sızıda var, vicdanını buzluğa almış olanlar buzlukta tutuyor ama o vicdan da öyle sürekli buzlukta tutulacak bir şey değil. Bunlar arttıkça güven endeksi düşüyor.
İHRAÇ EDİLİNCE CAMİ DERNEĞİ ÜYESİ BİLE OLAMIYORSUNUZ. DAHA NASIL BİR ÖLÜM OLSUN!
KHK yoluyla yapılan ihraçların bir sosyal ölüm anlamına geldiğini söylüyorsunuz. Siz de ihraç edildiniz. Hekimlik yapamamak, pek çok haktan yararlanamamak sizin hayatınıza nasıl yansıyor?
Evet, insanlar bu kararnamelerle adeta bir sosyal ölüme çekilmeye çalışılıyor. Suçun bile belli değilken, yargılamadan pat bir kararnameyle seni kapının önüne koyuyor. Vatandaşın gözünde seni terörist olarak lanse ediyor. İnsanlara işin esasını anlatmak için baya bir uğraşmak gerekiyor. Çevremdeki insanlar “Hocam seni tanıyoruz, ne yaptığını biliyoruz” diyor, yine birçok Ak Partili şaşırıyor, “yanlışlık olmuştur hocam, düzeltilir” söylemine sığınıyor. Yani öyle bir durum ki, pasaportunuza el konuyor. Ben uzman bir doktorum özel hastanelerde çalışayım desem, birçok özel hastane KHK’lı olanı almakta tereddüt ediyor. 16 yıl çalıştığım poliklinikte muayene olamadım. Benzer hadiseler açığa alınma döneminde bile başlamıştı, ihraç kararı yokken. Mahallemdeki cami derneğinin yönetim kurulu üyesi olmuştum, dernekler müdürü daha açığa alındığımda –ki, aslında mahkum olanda bir dernek üyesi olabilir-, “açığa alındınız sizi yönetim kurulunda onaylayamam” dedi. Yani mahallesindeki cami derneği üyesi bile olamayan bir insan pozisyonuna düşüyorsunuz. Daha nasıl bir ölüm olsun? Veya çocuğunuzun okulunda okul aile birliği üyesi olamayan, sakıncalı görünen bir insansınız. Çocuğunuz etkileniyor, “baba seçildiğin halde neden engelleniyorsun” diyor. Gel de 12 yaşında bir çocuğa anlat. Oradaki insanlara anlat. İtiraz edemezsin, “uygulama doğrudur” deniyor. Böyle bir devlet mantığı var.
Kocaeli Vali’sine ve Cumhurbaşkanı’na ihraçlarla ilgili bir mektup yazmıştınız, nasıl sonuçlandı?
Yapılan usulsüzlüğü anlatan, “yaptığınız işler yanlış, sizi hakka, adalete davet ediyorum” dediğim mektup sonrasında Kocaeli Valisi hakaret ettiğim gerekçesiyle hakkımda suç duyurusunda bulunmuş. Valiliğin şikayeti üzerine karakola, sonrasında da savcılığa gittim. Bir süredir yerel medyadaki birtakım ırkçı yazarlar tarafından tahkire uğruyorum, hedef gösteriliyorum, edilmedik küfür bırakmadılar gidip onlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorsun, benim hakkımda iki günde cereyan eden yargısal mekanizmalar, onlar hakkında nedense olmuyor. Savcı diyor ki “Şikayetinize ancak beş altı ayda bakılır.” Böyle bir hukuk devleti olabilir mi?
Yargıya başvurdunuz mu?
Evet, Bölge İdare Mahkemesi’ne ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurdum ama tabi bunlar umutsuz çırpınışlar. Biliyorsunuz AYM, başvuruları OHAL komisyonuna gönderecek. Onlar zaten daha incelemeye bile girmedi. Oradan çıkacak incelemeden de zaten umutlu değiliz. Yani şu anda umutsuz bir süreç var ama süreç içinde konunun baya bir uzmanı olduk. Araştırdıkça insan kahroluyor. Ne kadar anti demokratik bir dayatma içinde olduğumuz, ne kadar keyfi ne kadar siyasetçi ve bürokrat keyfiliği içinde olduğumuzu görüyoruz. İnanılmaz bir durum. 100 bin kişiyi atıyorsunuz, 107 bin kişi daha açıkta bekliyor, 41 bin kişi tutuklu… cezaevlerinden büyük feryatlar yükseliyor. Çok büyük bir yara var, büyük acılar yaşanıyor. Ama şu anda toplumun önemli bir kesimi bu acılara duyarsız. Elindeki avucundaki son paralar da bitmiş olan, takatinin son noktasına gelmiş, çoluk çocuk sahibi insanlar var. Anne, baba, arkadaş desteği ile idare edenler açısından da bu idareler sonuna gelmiş bulunuyor. Felaket büyüyor ama kimsenin gördüğü yok. Korku da var tabi, insanlarla birebir konuştuğumuz zaman “bu böyle gitmez” diyor ama “gel sesini çıkar” dediğinde, işimden atılırım vb gibi endişelerle kimse yok ortada.