Komünist Manifesto'da diyalektik materyalizm
Komünist Manifesto, sınıf mücadelesi tarihinde bir dönüm noktası olduğu kadar diyalektik mantığın en güçlü kullanımlarından birine sahiptir.
Aydın ÇUBUKÇU
NOT: Bu yazı, Özgürlük Dünyası'nın Haziran 1998 sayısında yayımlanmıştır.
“Komünist Parti Manifestosu”, Marksizm’in doğuş ve gelişmesinde en önemli aşamalardan birini temsil etmektedir.
Uluslararası işçi hareketinin programını yazma görevi kendilerine verildiğinde, Marx ve Engels, sosyalizmin teorisinin bilimsel temeller üzerinde kuruluşuna ilişkin kendi görüşlerinin bir sistem halinde inşasını tamamlamış bulunuyorlardı. Dolayısıyla, “Manifesto”nun yazımına başladıklarında, diyalektik ve tarihsel materyalizm, Marx ve Engels elinde geliştirilmiş bir düzeye ulaşmış, “Manifesto” da, bu yeni bilimin işçi sınıfının politik mücadelesine uyarlanmasının bir sonucu olarak doğmuştur.
“Manifesto”nun yazımına kadar birlikte çalışarak geçirdikleri dört yıla yakın bir süre içinde, kendi sistemlerinin gelişimini gösteren çok önemli eserler meydana getirmişlerdir.
Marx ve Engels'in, 1844 yılı yaz aylarında başlayan ortak çalışmaları sürecinde, birlikte kaleme aldıkları ilk eser, "Sol Hegelcilik" olarak adlandırılan akıma karşı eleştirilerini içeren ve her ikisinin de Hegelci gelenekten tam olarak kopmalarını temsil eden "Kutsal Aile"dir. Kutsal Aile'nin içerdiği eleştiri, diyalektiğin materyalist tarzda inşasının başlıca ilkelerini gösteriyor ve Hegel'in idealist diyalektiğinin karşısında, "proletaryanın beyni" olacak yeni bir felsefenin doğuşunu haber veriyordu. Bu eser, ilk kez, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin uzlaşmaz doğasını açıklayarak, Hegelci "karşıtların birliği" yasasını, "karşıtların birliği ve mücadelesi" olarak yorumladı. Bu eser aynı zamanda, tarihi, "insan eyleminin bir sonucu" olarak tanımlayan ve siyasal, kültürel, hukuksal kurumların üretim ilişkileri temeli üzerinde yükselen üstyapı kurumları olduğunu bildiren materyalist tarih görüşünün de oluşmaya başladığına işaret etmektedir. Dolayısıyla, Marx ve Engels'in ilk ortak eserlerinde, bilimsel sosyalizmin iki temel dayanağı olan diyalektik ve tarihsel materyalizm, temelleri atılmış haliyle sergileniyor, proletaryanın devrimci mücadelesine yeni bir silah hediye ediliyordu. Lenin, "Kutsal Ailemnin "Marx'ın proletaryanın ihtilalci rolüne ilişkin görüşünü hemen hemen en gelişkin şekliyle içerdiğini" söylemiştir. Bu, daha sonra Manifesto'da işlenecek olan temel fikirlerden birisidir. Bununla birlikte, Kutsal Aile'de, henüz Feuerbach materyalizminin etkileri vardır ve bu özellik, Marx ve Engels'in kendi çalışmalarını yöneltecekleri hedefi de belirlemektedir.
1845'te, Engels, Brüksel'e gelerek, Marx ailesinin yanına yerleşti ve birlikte, materyalist tarih görüşünü geliştirecek çalışmalara başladılar. Marx, “1844 Ekonomik ve Felsefi El Yazmaları” içinde geliştirdiği ekonomi araştırmalarını sürdürüyor, Engels de, İngiltere üzerine tarihsel ve ekonomik araştırmalar yapıyordu. Her ikisi birlikte, sonradan "Alman İdeolojisi" başlığı altında toplanacak notlar üzerinde, kendi deyimleriyle “kendi kafalarını açmak” için çalışıyorlardı. Tarihsel materyalizmin temellerini formüle eden “Feuerbach Üzerine Tezler”, bu sırada oluştu.
Bu çalışma sürecinde, Marksist devlet teorisinin başlıca özellikleri de belirmeye başladı. Siyasi üstyapıyı incelerken, devlet, hukuk ve mülkiyet arasındaki ilişki üzerinde özellikle durdular. Devlet hâkim sınıfların üyelerinin onun içinde ortak çıkarlarını gerçekleştirdikleri bir kurum olarak tanımlandı.
Marx ve Engels toplumun ve toplum tarihinin materyalist kavranışının ortaya konmasını, ideolojik üstyapının sınıf karakterini göstererek toplumsal bilinç şekillerini inceleyerek tamamladılar.
Marx ve Engels, bilimsel çalışmalarını, daima çağdaşları olan başka düşünürlerle tartışma içinde geliştirmişler, özellikle işçi hareketi içinde etkili olan araştırmacı ve yazarlarla, birlikte çalışmayı ya da kıyasıya tartışmayı, kendi çalışma tarzlarının bir özelliği olarak benimsemişlerdi. Proudhon, bu tarz çalışmanın iki yanını da gösteren bir örnektir. Başlangıçta, Proudhon, keskin zekâsı ve çalışkanlığı ile olduğu kadar, kapitalizm karşısındaki sert eleştirici tutumuyla da Marx'in birlikte çalışmayı istediği düşünürler arasında yerini almıştı. Görüşleri, Avrupa'nın bütün ülkelerindeki işçiler arasında yaygındı. Marx, onun görüşlerini geliştirdiği ve eksikliklerinden ve yanlışlarından kurtulduğu ölçüde, Fransız proletaryasının teorisyeni olacağı umudunu taşıyordu. Fakat Proudhon, Marx'ın, Brüksel Haberleşme Komitesi'ne Fransız sosyalist hareketini temsilen katılma çağrısını reddetmekle kalmayıp komünist düşüncelere karşı çıkmaya ve karalayıcı bir tavır takınmaya başlayınca, Marx'ın tutumu değişti ve onu, "küçük burjuvazinin düşünürü ve ekonomisti" olarak ilan eden "Felsefenin Sefaleti "ni yazmaya koyuldu. Felsefenin Sefaleti'nde Marx, Proudhon'u eleştirirken kendi felsefi ve ekonomik görüşlerini de ortaya koyma fırsatını buldu. "Alman İdeolojisi" üzerine yapılan çalışmalardan bu yana formüle edilmiş bulunan tarihsel materyalizmin temel ilkelerini ilk defa bilimsel bir polemik üslubu içinde sundu. Bu ilkeler, burjuva ekonomi politiğinin ve burjuva üretim biçiminin eleştirilmesi için ilk metodolojik temeli oluşturmaları bakımından, Marksizm’in gelişmesinde önemli bir aşamayı temsil ediyordu. Marx'a göre, Proudhon, Hegel'in diyalektiğini ekonomi politiğe uygulamaya çalışırken, diyalektiğin özünü kavrayamamış, ekonomi politiğin soyut kategorilerinden çıkarttığı bir dizi yapay ekonomik çelişki inşa etmekten başka bir şey yapamamıştı. Gerçek diyalektiğin yerine koyduğu şey "çelişkiler üzerinde safsata kabilinden hokkabazlıklar"dı. Proudhon Hegel'in çelişkiler öğretisinden idealist biçimler ödünç almış, ama onun bunları dahi nasıl kullanacağını bilememişti. Hegel'in çelişkilerin uzlaşması ya da yok olması düşüncesini, yeni bir niteliğe devrimci tarzda geçişi anlamanın aracı olarak göremiyor, belirli bir olgunun "iyi yanı" ile "kötü yanı"nın çatışması biçiminde anlıyordu. Diyalektiğin bu çarpıtılışından hareket eden Marx, Proudhon'un kapitalizmi ve onun temelini yıkma niyeti taşımadığı, yalnızca meta üretimini "kötü yanlarından, yolsuzluklarından sıyırmak olduğu sonucunu çıkarıyordu. Bu, Marksizm’in, diyalektiğin devrimci özü ile idealist kabuğu arasında yaptığı ayrımın ilk kez ve kapsamlı bir biçimde dile getirilişiydi.
"Ücretli Emek ve Sermaye", Marx'in "Felsefenin Sefaleti"nin ardından yazdığı ve ekonomi politiğin eleştirisi dalında ilk geniş eseridir. Ücretli Emek ve Sermaye'de Marx, kapitalist sömürünün özünü, burjuvazinin egemenliğinin ve ücretli işçilerin köleliğinin ekonomik temelini yalın bir biçimde anlattı. Kapitalizmin savunucularının işçileri, emekleri için kendilerine hakça ücret ödendiğine ve fabrika sahiplerinin de sermayeleri karşılığında en az bunun kadar hakça kâr ile ödüllendirildiklerine inandırmaya çalıştıkları bir zamanda, kitlesel biçimde okunabilecek böyle bir broşürün yazılması önem taşıyordu. Bu eser, "Manifesto" öncesinde, kapitalizm koşullarında proletarya ile burjuvazinin sermaye birikimi sürecinde karşı karşıya geliş biçimlerinin neler olduğunun ve bunun doğurduğu devrimci sonuçların incelenmesini temsil ediyordu ve uluslararası işçi hareketinin programının yazılması öncesinde, sınıfın temel problemlerini sergilemesi bakımından önemliydi.
KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU
Marx'ın ve Engels'in sosyalizmin bilimsel temeller üzerinde inşası için yürüttükleri çalışmalarının bu kısa özeti, "Komünist Parti Manifestosu”nun, işçi hareketinin ekonomik, ideolojik ve siyasal bütün sorunlarına, sistematik bir bakış açısının olgunlaştığı bir sırada yazıldığını göstermektedir.
Lenin, Manifesto'nun teorik ve siyasi önemi hakkında şunları söyler: "Bu eser, dahiyane bir parlaklık ve açıklıkla, yeni bir dünya kavramını, toplumsal hayat alanını da kucaklayan tutarlı materyalizmi, gelişmenin en kapsamlı ve en derin öğretisi olarak diyalektiği, sınıf mücadelesinin ve proletaryanın -yeni, komünist toplumun yaratıcısının- dünya çapındaki tarihsel devrimci rolünün teorisinin ana hatlarını sunar."
Manifesto'nun teorik kapsamı ve derinliği, bir yandan onun doğuşuna kadar geçen zaman içindeki yoğun çalışmaya diğer yandan da, döneme damgasını vuran devrimci işçi sınıfı hareketinin eriştiği düzeye bağlıdır.
1845–1847 arasındaki üç yıl boyunca, Avrupa, işçi ve emekçi ayaklanmalarına ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükselişine tanık oldu. Avrupa, boydan boya, İrlanda'dan Rusya'ya kadar, ayaklanmalar, devrimler ve isyanlarla sarsılıyordu.
Bu dönemde, birçok çağdaşları, ulusal harekete, demokratizme ve cumhuriyetçi hareketlere eğilim duyarken, Marx ve Engels, bütün çabalarını, proletarya hareketinin ileri unsurlarını bir proleter partisi kurmak için acil bir atılım içinde birleştirme sorunu üzerinde yoğunlaştırdılar.
Çünkü Marx ve Engels;
1. Kapitalist dünyanın devrimci tarzda dönüştürülmesinin zorunlu olduğunu,
2. Bunun için siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi gerektiğini,
3. Bunun önkoşulunun da, proletaryanın dünya çapında bir siyasi partide örgütlenmesi olduğunu düşünüyorlardı.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için;
— Proletaryanın burjuva demokrasisinin dar perspektifinden ayrılması,
— Kendisine özgü bir dünya görüşüne ve ayrı bir politik plana sahip olması,
— İlkel mücadele biçimlerinden ve geri örgütlenme biçimlerinden kurtulması gerekiyordu.
Manifesto, bütün bu amaçlara uygun olarak, bütün ülkelerin proleterlerini tek bir program etrafında örgütlemeye uygun bir belge olarak tasarlanıp yazılmıştır.
Bu yüzden, Manifesto, Marksizm öncesinde ileri sürülmüş çeşitli sosyalist görüşlerin tam bir eleştirisi üzerinde de yükselmişti. Tarihin ilerlemesinin insanların iradesinden bağımsız toplumsal yasalara bağlı olduğu genel fikriyle, bu ilerleme sürecinde devrimci sınıfların rolü hakkındaki tezler, Manifesto'da, pratik eylemin programı halinde formüle edilmişti. Bu yüzden, Manifesto, aynı zamanda, bütün Marksist dünya görüşünün tam bir özetidir.
Diyalektik ve tarihsel materyalizmin, dünyayı yalnızca yorumlamak için değil, aynı zamanda değiştirmek için de güçlü bir silah olarak inşa edilmiş olması, Manifesto'nun güçlü içeriğinin başlıca dayanaklarından birisi olmuştur. Diyalektiğin devrimci özünün materyalist tarzda yeniden açığa çıkarılması ve büyük bir incelikle işlenmesi için, mücadeleler içinde geçen zaman, yeni devrimci öğretinin temel tezlerini, heyecanlı ve parlak edebî bir üslupla ve en özlü bir biçimde açıklayabilmek için gerekli birikimi de sağlamıştı.
MANİFESTO’DA YÖNTEM SOYUTTAN SOMUTA, GÖRÜNÜŞTEN ÖZE
Manifesto yazıldığı dönemde burjuvazinin proleter komünist hareketin ortaya çıkışı Ve İlerlemesi karşısında kapıldıkları korku ve nefretin bir tanımıyla başlar: "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Avrupa'nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler, Papa ile Çar, Metternich ila Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri.” (Komünist Partisi Manifestosu, Karl Marx-Friedrich Engels, Evrensel Basım Yayın, çev: Yılmaz Onay, Haziran 1998. (Yazı boyunca Manifesto'dan yapılan alıntılar anılan çeviriden alınmıştır.))
Bu cümlede, ilk bakışta, Marx'ın "komünizm" kavramının bilinir bilinmez kullanılmasıyla alay ettiği düşünülebilir. Gerçekten de. Manifesto'nun diğer birçok paragrafında görülecek olan ironik tarz, daha bu ilk cümlede kendisini göstermektedir. Fakat burada, bu cümlenin çok daha önemli bir işlevi vardır ve Marx, daha sonra bütün kapsamıyla "Kapital"de kullanacağı diyalektik yöntemin bir ilkesini uygulamaktadır.
Kapital'in ilk cümlesi şöyledir: "Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, 'muazzam bir meta birikimi' olarak kendini gösterir."
Bu cümle ile "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti." cümlesi arasında özsel bir benzerlik vardır. Her ikisi de, bir "görünüş"ten söz etmektedir. "Komünizm hayaleti" ve "meta", Marx açısından, genel durumu anlatmaya başlamak için elverişli "birim"lerdir. Her ikisinin de, ardında, derininde, bu görünümleri açıklayacak olan, başka bağıntılar ve olgular bulunmaktadır. Ama "daha derinde, özde bulunan" olgulara ve ilişkilere ulaşabilmek için onlardan hareket etmek zorunludur.
Soyut kavram, metafizik sistemlerde "duyu organlarıyla algılanamayan şeyleri gösteren kavramlar" olarak tanımlanır. Örneğin "tanrı", "adalet", "özgürlük" gibi. Bu kavramlar, duyularımıza konu olacak bir içeriğe sahip olmadıklarından soyut sayılırlar.
Gene metafizik sistemlerde, “somut kavram” denilince, belli bireysel nesnelerin genel adları anlaşılır: “çiçek”, “işçi” gibi. Bunlar, “duyusal olarak algılanabilir” nesnelere işaret ettiklerinden somut sayılırlar.
Diyalektikte soyut kavram-somut kavram terimleri, tamamen farklı bir içerik taşırlar. Diyalektikte, soyut kavram denildiğinde, konusunun en genel ve temel özelliklerini örtük olarak içeren ve bilme sürecinin başlangıç noktasını teşkil eden kavram kastedilir. Bu kavramın, henüz belirlenimleri keşfedilmemiş, dolaylanımları kurulmamış ve içeriği açılmamıştır. "Bulanık bir tasarımdan ibarettir."
Somut kavram denilince de, bir düşünce sürecinin sonunda elde edilen, bilme sürecindeki bütün diğer kavramları kapsayan, bütün özellikleri ve ilişkileri açılıp tanımlanmış kavramların sentezinden oluşan kavram anlaşılır. "Somut kavram, birçok tanımın sentezi olduğu, böylece de çeşitli yanların birliğini temsil ettiği için somuttur Bu nedenle, gerçek kaynaklanma noktası ve aynı zamanda algı ve düşlemlemenin kaynaklanma noktası olmasına karşın, akıl yürütmede bir çıkış noktası olarak değil, bir toparlanma, bir sonuç olarak ortaya çıkar. İlk işlem anlamlı imgeleri soyut tanımlar düzeyine indirir, ikincisi akıl yürütme yoluyla soyut tanımlardan somut durumların yeniden üretimine ulaşır.”
Kavramların düşünce sürecinde soyuttan somuta doğru yükseliş hareketi, diyalektik yöntemin temel bir özelliği olarak önem taşımaktadır. Diyalektik yöntem, özetle, soyut kavramdan hareketle somut kavrama, daha tam bir deyişle, "somutun kavramına" ulaşma yöntemidir. Bu ise, bir zihinsel yeniden üretim sürecidir; Marx'ın deyimiyle, "somutu zihinde temellük etme" yöntemidir.
“Ekonomi Politiğin Yöntemi” (Bkz. K. Marx, Grundrisse, Çev. S. Nişanyan, Birikim Yay. 1979, s.166vd.) başlıklı yazısında Marx, somutun, “çok sayıda belirlenimin bir noktada bağdaşmasının sonucunda doğmuş bulunan bütünlük” olduğu tanımından yola çıkarak, gerçekte başlangıç noktasının ancak bir soyut kavram olabileceğini belirtiyor. Somut, düşüncede bir hareket noktası olarak değil, bir toplam ve birleştirme sürecinin sonucunda, bir sentez olarak bulunacaktır.
Soyut kavramın somutlanması, her adımda yeni kavramlar kurarak ilerler.
Marx'ın söz konusu makalesinde kullandığı deyimle söyleyecek olursak, Manifesto'nun başlangıç cümlesindeki "komünizm hayaleti" ve Kapital'in ilk cümlesindeki ‘meta’ kavramı, iki soyut kavram'dır. Kapital'de ‘meta’ kavramının somutlanması, kapitalizmin bütün içeriğinin ve çelişkilerinin açığa çıkarılması ile sonuçlanır. Tek bir birimden yola çıkılarak yapılan bir dizi işlem boyunca Marx, kullanım defleri ve değer, emeğin iki yönlü niteliği, değerin eşdeğer biçimleri, para, değişim, paranın sermayeye dönüşümü, artı-değer üretimi gibi kavramlara ulaşır. Bütün bu kavramlar ve her birinin bağlandığı başka kavramlar, bunların iç çelişmeleri, hareketleri ve birbirlerine bağlanışları aracılığıyla, ‘kapitalist üretim sistemi’ gittikçe somutlaşır.” (Kapital'de kullanılan yöntemin ayrıntıları için, Özgürlük Dünyası'nın 67. sayısındaki MARX’TA VE LENİN'DE DİYALEKTİK YÖNTEM başlıklı yazıya ve "Teoride ve Eylemde Diyalektik Materyalizm" kitabına bakılabilir.) Diyalektik mantığın en yüksek uygulama örneklerinden olan Kapital'de olduğu gibi, ondan yaklaşık otuz yıl önce yazılmış olan Manifesto'da da, aynı yol izlenmiştir.
Bir kavramın soyut hali, onun belirlenimlerinin, ilişkilerinin, karşıtlıklarının, dolayımlarının ve bağlantılarının henüz bilinmediği bir durumdur. "Komünizm hayale-ti", komünizmin ne olduğu hakkında bin bir karalamanın, belirsizliğin, yanlış ve sapkın tanımların ortalığı kapladığı bir dönemde, mevcut koşulların değişmesi isteğiyle kaynayan proletarya hareketinin etkisiyle, "Avrupa'da dolaşmaktadır." Bu dönem, bilimsel komünizmin teorisinin henüz kitlelere ulaşmadığı, küçük burjuva reformcu siyasi akımlardan anarşistlere kadar herkesin kendisine komünist adını yakıştırdığı, ya da egemen sınıf sözcülerinin hepsinin muhalifleri susturmak ya da sindirmek için komünistlikle suçladığı bir dönemdir. Dolayısıyla, komünizm, bu haliyle tam bir hayalettir. Hem, egemen sınıflar için ürkütücü bir etkisi vardır, hem de kendisi hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir.
Marx, "soyut kavramdan somut kavrama" giden diyalektik yolu anlatırken, adım adım gelişen bir somutlanıştan söz eder. Bu süreç boyunca, soyut kavramın ilişkilerini, kurucu ve yan unsurlarını, çelişen ve değişen yanlarını açığa çıkarmak ve somuta doğru diyalektik gelişmesinin seyrini izlemek gerekmektedir. Manifesto'da bu yolun izlenmesi, bizi önce "komünizm hayaletinin dolaştığı Avrupa'nın temel toplumsal çelişkisine götürür: Manifesto'nun birinci bölümünün başlığı "Burjuvalar ve Proleterlerdir. Bu bölümün ilk cümlesi ise, tarihsel materyalizmin temel bir ilkesini formüle eder: "Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir." Bu cümle ile biz, komünizmin kimi iyi ya da kötü niyetli insanların, ihtilalci örgütlerin kurabileceği bir toplumsal düzen olduğunu zanneden o dönemdeki teorisyenlerin ve edebiyatçıların görüşlerinden köklü bir ayrılışa tanık oluruz. Bu andan itibaren, Manifesto, komünizmin, iradi bir eylemin değil, ancak tarihsel gelişmenin ve bu gelişmenin dinamosu durumunda olan sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak doğacağını ilan etmiş bulunmaktadır.
"Sınıf mücadelesi" kavramı, komünizm kavramının somutlanmasının ilk basamağını teşkil etmektedir. Ama "sınıf mücadelesi" de aynı derecede somutlanmaya muhtaç bir kavramdır. Marx, J. Weydemeyer'e yazdığı 5 Mart 1552 tarihli mektupta, "sınıf mücadelelerinin tarihsel gelişimini ve sınıfların ekonomik gelişmelerini" kendisinden önce burjuva tarihçilerinin açıkladığını yazmıştı. Kendisinin yeni olarak yaptığı şey ise, "1. sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalarla sıkı ilişki içinde olduğu, 2. sınıf mücadelelerinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açacağı, 3. bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret olduğunu" söylemekti. (Marx-Engels, Seçme Mektuplar, çev: A. Bilgi, Evrensel Basım Yayın, 1996, s. 40) Bu üç önemli saptama, "sınıf mücadelesi" kavramının somutlanması anlamına geliyordu. Bu yapılmadan önce, tıpkı komünizm gibi, o da bir "hayalet”ti. Uluslararası proletarya hareketinin komünizmi hedefleyen eyleminin programı olan Manifesto'da, komünizmi açıklamak üzere başvurulan ilk kavramın sınıf mücadelesi kavramı olması, diyalektik yöntemin devrimci tarzda yorumlanmasının bir gereğidir. Marksist diyalektik, yalnızca kavramlar arasındaki mantıksal ilişkinin bilimi değildir; o aynı zamanda, kavramlarla varlık arasındaki ilişkinin, varlığın değişip dönüşmesi, yenilenmesi için kullanılmasının da bilimidir. Lenin, "Bizim anladığımız anlamda diyalektik, nesnelerin özünde bulunan çelişkinin incelenmesidir" derken, buna değiniyordu. Yine Lenin, diyalektik yöntemin özünü, "çelişen, birbirlerini karşılıklı dıştalayan, karşıt eğilimlerin tanınması, keşfedilmesi" olarak gösterir. Bu formülasyon, bilime, sanata, siyasete uygulanabilir ve her birinde de aynı sonucu verir: Herhangi bir eylem alanına ilişkin kavramlar, o eylemin hedeflediği maddi alanın ilişkilerini hareketi içinde yansıtmalı ve değiştirilmesinin ve dönüştürülmesinin yolunu da aydınlatmalıdır. Bu, kavramın, bilgi içeriğiyle ilgili bir özelliktir. Burada, "sınıf mücadelesi" ve "komünizm" kavramları, içten bağıntılı kavramlar olarak ele alınmıştır. "Sınıf mücadelesi aracılığıyla komünizme geçiş" sözü, böylece, yalnızca tarihsel-toplumsal nesnel süreçler hakkında bir belirleme olmakla kalmıyor, aynı zamanda mantıksal bir ilişkiyi de açıklıyor, iki kavram arasındaki ilişki, "sınıf mücadelesinin içerdiği karşıtlık üzerinden kurulmaktadır. Bu karşıtlık, Manifesto'da, "burjuvalar ve proleterler" biçiminde konulmuştur. Manifesto kapitalizmin kökenini ve gelişmesini açıklarken, onun iç çelişkilerini başlıca açıklayıcı unsur olarak değerlendirir. Proletarya ve burjuvazi arasındaki çelişkiyi, diğer bütün çelişmelerin temeli ve açıklayıcısı olarak değerlendirir. Bu da, diyalektiğin, Marx'ın yukarıda andığımız makalesinde işlediği bir ilkesine uygundur. Diyalektiğin kategoriler öğretisine göre, her gelişmiş kategori, kendisinden öncekileri -daha az gelişmiş biçimleri- kapsar, kendisinden daha ileri olanları ise içerir. Bu, gelişmenin sürekliliği ilkesinin bir başka ifadesidir. Burada, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme, tarihteki diğer bütün sınıf çelişmelerinin en gelişmiş ve son biçimini bulmuş hali olarak değerlendirilir. "Özgür ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası, ezen ile ezilen..." tarihin en eski çağlarından bu yana, sınıflara bölünmüş olan toplumsal hayatın derinleşen ve genişleyen sınıf çelişmelerini temsil etmişlerdir. Fakat modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlıklarını keskinleştirmiş ve basitleştirmiştir. Marx, herhangi bir tarihsel kategorinin gelişmiş biçiminin, daha az gelişmiş -önceki- biçimleri anlamak için anahtar rolü oynayacağını söylemişti. Burada da, kapitalist toplum ve onun sınıflan arasındaki ilişkiler ve çelişkiler, eski toplumları anlamak için çıkış noktası oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, Marx, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişmeyi, tarih boyunca yaşanmış bütün toplumsal sınıf çelişmelerinin en "somut" hali olarak değerlendirmektedir.
Manifesto'nun ikinci bölümünün başlığı, "Proleterler ve Komünistlerdir. Birinci bölüm, burjuvazi ile proletarya ile arasındaki çelişkinin kökenlerini ve gelişme özelliklerini, daha genel anlamda da, sınıf mücadelesinin tarihsel temelleriyle, devrimlerin bu süreçte oynadığı rolü anlatıyordu. İkinci bölüm, proletaryanın siyasal bakımdan örgütlü kesimiyle genel kitlesi arasındaki ilişkileri ele almakta, komünistlerin genel ve güncel hedefleri hakkındaki söylentileri, karalamaları yanıtlamakta ve genel olarak komünizm kavramının net olarak anlaşılmasına yönelik açıklamalar içermektedir. Böylece, komünizmin programı ile bu programı uygulayacak olan toplumsal güç arasındaki ilişkinin organik karakterine vurgu yapılmaktadır. Bu da, "kavramla maddi varlığın birliği" ilkesinin pratik bir yansımasıdır.
Yöntemin kavramsal düzeydeki yansımasının bu özelliklerinin yanı sıra, diyalektik yöntemin “somut durumun çözümlenmesi”ne ilişkin yanları da uygulanmıştır.
Devrimci işçi sınıfı politikasının uygulanabilmesi için vazgeçilmez iki yöntem ilkesi bunların iki örneğidir:
— Hareket halindeki başlıca güçlerin durumu ve etkileri, bunların hangi eğilimlere sahip oldukları ve birbirleriyle çatışmalarının nedenleri ve sonuçları,
— Yaşanan durumun çözümlenmesi, başlıca hedeflerin ve taleplerin formüle edilmesi.
Bunlara ilişkin olarak, “Manifesto”nun, ikinci ve özellikle dördüncü bölümleri değerli örneklerle doludur.
Bu özellikler, Manifesto'yu komünistlerin hareketleri için önceden hazırlanmış bir reçete olmaktan çıkarır ve devrimci mücadelenin tarihi şartlara göre yürütülmesini öğreten bir "pratik" kitabı olarak da önem kazanmasına yol açar. Ama bunu yaparken, nesnel koşullarla ilkeler arasındaki ilişkiyi önemser. Manifesto, "somut koşullar" kavramının ilkesiz oportünizme yol açmasını önleyecek önlemler koyar. Örneğin, partinin kendi somut siyasetini formüle ederken özgül, yerel şartlar kadar, ilkeleri de göz önüne almasının zorunlu olduğunu söyleyen bölümde, bu ilkeler şöyle özetlenir:
— işçi sınıfının acil ihtiyaçları için yaptığı eylemler, nihai hedeflere tabi kılınmalıdır,
— Proletaryanın ulusal ve enternasyonal görevlerinin birliği sağlanmalıdır,
— Çeşitli devrimci ve ilerici akımların desteklenmesi sırasında, müttefiklerin yanılgıları karşısında eleştirel bir tavır takınmaktan kaçınılmamalıdır.
Bu üç ilke, özel ve genel arasındaki ilişkiyi açıklayan diyalektik kurallara uygun olarak formüle edilmiştir. Bu kurallar, bütün bir Marksist-Leninist politika biliminin dayanaklarını oluşturmuş, strateji ve taktik, azami ve asgari program gibi kavramların türetilmesinde de bu diyalektik mantık ilkesi kullanılmıştır.
Manifesto’da, diyalektik materyalizmin başlıca kategorilerinin uygulanmasını da izleyebiliriz. Değişik üretim biçimlerinin tarihte birbiri ardına gelişini gösterirken, niceliksel değişikliklerin niteliksel değişikliklere yol açacağını ileri süren yasaya dayanılır. Örneğin, feodalizmin yerini alan kapitalizmin, üretici güçlerin büyümesinde, ekonomik gelişmesinin ilerlemesinde, bilim ve kültürün yücelmesinde misli görülmemiş bir artışla birlikte doğduğu anlatılır. Böylece, belli bir nitelikten diğerine geçiş sırasında gözlemlenen nicel değişikliklerin, kendisine özgü kurum ve ilişkilerin niteliğindeki bir değişmeye karşılık düştüğünü görürüz.
Aynı şekilde, feodalizmin yerini alan kapitalizm de, kendi gelişmesinin belli bir evresinde, kendi içindeki çelişmelerin sonucunda yıkılacak ve yerini sosyalizme bırakacaktır. Burada da, çelişme yasasının, evrim ve devrim kategorisiyle birlikte kullanıldığını, her iki kavram arasında içsel bağıntılar kurulduğunu görürüz.
Manifesto, burjuva toplumunu, yeraltından kendi çağırdığı güçlere artık hükmedemez olan cinci hocalara benzetir. Feodalizmle mücadele ederken ilerici bir sınıf Olan burjuvazi, proletarya karşısında gerici bir sınıfa ve toplumsal ilerlemenin önüne dikilen bir engele dönüşmüştür artık. Burada da, karşıtına dönüşme ilkesinin bir örneğini buluruz.
Manifesto'da, Marx ve Engels kapitalizmin çöküşünün kaçınılmazlığını gösterirken, bunun kendiliğinden olmayacağını da belirttiler. Bu saptama, hem kendilerinden önceki evrim teorilerinden farklı olarak, toplumsal ilerlemede devrimlerin rolünü öne çıkaran yeni bir tarih anlayışını sergiliyordu; hem de, kapitalizmin mezar kazıcısı rolünü kapitalist sistemin kendisi tarafından yaratılan proletaryaya yükleyerek, çelişkinin içsel karakterine güçlü bir vurgu yapıyor ve diyalektiğin materyalist temeller üzerinde yeniden inşa edilmesinin doğuracağı sonuçlardan birisini örnekliyordu. Materyalist diyalektiğin, kendisinden önceki metafizik ve idealist sistemlerden farklı olarak, “dünyanın anlaşılmasıyla yetinmeyip, onun nasıl dönüştürüleceğini” bilmek istemesinin sonucudur bu. Bir şeyi “dönüştürmek için kavramak”, onun içerdiği çelişkiyi ya da bir çelişki içindeki yerini kavramak demektir. Örneğin, kapitalizmin ekonomik ve politik yönleri, Marx'tan önce de, birçok araştırmacı tarafından incelenmiş, kapitalizmin işleyiş yasalarına ilişkin ilk bulgular, burjuva araştırmacılar tarafından saptanmıştı. Fakat Marx, bütün bunlardan farklı olarak, kapitalizmin nasıl dönüştürüleceği problemini, araştırmasının temel noktası olarak almıştı.
“Manifesto”, soyut bir başlangıç olarak konulmuş olan “komünizm hayaleti”nin nasıl somut bir hale geleceğini gösteren bir cümle ile son erer:
“Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları.
Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”