Trump’ın NATO açıklamaları AB’yi rahatlattı
Avrupa'nın gündeminde bu hafta Trump'ın NATO açıklamaları ve Uluslararası Af Örgütü'nün insan hakları ihlalleri raporu vardı.
Münih’teki NATO Güvenlik Zirvesi öncesi Avrupa ülkeleri ABD’nin Yeni Başkanı Trump’ın açıklamaları nedeniyle endişeliydi. Münih’te Trump’ın NATO’dan yana tavır aldığı ortaya çıkınca derin bir nefes alındı. Almanya’nın muhafazakar gazetelerinden Frankfurter Allgemenine Zeitung zirveyi değerlendirdi, “Transatlantik ruhunun müdavim dostları istediklerini elde ettiler” dedi ancak uyardı: “Derin nefes alanlar bunun böyle devam edeceğini sanmasınlars. Yeni ABD Başkanının geleneksel bir NATO taraftarı olmadığı, Avrupalıları kendi savunmaları ve kolektif savunma için sürekli daha fazla para vermeye zorlayacağı açık”
İngiltere’nin “solcu” gazetesi Morning Star da, NATO ve AB’nin emperyalist bir ittifak olduğuna ve ilerici güçlerin bunu dağıtmak için mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekti.
Öte yandan Uluslararası Af Örgütü 2016 yılında dünya çapındaki insan hakları ihlallerine dair hazırladığı raporu hafta içinde Paris’te kamuoyuyla paylaştı. Af Örgütü dünyada “demokrasinin beşiği” olarak bilinen Fransa’daki OHAL koşullarından dolayı gerçekleşen hak ihlallerine vurgu yaptı.
İKİ TARAFIN DA ÇIKARINA BİR ALIŞVERİŞ
Klaus-Dieter FRANKBERGER
Frankfurter Allgemeine Zeitung
Avrupa, NATO’ya daha fazla para ayırması gerektiğini biliyor. Ancak bunun karşılığında Donald Trump’a NATO’nun Amerika’nın çıkarları için de var olduğunu hatırlatması gerekir.
Transatlantik ruhunun müdavim dostları istediklerini elde ettiler. En azından şimdilik derin nefes alabilirler. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Münih Güvenlik Konseyinde, şefinin tüm kalbiyle NATO’dan yana olduğu ve ABD’nin bu konudaki mükellefiyetlerini yerine getireceği mesajını verdi. Belirsizliklerle dolu bugünlerde iyi bir haber. Washington’daki yeni hükümetin oldukça karmaşalı başlangıcı ve Donald Trump’ın Avrupalı politikacıları korkuya sokan açıklamalarının ardından, aslında NATO’ya karşı olmayıp tam tersi hayranı olduğu ortaya çıktı.
Derin nefes alanlar bunun böyle devam edeceğini sanmasınlar. Yeni ABD Başkanının geleneksel bir NATO taraftarı olmadığı, Avrupalıları kendi savunmaları ve kolektif savunma için sürekli daha fazla para vermeye zorlayacağı açık. Bunu sık sık kabaca yapacak, alay edecek hatta istedikleri yapılmayınca beceriksizler diye küfredecek. Avrupalılar ses tonuna kızabilirler, şantaj yapıldığına öfkelenebilirler ama mesajı aldılar: Gerçekten de önceki dönemlerde ABD yönetimi ve NATO’nun taleplerini çoğu Avrupa ülkesi dikkate almadı.
Zaman, sadece Beyaz Saray’a ne yapacağı bilinmeyen biri taşındığı için değil, dünyanın güvenliği tehlikeli boyuta eriştiği için de değişti. Bazılarının Soğuk Savaş sonrası hayal ettikleri barış, İslamcı terör, Rus revizyonizmi, kriz ve çatışmalar nedeniyle sadece hayal olarak kaldı. Avrupalılar barış için daha fazla yatırım yapmak zorundalar ve Almanya’da halkın çoğunluğu buna hazır. Bunu bir zorunluluk ve Trump’a teslim olmak olarak anlamamalı. NATO’nun her zamankinden daha önemli olduğuna inanan, anlamını korumasından yana olanların Münih’teki bu sevinçlerinin ardından inandırıcı şekilde harekete geçmeleri gerekiyor.
Bu yüzden hemen daha fazla silahlanma talebinde bulunmanın anlamı yok. Güvenlik sadece askeri müdahale ve silahlanma anlamına gelmiyor. Barış için birçok araç devreye sokulmalı. İslamcı teröre karşı mücadele bunu gösterdi. Ancak askeri beceriler ve istek olmadan başarılması imkansız. Aynı şekilde‚ düşmanın harekete geçmekten vazgeçirilmesi de askeri beceri ve istek gerektiriyor.
Rusya’ya karşı politik dengenin sağlanması, somut çıkar politikasının sürdürülmesi ve sorumluluk alınması için bu paranın NATO’ya verilmesi gerektiği seçmenlere anlatılmalı. Avrupa’nın şimdiye kadar savunmaya harcadığı para da daha verimli kullanılmalı.
Trump başkan seçildiğinde bazıları ABD’nin Yeni Başkanının Avrupa’daki ortak değer kurallarından hoşlanmadığı için Batı’nın sonunun geldiğini düşündü. Böyle algılandı çünkü Trump bu yönde açıklamalar yaptı. Zaferi bazılarında histeri nöbetine yol açtı. Bu histeri içinde Avrupa’nın tam da şimdi hatta ABD’ye bile karşı kaynaşması talepleri‚ yoksa kaybolup gideriz’ gerekçesiyle daha yüksek sesle dillendirildi. Bu talep eğer bu kaynaşmadan‚ Dünyada daha fazla Avrupa anlaşılmazsa yanlış değil. Saklamaya gerek yok Avrupa krizlerle çalkalanıyor, krizlere karşı laflar ediliyor ama sihirli çözüm bulunmuş değil. Avrupa’nın içinde büyük bir merkez kaç kuvveti egemen ve Brexit bazıları için kötü örnek olup bazı gelişmelere yol açıyor.
Münih’teki herkese açık sahnede, güvenlik politikasındaki tüm ortaklıklara rağmen Avrupa’da iç çatışmanın ne kadar büyük olduğunu tüm çıplaklığıyla gösteren bir oyun sergilendi. Ana prensipler üzerinde Polonya Dışişleri Bakanı Waszczykowski ile AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Timmermanns arasındaki tartışma, 27 AB üyesi ülkenin ortak temelde inşası ve güçlenmesini sağlayacak kararın çıkmasının zorluğunu gösterdi. Resmen küçük boyutta bir kültürler savaşı yaşandı.
Avrupa-ABD ilişkisinde de tartışma ve çatışmalar var. Bu da normal, böyle diye NATO’yu feshetmenin anlamı yok. Ancak arıza, yalıtma ve değerleri hiçe saymadan yana güçler bu ilişkinin bitmesine yol açmamalı. Avrupalılar ortak savunma politikası için daha fazla çaba harcamaları gerektiğini biliyorlar ama gerçekçi olduklarından ABD olmaksızın büyük tehlikelere karşı duramayacaklarının farkındalar. Amerika ve Trump’a Transatlantik ilişkilerin sağlıklı şekilde sürdürülmesinin ABD’nin çıkarları gereği olduğu kavratılmalı.
(Çeviren: Semra Çelik)
AF ÖRGÜTÜ FRANSA’DAKİ İHLALLER KONUSUNDA ALARM VERDİ
Marianne BLIMAT
Les Echos
Önemli bir sembol. Uluslararası Af Örgütü, yıllık raporunu kurulduğu 1961’den bu yana yaptığı gibi İngiltere’de değil, bu yıl Fransa’da kamuoyuna sundu. İnsan hakları savunucusu örgütün Genel Sekreteri Salil Shetty’nin ifadesiyle “dünyanın izlediği”, “insan haklarının beşiği” olan Fransa tercih edildi bu yıl. Sunumunda Fransa’da insan haklarının “Olağanüstü derecede kaygı verici” olduğunu belirtti ve ona göre, “Olaylar daha da kötüleşebilir”. Örgüt için 2016 yılındaki ihlalleri nitelendirmek için daha sert kavram bulmak zor ve Fransa’da bu yıl “Güvenlik adına, toplumun geniş bir kesiminin temel haklarına saygı -söylemlerde olduğu gibi eylemlerde de- büyük oranda nispileştirildi”.
OHAL’in ilanı ve uzatılması (...) Salil Shetty’ye göre “orantısız ve dışlayıcı” bir politika oldu. “Geçici ve olağanüstü bir durum olması gerekirken, bir hukuk devletinde temel olan özgürlükleri tehlikeli bir şekilde kısıtlayan bir norm haline geldi. (...) Uluslararası Af Örgütünün Fransa Şube Başkanı Camille Blanc’a göre, mültecileri korumak istediğini belirtmesine karşın Fransa, Avrupa politikası çerçevesinde “Sorumluluklarını üstlenmedi”. Calais şehri ve İtalya sınırında “Fransa kendi topraklarında mültecileri korumak için önlemler almadı”. Ve bugün, ufukta yükselen Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleriyle, “Fransa bir dönemeç noktasında”. Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Fransa’da da “Kini ve korkuyu yayan söylemler” yaygınlaştırıldı. Kimi siyasi sorumluların konuşmalarında “istenilmeyenler” ya da tehdit olarak tanıtılan mültecileri ve göçmenleri de dışlayan bu “zehirli söylemler” daha fazla nüfuz ediyor. Fakat, söylemler ve alınan önlemler konusunda Fransa, Avrupa’da bir istisna oluşturmuyor. Af Örgütünün Avrupa ve Merkez Asya Şube Müdürü John Dalhuisen’e göre maalesef “Bu eğilim Avrupa’da yeni değil.” (...) Ona göre geçen yıl “İnsan haklarını sistematik ve kaygı verici bir şekilde ihlal eden önlemler onaylandı” ve “Avrupa demagojisinin temel hedefleri açıkça ortada”: Birçok ülkede güvenlik için tehdit olarak tanıtılan “yabancı ve mülteciler.”
Avrupa’da olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde (ki sadece Donald Trump’ın ABD’sinde değil), bu nefret kusan söylemlerden de öte, birçok (uluslararası) angajmanlar reddedildi. Örneğin, özgürlüklerinin tehdit altında olunduğu bilinmesine rağmen birçok mülteci tekrar ülkelerine gönderildi. Örneğin birçok ülke Uluslararası Ceza Mahkemesinden çıkarak cezasızlığa karşı mücadeleye ciddi darbe vurmuş oldu. Örneğin iş birliği ve uluslararası dayanışma yerine birçok ülkenin milli çıkarları öne çıkartmaya yönelik önlemler sıklaştı. Uluslararası Af Örgütü “Uluslararası topluluğun Suriye, Yemen, ya da Güney Sudan’da yaşanan katliamları durdurma konusunda giderek daha beceriksiz olmasına” alışmasını teşhir ediyor. Salil Shetty’e göre “Kırmızı çizginin olmadığı yere gelindi artık”.
Fakat büyük oranda istikrarsızlaşan dünya koşullarının “kaygı verici” perspektifine rağmen, o hâlâ umudunu yitirmiş değil. “Kaderci olmamamız gerekiyor” diye vurgu yapıyor. “Yöneticilerin başarısız olduğu yerde halklar ayağa kalkmalıdır” diye sonuçlandırıyor konuşmasını.
(Çeviren : Deniz Uztopal)
SOL HAREKET MÜCADELEDEN ŞAŞMAMALI
The Morning Star
Başyazı
Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile görüşmesinin ardından Washington-Brüksel ittifakının geleceği konusunda endişelerinin giderildiğini söyledi.
Daha önce ABD Başkanı Donald Trump, önceliklerinin değişme olasılığını vurgulamış ve bu yüzden AB başkanlarına uykusuz geceler yaşatmıştı. AB ve ABD ortaklığı Atlantik okyanusun iki tarafında egemen sınıfı için kârlı bir ortaklık olmasına rağmen, Eski Başkan Obama’nın aksine, Trump İngiltere’nin AB’den ayrılmasını destekliyor.
Bu ortaklık sayesinde Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası finans kurumları Batı’nın çıkarlarını dayatabildi (Ve neoliberal ideolojiyi yaygınlaştırabildi) böylece, gelişmekte olan ülkelere verdiği yardımı kamu hizmetlerini yurt dışı yatırımcılara açma ve kamuya ait mal varlığını uluslararası yatırımcılara satma şartı ile yaptı.
Dünyadaki en büyük ekonomik bloklar olmanın avantajını kullanarak ABD ve AB, uluslararası ticaretin kurallarını belirlemek için çok uğraştı. 1990’larda yapılan genel hizmet ticaret anlaşmasının yanı sıra, Hizmet Ticareti Anlaşması (TISA), Transatlantik Pasifik Ortaklığı (TPP), ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklık anlaşması (TTIP) bunun örnekleri.
Bu anlaşmaların hepsi, ulusal hükümetlerin kamu hizmetlerinin kim tarafından işletileceği hakkında karar verme özgürlüklerini kısıtladı ve halkın ihtiyaçları değil özel şirketlerin çıkarlarını öncelik almalarına zorladı.
Fakat büyüyen halk hareketleri sonucu TPP ve TTIP engellendi, ve Pekin, Yeni Delhi, Brasilia ve diğer gelişen ülkelerde IMF ve Dünya Bankası’nın uluslararası finans üzerinde kontrolünü eleştiren sesler büyüdükçe ABD-AB ittifakı eski gücünü kaybetti.
Trump’ın ithalata yönelik agresif tutumu, ABD’nin egemen elitlerin bazılarının artık AB’yi Washington’ın başını çektiği bir dünya düzenini koruyan bir küçük kardeş değil, emperyalist bir rakip olarak görmeye başladığını gösteriyor. Diğer tarafta da NATO var tabii, Washington’ın Avrupa’daki ittifakta olduğu ülkelerin askeri güçlerini birleştirerek kendi dış politikasında daha etkili bir araç olarak kullanabilmek için kurduğu bir askeri ittifak.
Trump’ın arada bir NATO’ya saldırması bazılarını sevindiren bazı insanları dehşete düşürüyor. Trump bir taraftan artık NATO’nun işe yaramaz olduğunu söylerken, bir taraftan ABD’nin güvenliğinin temel taşlarından biri olduğunda söylüyor. Britanya’da sol her iki tuzağa da düşmemeli.
NATO “Britanya’nın güvenliği için şart” değil, NATO güçleri Yugoslavya, Afganistan, Libya ve bir çok diğer ülkeleri paramparça etmek için kullanılan agresif bir ittifak. Aynı zamanda “Rusya tehdidi” üzerine korku tellallığını da dinlememeliyiz. Vladimir Putin’in milliyetçi rejiminin oldukça kötü olması -mesela eşcinsellere yapılan zulüm, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve seçimlerde yapılan dalaverelerin yanı sıra eşitliğin azalması- Rusya’yı Doğu Avrupa’nın militarizasyonu konusunda sorumlu kılmaz. Doğu Avrupa’nın militarizasyonu Washington ve Brüksel tarafından desteklenen Ukrayna’daki aşırı-sağcı darbe ve NATO askerlerinin yerleştirilip doğuya füze yerleştirmesiyle oldu.
NATO emperyalist bir ittifak ve ilerici güçler bunu dağıtmayı hedeflemeli.
Trump’ın NATO’dan fazla haz almaması da daha az agresif bir dış politika izleyeceği anlamına gelmez. İran’a karşı agresif tutumu -tamamen yasal olan bir nükleer füze denemesinin ardından uyarı aldı- ve Çin’e karşı ağırlaşan söylemlerinin yanı sıra Küba ve Venezuela’ya savurduğu tehditlere bakılırsa ABD’nin dünya savaşı tetikleme riski şimdi çok daha yüksek.
Trump ve onu eleştiren liberaller arasındaki tek fark taktik farkı: ABD-AB ittifakı Washington’un dünyadaki egemenliğini korumanın doğru aracı mı, değil mi? Ve bu egemenliğe en büyük tehdit Çin mi, yoksa Rusya mı?
Bu soruların cevabını bulmak sol hareketinin görevi değil, yapılması gereken kendi hükümetimizin dünyaya fakirlik ve çatışma yayan sömürücü ve ölüm saçan bu uluslararası sistemdeki rolüne karşı savaşmak.
(Çeviren: Çınar Altun)