25 Şubat 2017 23:33

‘Milli irade’ sandığa sığmaz

'Millet' uğruna bedel ödenmiş kurumları heba etmek adına bir genel Yasa’ya kendini kurban etmek istemiyor.

‘Milli irade’ sandığa sığmaz

Nuray SANCAR

Carl Schmitt liberal demokrasiyi tartıştığı Parlamenter Demokrasinin Krizi kitabında, 19. yüzyıldan bu yana meşruiyet arayışının temel siyasal saiklerden biri haline geldiğini yazar. Romalılardan kalma o eski söz, varlıklarını koruma kaygısındaki monarşilerin bile mottosu haline gelmiştir: “Halkın sesi hakkın sesidir.” Egemen olmak isteyen her kesim ve sınıf, halkın sesini kendisinin temsil ettiğini kanıtlamak ve böylece meşruiyet kazanmak zorundadır. Ancak bu meşruiyet konusu, kralın ağzından çıkan her sözün yasa kabul edildiği zamanlarla liberal demokrasi arasında kesin bir ayrım koyan gelişmelerin çözebildiği bir konu değildir. Halkın, iradesi temsilcilere delege edildikçe, meşruiyet tescili için yapılan seçimlerde oy sayımına indirgenmiş katılımı, demokrasiyi bir karikatüre dönüştürür. 

Çünkü der Schmitt, “Demokraside yurttaş kendi iradesine karşı gelen yasalara da rıza gösterir. Çünkü yasa genel iradedir ve bu da özgür yurttaşların iradesidir. Böylece yurttaş hiçbir zaman somut bir içeriğe rıza göstermez. Soyut olarak sonuca, oylama sonucu ortaya çıkan genel iradeye rıza gösterir ve yalnızca oyların toplanması sonucu genel iradenin ne olduğu anlaşılabildiği için oy verir… Demokratik ilkenin özü yani yasa ve halk iradesinin özdeş olduğu iddiası da bu arada korunmuş olur. Soyut mantık açısından halkın iradesi hiçbir zaman bütün yurttaşların oybirliği şeklinde ortaya çıkamadığına göre halk iradesinin çoğunluğun iradesiyle özdeşleştirilmesi ile azınlığın iradesi ile özdeşleşmesi arasında arasında hiçbir fark yoktur.” 

Çoğunluğu referandum, plebisit veya genel seçimlerle ölçmekten başka bir mekanizma yoksa egemen güç propaganda, eğitim, iletişim araçları vb. ile heterojen bir kitleden ortak irade çıkarmak için çalışır. Giderek bu irade yasaların yerine geçebilir. Propagandayla yapılandırılmış çoğunluğa verdiği ehemmiyet, liberal demokrasinin demokratik olmayan biçimlere evrilmesini kolaylaştıran açığıdır. Nitekim Nazizm böyle bir sürecin ürünüydü ve Schmitt’in işaret ettiği biçimde, liberal demokrasinin çoğunluk ölçümlerinden çıkan sonuçları kutsayan genel Yasa’sına uygun olduğu için “soyut mantık açısından” meşruydu. 

Ne var ki bu yapılandırılmış çoğunluğun sayısını ortaya çıkaran seçim sonuçlarının yasalar ile yer değiştirmesi yani genel Yasa’nın hükmü, sınıf mücadelelerinin kazanımlarıyla terbiye edilir. İradesini kamusal alandaki mücadeleler ile açığa çıkaran halk; devlet içindeki ve devletle halk arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği, yasama-yürütme-yargı sürecinin nasıl ve hangi kurumlarla işleyeceği üzerinde etkide bulunur. Yani sözü edilen halk iradesinin belirdiği tek alan seçimler değildir. Egemen sınıf mutlak yetkiyi elde etmek için bu iradenin tecelli ettiği alanı seçimle sınırlamaya çalışsa da, sınıf mücadeleleri sayesinde terbiye edilen liberal demokrasi kapsamında meşruiyet, artık bu kurumların düzenli işletileceğine, onların sınırları içinde kalınacağına ilişkin vaadi şart koşar.  

REFERANDUMUN MEŞRUİYET SORUNU

Önümüzdeki referandumda oylanacak, kazanması ya da kazanmaması ancak toplumun yarısından bir fazlasının oyuna bağlı görülen Anayasa değişikliğinin de meşruiyeti bir tartışma konusu. Bir tarihsel birikim ve demokrasi tahayyülünün belirlediği bu tartışmaya rağmen egemen güç, Anayasanın geçerliliği için liberal demokrasinin genel Yasa’sına o çok soyut mantığın geçerlilik zeminindeki uygunluğunu yeterli görüyor. 

Çoğunluğun iradesini, onu bir kez ölçtükten sonra tek adama devreden bir Anayasanın hazırlanış sürecindeki antidemokratikliğin, halka evet ya da hayır demek dışında bir seçenek sunulmayışının Schmitt’in altını çizdiği liberal demokratik Yasa’ya aykırı olmayacağı açıktır zaten. Sınıf ve hak mücadelelerini bastırırken propaganda dozajını artıran Hükümet gücünün demokrasiyi kurumlarıyla işleyen bir süreç olmaktan çıkararak o ilkel Yasa düzeyine indirgemesi bugünün işi değildir elbette. 

Yasa, yasaların da iptal edilebildiği bir kulvara hiç kapalı olmadığını bizde defalarca göstermiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimini yapılandırılmış çoğunlukla kazanan kişi de, millet iradesini kendisinin temsil ettiğini liberal demokrasinin o bildik Yasa’ya dayanarak ilan etmişti.

Ne var ki Anayasanın meşruiyet sorunu bakidir. Hayır oylarının öne çıktığı bu günlerde “millet iradesi”ni kendi cismine soğuran egemen kişilik, böyle bir değişikliğe beklediği meşruiyeti sağlayamadı. Görünen o ki, anketlerde beliren çoğunluk, toplumu yasasız hale getirecek bir Anayasaya evet demek istemiyor. 

Anayasa değişikliğini överek propaganda yapanlar millet iradesini beş veya dört yılda bir yapılan genel oy sayımlarına kilitledikçe meşruiyeti de Cumhurbaşkanının şahsında aramaktan başka seçeneğe sahip değiller. Kendi yardımcılarını ve bakanlar kurulunu kendi seçen, yüksek yargı kurumunun üyelerini atayan tek adamın, yetkisini kötüye kullanılmayacağının garantisinin bizzat egemenin kişiliği olduğunu ileri süren acziyetin paradoksu da bu. “Millet” uğruna bedel ödenmiş kurumları heba etmek adına bir genel Yasa’ya kendini kurban etmek istemiyor. Ortada açık duran kurban sunağı da bir yere kadar işlevli; propagandistlerin de unuttuğu şey bu.

Egemenin yetkesini sınırlayan kurumların, parlamentonun, seçim sistemlerinin, birbirini denetleyen yasama yürütme ve yargı kurumlarının varlığı “millet iradesi”nin belirli güç ilişkileri bağlamında ortaya çıktığı alanlardan biridir. İki yüz yıldır sınıf mücadeleleri vererek iradesini ortaya koyan sınıfın evrensel bir değer haline getirdiği demokratik ilkeler ve kurumların referandum ile berhava edilmesi meşru olamaz. Hukuku merhametine, kurumları kişisel tercihlerine, halkın kendi kaderini belirleme yetkisini iki dudağının arasına alan bir egemen, yapılandırılmış bir çoğunluk sayesinde sonucu belirlese de Anayasa her zaman bu meşruiyet kriziyle yaşayacaktır. 

Çünkü bu durumda (bu sefer somut mantık açısından) sandıktaki oya endeksli çoğunluğun iradesi genel irade demek değildir. Karar alma süreçlerini kendi arasında örgütlü halkın katılımına açamayan, halkın iradesini sürekli olarak temsilcilere ve giderek tek adama delege etmek suretiyle faşizmle flört eden liberal demokrasiyi ıslah edebilecek olan meşruiyetin kaynağı ise genel iradenin gerçekten genel hale geldiğini gösteren kurumsallaşmanın Yasa’sıdır.

Evrensel'i Takip Et