Belki ben Abulkasem? Belki sen Abulkasem?
Bilinmeyenin korkusundan doğurulan onlarca Abdulkasem, örgüt, tehdit dünyanın her yerinde bir hayalet gibi dolaşıyor, diye fısıldıyor bize.

Ayşen GÜVEN
“Kürtler geldi her yeri istila etti” her an yeniden ısıtılmaya hazır fırında beklerken, şimdi el yakan “Suriyeliler her yerde. Şehri istila ettiler” fırından taze servis ediliyor hiç durmadan. Her gün bu cümleleri duyup kızmaya ya da katılmaya devam ediyoruz.
Öte yandan bu ağrılı zamanlarda, biraz korkularla kenara çekiliyoruz kimi zaman biraz acılarla gücümüz azalıyor bazen üretecek mecal bulamıyoruz ya da isyan edecek kalabalık... Tiyatro B Planı bahane üretmiyor sezonu “İstila” edecek kadar çetin bi oyunla seyircisini selamlıyor. Pes etmemiş bir ekip, gerçeğe cüret etmiş bir metin, bir sahneleme ve oyunculuk performanslarının yanı sıra moda deyişimizle “algı yönetiminin” üzerinde tepindiği göç, dil, ırk, kimlik kavramlarını mayınsız bir sahaya çekiyor.
İstila’nın zorlu görünen rejisinin kılçıksız altından kalkan Sami Berat Marçalı bu enfes metnin çevirisini de yapmış. Tunuslu bir baba ile İsveçli bir annenin oğlu olarak, 1978’in son günlerinde Stockholm’de doğan Jonas Hassen Khemiri’in İstila ile, içerde-dışarda, kısa-uzun savaşlarla, kaosla yönetilen dünyanın her yerinde göç kavramının güncellendiği şimdiki zamana çok derin bir iz bırakmış.
Sıkça değişen her bir sahnede “hangi karakter esaslı acaba” diye seyre daldığınız oyunda, Barış Gönenen, Hakan Kurtaş, Efe Tunçer ve Seda Türkmen “hepimiz” yanıtını veriyor. 80 dakikanın her anında yüksek perde oyunculukları seyretmenin hazzını duymakla beraber oyuncuların metinle kurdukları ilişkinin samimiyeti de hissediliyor. Böyle göz kamaştırıcı bir sahnelemede ışık, dramaturji, ses, dekor, kostüm hepsi için kesinlikle ekibi kutlamalı.
Parlak kelime oyunları, birbirinin takibi olmayan sahnelere geçişler ama işte bütünların altından kalkarak derdini anlatan, seyircinin zihnini hep diri tutan, takipte kılan, düşünmeye bolca zorlayan bir oyun İstila.
İki öğrencinin, okuldaki tragedya provasını beğenmeyip sahneyi istila etmesiyle başlayan oyun, sonrasında öğrencilerden Yusuf’un Lübnan’da yaşayan amcasının adından bahsetmesiyle saçma gelen biçimde yuvarlanmaya başlayan Abdulkasem, koca bir yumak oluyor. En başta dalga geçilen bu isim hakaret, iltifat, fiil bazen de sıfat ve derken bir kahraman nihayetinde de bir “teröriste” dönüşüyor. Bu esnada “Aganigi naganigi”, “herıld yani” gibi bir kalıba dönüşmüş Abdülkasem’den bir terörist yaratan televizyon programlarını, oradaki “uzmanları” velhasıl algıyı yönetenlerin kırk taklasını da görüyoruz. Arap ya da Kürt kimliğine Avrupa’nın “potansiyel tehdit” bakışı, entelektüellerin, aydınların anladığını sanma anındaki “oryantalist” yabancılığını da tutuşturunca “ırkçılık” denilen belanın istilası çırılçıplak bize bakar oluyor.
Sonra birkaç gün önce okuduğumuz şu haber: “İzmir’de Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde K. adlı kişi, ‘işe geç kalan’ Suriyeli işçiyi dövüp fotoğrafını sosyal paylaşım sitesi Facebook’a yükledi. K. ‘Türk’ün Suriyeliye intikamı’ şeklinde paylaştığı fotoğrafta, Suriyeli işçinin karnına diziyle bastırırken gülümseyerek poz verdi”. Oyunda mıydı bu haber yoksa dünkü haber sitesinde mi! Bir an dağılıyoruz. Ortadoğu’yu bir canlı bomba gibi gören Avrupa’nın, Türk, Kürt ve Arap algısı tam da bu paydada eşitleniyor. Ve maalesef Türkiye’de Suriyelileri “istilacı” sayan yönetilmiş algı da o paydanın ekmeğini yiyor. Çetrefilli, aslında trajik bütün bu yer sarsıntısını kelimelerin gücü adına komediye de çok rahat giydiriyor yazar.
Avrupa’nın ve Afrika’nın kuzey uçlarından buluşan bir çiftin çocuğu olan yazar her iki kültürün, oralarda yaşayan halkların bakışını sağlam bir zemine oturtmuş. Kafatasına, DNA’ya, parmak izine, “nerelisin” sorusuna bile insanlıktan, akıldan, bilimden uzak soğuk bir anlam veriyorlar artık. “Niyetim o değildi” dediğiniz bir yerde kendinizi “algı yönetiminin” o ortak paydasında bulabiliyorsunuz da. Ve bugün siz kıyınıza vurmuş Suriyeli’nin parmak izinin peşine yarın vurduğunuz bir kıyıda sizin parmak izinizinkine düşülüyor işte. Sonra İstila’daki gibi dişlerinizi sıkıp bir cızırtıyla tüm delilleri yok etmeyi seçiyorsunuz. Olmaz mı! Oluyor...
İstila, tam da bu nedenle bir kıyıda buluşturuyor hepimizi ve o büyük oyunu bozuyor. Bilinmeyenin korkusundan doğurulan onlarca Abdulkasem, örgüt, tehdit dünyanın her yerinde bir hayalet gibi dolaşıyor, diye fısıldıyor bize. Ha sen kim bu Abdulkasem diyorsun? Güzel kardeşim, “Belki ben Abdulkasem! Belki sen Abdulkasem!”
Evrensel'i Takip Et