27 Şubat 2017 03:34

‘Uçurtma Avcısı’ ve Afganistan

Bir edebiyat uyarlaması olan 'Uçurtma Avcısı', 1990’ların işgal altındaki Afganistan’ından bir yaşam öyküsünü önümüzeseriyor.

Paylaş

Doç. Dr. Ulaş Başar GEZGİN

"Uçurtma Avcısı", bir Afgan-Amerikalı yazarın kendi anıları üstünden yazdığı aynı adlı romandan uyarlanmış bir film. Afganistan’ın ortak dili olan Dari dilinde ve İngilizce çekilmiş. Afgan Farsçası olarak da bilinen Dari, filme özel bir hava katmış. Teşekkür, aferin, selam, inşallah, maşallah gibi ortak sözcüklerle karşılaşıyoruz. 

Filmin temel olarak 5 anlatı zamanı bulunuyor: Sovyet işgali öncesi Kabil, 1988 ve sonrasında ABD, 1990’ların sonunda Pakistan, Kabil ve 2000 yılında ABD.

SOVYET İŞGALİ ÖNCESİNDE KABİL 

Amir, Sovyet işgali öncesinde Kabil’de babasıyla bir konakta yaşamaktadır. Her şeyleri vardır, evde Batılı bir yaşam tarzı geçerlidir. Babası, Evin Uşağı Ali’yi kırk yıldır tanımaktadır. Ali’nin bir de oğlu vardır, Hasan. Başkişimiz Amir’le aynı yaşlardadırlar. Amir’in babası Hasan’la kendi oğlunu ayırmaz. Onu kendi çocuğu gibi görür. O dönem çocukların en büyük eğlencesi uçurtma yarışlarıdır. Ali ve Hasan, yarışlara birlikte katılır, kazanırlar. Mahallede büyük çocuklar küçüklere zorbalık yapmaktadır. Amir ve Hasan’ı çevirirler. Özellikle Hasan’ı hedef alırlar; çünkü onlara göre, hem Afgan değildir (Farsça konuşan, Şii olan ve Moğol ordusundan kalanlardan oluştuğu ileri sürülen Hazara etnik grubuna aittir) hem de hizmetçinin çocuğudur. Üstelik babası komünisttir. Bir keresinde Hasan elindeki sapan sayesinde kurtulur zorbalıktan. Başka bir keresinde ise o kadar şanslı olamayacaktır. 

Amir, Hasan’a yapılanlardan sonra onu korumaya çalışacağı yerde onun ve babasının konaktan atılması için elinden geleni yapar. Bir hırsızlık oyunu oynar. Ali, ailesini toplayıp konaktan ayrılır. Bu ayrılmanın hırsızlık yalanından mı başka bir nedenden mi olduğunu anlayamayız. Bir süre sonra Sovyetler Afganistan’ı işgal eder. İşgalle birlikte baba, Amir’i alır ve malını mülkünü bırakıp insan kaçakçılarının eliyle ülke dışına çıkar. Giderken yanına bir tutam toprak alır. Sonra öykü ileri sarar. 

1988 VE SONRASINDA ABD

Yıllar geçmiştir. Baba bir markette çalışmaktadır, bugün özel bir gündür: Oğlu kolejden mezun olacaktır. Babasının istediğinin tersine, doktor değil yazar olmak istemektedir. Çokça öykü yazmıştır, yazmaktadır. Sonrasında, bir kızları olan Afgan bir aileyle tanışırlar. Ne ki babanın ölümcül bir hastalığa yakalandığı anlaşılır. Ölüm döşeğinde bile baş ucunda Afganistan’dan ayrılırken yanına aldığı bir tutam toprak vardır. Ömrünün son günlerinde oğlunu evlendirir. Bu düğündeki danslarla filmin başındaki doğum günü partisine döneriz. Yıllar geçmiştir; ancak gelenekler diasporada da olsa değişmemiştir. Her şey güllük gülistanlıktır. Acı günler geride kalmıştır. Bir süre sonra babayı kaybederiz. Bu noktada, Saroyan’ın bir öyküsünde bahsettiği aileden bir ölüm olunca ve yalnızca böyle olunca buraya ait olma duygusunu hissederiz.

Babanın ölümünden sonra Amir, babasının arkadaşından, kendisinin çocukken rol modeli olan Rahman Amca’dan bir mektup alır. Babası, Kabil’den ayrılırken evi ona emanet etmiştir. O sırada sağlık sorunları nedeniyle Pakistan’dadır. Amir’i çağırmaktadır, önemli bir durum vardır. 

2000 YILINDA ABD

Zohrap’ın yeni dünyaya alışması zaman alacaktır. Filmin sonunda başa döneriz. Amir, bu kez Hasan’la olmasa da Zohrap’la birlikte uçurtma uçurur. Bu, ona babasını anlatmak için bir fırsattır. Filmin sonlarında, ABD’de bile Hazaralara yönelik ayrımcılığa tanık oluruz. 1970’lerin Afganistanı’nda da, Taliban Afganistanı’nda da, Afgan-Amerikalılar arasında da ön yargı ve kalıp yargılar olduğu gibi sürmekte; hatta birbirlerini tamamlayan bir bütün oluşturmaktadır. 

"Uçurtma Avcısı" dokunaklı bir film. Ancak zayıf bir noktası var ve bu nokta tüm anlatıya sirayet ediyor: Filmde ABD’nin Afganistan’a yaptığı kötülüklere dair tek bir ima bile bulunmuyor. Bu da, yazarın Amerikalı olmak dolayısıyla ödediği diyet olsa gerek. Sovyetler açıkça işgalci güç olarak değerlendiriliyor; hatta baba ABD’de doktorun Rus kökenli olduğunu öğrenince kliniği terk ediyor. Aklına o doktorun ve/ya da ailesinin Rusya’yı babayla benzer nedenlerle terk etmiş olabileceği gelmiyor. Baba çok düz mantıklı bir insan. Dahası, Taliban’ı ve türevlerini başımıza saranın ABD’nin Yeşil Kuşak projesi olduğunu aklından bile geçirmiyor. ABD Sovyetlere karşı ‘mücahit’leri silahlandırmasaydı, Afganistan, bir Sovyet cumhuriyeti olsaydı, bugün ne olacaktı? Dünyanın sonu mu gelecekti? Büyük olasılıkla, Sovyetlerin çöküşünden sonra Orta Asya devletleri ne kadar kötüyse en fazla o kadar kötü olacaktı. Diğer bir deyişle, bugünkü Afganistan kadar kötü olmayacaktı. Film, ABD’nin Afganistan’daki kötülükler üzerindeki tarihsel sorumluluğunu yadsıyarak, Amerikalı ortalama izleyiciye şirin görünmüş oluyor, gerçekleri eğip bükmek pahasına...

Babanın ABD’de hasta yatağında tek ziyaretçisi bir diğer Afgan aile olacaktır. Bu bile tek başına, Amerikan rüyasının istedikleri gibi gitmediğinin bir göstergesi sayılabilir. Oğlu başka bir Afgan’la evlenir. ABD’de Afgan toplumu dışındaki kesimlerle bütünleşmeleri söz konusu olmamıştır. Amir de bu topraklarda babası kadar yalnızdır. 

Özetle, filmi yukarıdaki zayıf nokta dolayısıyla şerh koyarak öneriyoruz. Dokunaklı, etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü bir film. 

1990’LARIN SONUNDA PAKİSTAN

Pakistan, filmde geçici bir sıçrama noktası olacaktır. Amir, Rahman Amca’dan babasının bile söylemediği bir sırrı öğrenecektir. Çocukken konaktan attırmak istediği Hasan onun kardeşidir. Hasan mayın nedeniyle yakınlarda ölmüştür. Oğlu Zohrap sağ kalmıştır. Amca, onun Kabil’e gitmesi gerektiğini söyler. Yeğenini bulmalı, onu kurtarmalıdır. Bir süre sonra ikna olur. 

Kabil Taliban zamanında, tahmin edileceği gibi korkunç bir durumdadır. Sakal polisi vardır. Amir gerekli parayı vererek bir şoför ayarlamıştır, şoför aynı zamanda mihmandarıdır. Takma sakalla dolaşır. Rahman Amca’nın verdiği fotoğrafla yeğenini bulmaya çalışacaktır. Zohrap’ın yetimhanede olduğunu öğrenirler. Gittiklerinde yetimhane müdürü ilk başta “tanımıyorum” dese de, sonradan Taliban’dan bir komutanın ara ara gelip yetimler için para verip yetimhaneden kız çocuklarını cariyesi olarak aldığını söyler. Bir keresinde ise, bir de erkek çocuğu almıştır. Bu çocuk odur. Bu sahnede yetimhane müdürünün kızgın konuşması özellikle dikkate değer, düşündürücü. Amir bir çocuğu kurtaracaktır alt tarafı, ama bu yetimhanede kurtarılmayı bekleyen tam 200 çocuk vardır.
Zohrap’ı bulabilmek için komutana para yedirirler. Yeğenine kavuşacakken, kendi çocukluğuyla yeniden karşılaşacaktır. Karşısındaki Taliban komutan, mahallenin zorbalarındandır. Böyle çocukluğa böyle bir yetişkinlik şaşırtmaz. Kahramanımız zor da olsa yeğenini Kabil’den çıkarmayı başarır ve ABD’ye getirir. Film burada bitebilirdi; ancak belli ki romancının döngüselliği vurgulaması söz konusu. Bu döngüsellik, çocuklukla yetişkinlik arasında, Hasan’ın sapanıyla Zohrap’ın sapanı arasında ve Sovyet öncesi dönemdeki uçurtma yarışmalarıyla filmin son sahnesi arasında görülür. 

 

ÖNCEKİ HABER

'İşçi arkadaşlarım, vereceğiniz karar çok önemli'

SONRAKİ HABER

'Ses tonumuzu kısıyor ama susmuyoruz'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa