4 Mart 2017 04:10
/
Güncelleme: 6 Mart 2017 09:25

Bu trajikomik bir referandum hikayesidir

Müslime KARABATAK

Dört faklı resmi dili, kantonları arasında kültür farklılıkları olan ve halkın karar verme sürecine doğrudan katıldığı İsviçre’nin demokrasisi zaman zaman başka ülkelerin halklarını kıskandırır. Ama biraz yakından bakıldığında, özellikle de kadın hakları bakımından, bu ‘doğrudan demokrasi’ biraz traji-demokratik olabilir!

Detayına girmeyeyim, kantonlar bir araya gelme kararı verir ve İsviçre Konfederasyonu 1848’de kurulur. O tarihten beri de ülkede ne karar alınacaksa halka sorulur ve referandumdan çıkan sonuca göre hareket edilir. Halk mı dedim? Belki şu an anayasada öyle geçiyor olabilir, ama İsviçre’de federal anlamda 1971’e, bazı kantonlarda ise 1990’a kadar sadece erkeklerin oy hakkı vardı.

İlk kez “Biz de karar vermek istiyoruz, kanton yasası değişsin” diyen Zürihli kadınlar, 1868’de oy hakkı için dilekçe toplar. Ancak bu sadece yüz yıllık bir sürecin başlangıcı olur. Bu talep yıllar boyunca sürekli gündeme gelir. Kadın işçi dernekleri bu amaçla tekrar tekrar başvurular yapar. İngiltere’deki kadın hareketinden de etkilenen kadınlar, eşit haklar talebiyle İsviçreli Kadınların Oy Hakkı Derneği’ni kurar. Ancak “kadınlar siyasete dahil olduğunda aile yaşamı zedelenir” görüşü her alanda en büyük silah olarak kullanılır muhafazakarlar tarafından. Ve bu talep en ilerici kantonlarda bile, elbette sadece erkeklerin katılabildiği referandumlarda defalarca reddedilir.

GENEL GREVLE GELEN HAKLAR

İsviçre her ne kadar I. Dünya Savaşı’nı sınırları içine sokmamaya çalışsa da, içeride bir iç savaşın eşiğine kadar gelir. Savaş yılları boyunca işçi sınıfının yaşama ve çalışma koşulları dayanılır gibi değildir. Her şey pahalılaşırken, işsizlik ve ücretsiz zorunlu askerlik aileleri iyiden iyiye sefalete sürükler. 1915-20 yılları arası gündelik yaşamın birçok ihtiyacı karneye bağlanmıştır. Enflasyon önlenemez ve kriz kapıya dayanır. Bu yıllarda kadınların siyasal talepleri daha fazla göz ardı edilir.

11-14 Kasım 1918’de 250 bin işçinin yaptığı genel grev, çok etkili olur. İsviçre sosyalistlerinin ve sendikaların öncülüğünde yapılan bu grevde işçilerin talepleri, haftalık çalışma süresinin 48 saate düşürülmesi, sosyal güvenlik, nispi temsil sistemi ve kadınlara oy hakkıdır. Bir devrimden korkan hükümet grevi orduyla bastırır, ama talepleri yerine getirmekten başka çaresi kalmamıştır. 1918’de nispi temsil sistemi ve gelecek yıllarda haftalık çalışma süresinin 48 saat olmasına dair raporlar Federal Konsey’e sunulur. Uygulanması 23 yıl alsa da, 1925’te yaşlılar ve bakıma muhtaç olanlar için sigorta yasalaştırılır.

ÇEKMECEDE ‘KAYBOLAN’ DOSYALAR 

Genel grevin verdiği korkuyla Federal Konsey’e sunulan her rapor için referanduma başvurmaksızın adım atılır. Biri dışında...

1919’da Federal Meclis’te kadınların oy hakkı için yasa tasarısı sunulmasına dair Federal Konsey görevlendirilir, ancak Konsey Üyesi Heinrich Häberlin “daha acil meseleler var” gerekçesiyle bu dosyayı çekmecesinden 15 yıl boyunca çıkarmaz.

1923’te bir grup kadın şikayette bulunur ama “örfi hukuka aykırı” denilerek reddedilir. 1928’de Britanyalı kadınların seçme ve seçilme hakkına tam anlamıyla kavuşmuş olması ve kendi ülkelerindeki oy hakkı sürecinin salyangoz hızıyla sürüyor olması İsviçreli kadınları kızdırır. Dev bir salyangozla başkent Bern’de bu süreci protesto ederler. 1929’da nüfusu 4 milyon bile olmayan İsviçre’de 250 bin imza toplayarak bir kez daha oy hakkı isterler ancak, masaya gelen her dosya ‘kaybolur.’ Bu arada muhafazakar kadınlar da ‘kadının yeri evidir’ kampanyaları düzenlemektedir.

SADECE ERKEK KARDEŞLERİN ÜLKESİ

İsviçre 1948’de anayasanın 100. yılını “İsviçre, kardeşlerin ülkesi” sloganıyla kutlarken, kadınlar “Sadece erkek kardeşlerin ülkesi, kızkardeşlerin değil” diyerek Federal Konsey’e ortada İsviçre ve Linkenstayn’ın kara bir nokta halinde gösterildiği Avrupa’da kadınların seçme ve seçilme hakkı haritasını verirler. 

1957’de yani ‘Soğuk Savaş’ döneminde hükümet, “komünistlerin saldıracağı” iddiasıyla ‘hava saldırısı korunma önlemi’ hazırlar ve bu konuda kadınların görevli olmasını ister. Bunca yıl “1848 Anayasası’nda askerlik ve oy hakkı erkeklere verilmiştir” denilerek oy hakkına karşı çıkanların şimdi kadınları askeri bir göreve almak istemeleri kadınları kızdırır tabi. Sonunda bir yasa tasarısı hazırlanır. Muhafazakarlar, reddedilince yeni bir referanduma gidilmesi yıllar sürer taktiğiyle referanduma gidilmesini bu kez onaylar. 

Kadınların oy hakkını programına da alan Sosyalist Parti, Komünist Parti, bağımsızlar ve sendikalar destek kampanyası sürdürürken, sağcı partiler ile kırsal bölgelerdeki kadın örgütleri karşı çıkar. Özellikle kırsal bölgelerdeki kadınlar, muhafazakar anlayışın etkisi altındadır. Onlara göre zaten evde onca sorumluluğu varken, kadınların sürekli oylamaya katılması aile bütünlüğünü bozacaktır! 

ANCAK 1990’DA 

1919-1959 yılları arasında kadınlara oy hakkı verilmesi erkeklerin katılabildiği kantonal oylamalarda ve referandumlarda 25 kere reddedilir. Sonrasında belli meydanlarda protesto gösterileri düzenlemek ya da imza toplamak dışında kadınların yürüttüğü en etkili çalışma, kendi köy ve şehirlerindeki kadın ve erkeklere kadınların oy hakkına sahip olmasının önemini anlatmak olur. 

Kadınlar oy hakkını ilk olarak 1959’da Vaud ve Neuchâtel kantonlarında kazanırlar. Artık kapı bir şekilde açılmıştır ve oy hakkı yıllar içinde diğer kantonlarda da tanınır. 1971’de kadınlar oy hakkını artık federal anlamda elde etmiş olsalar da, Appenzell Innerrhoden kantonu inat etmektedir. Ona da 1990’da Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kabul ettirilir. 

Sonrası da hemen güllük gülistanlık olmaz tabi... Örneğin ilk kadın kabine üyesi Elizabeth Kopp, o yıllarda banka hesabı açabilmek için bile kocasının iznini aldığından bahseder. 

Siz siz olun, sevgili kadınlar, oyunuzun hayrını bilin!

Evrensel'i Takip Et