4 Mart 2017 03:07

Birsel İMRE

Çok kıymetli Ekmek ve Gül ailesi;

Gün geçmiyor ki bir çocuk, bir kadın, bir canlı şiddete maruz kalmasın. Psikolojik ve fiziksel şiddet, taciz, tecavüz artarak sürerken burada kendi derdimi yazmaya utanıyorum.

Utanıyorum, öğretmen olarak bu sonuçtan kendimi de sorumlu tutuyorum. Biz nerede yanlış yaptık? Göremediğimiz, eksik bıraktığımız şey ne? Bu soruların tek bir cevabı yok maalesef. Soyut kavramları öğretmek çok zordur çünkü her bireye, topluma, inanca göre yorumlaması farklıdır. Öğretmen evrensel olan doğruyu öğretir. Çocuk da öğrenir. Zamanla çocuk büyür, onun doğrusu da büyür, çeşitlenir kendi doğrusu olmaya başlar. Öğretenlerin yetemediği nokta burası sanırım. Çünkü bu öyle bir durumdur ki artık öğretenin kendisi de bundan zarar görmeye başlar.

Şöyle ki, öğretmenin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilen diploması, özel sektörde (dershaneler, kolejler, etüt merkezleri, ana okulları, özel eğitim rehabilitasyon kurumlarında) tanınan ancak kamuda hâlâ sınanan (KPSS, ÖABT, mülakat) durumunda. Son 7 yılda yapılan sınavların objektifliği, güvenilirliği yok olmuş durumda iken yapılan mülakatların taraflı olduğunu düşündüren yoruma açık sorularla öğretmen adayları büyük kaygı ve baskı altında kalmaktadır. 8 yıldır sınavlara giriyorum. 38 yaşındayım. Bu yaştan sonra olur mu? Sanmıyorum. Benimki inat, sınavdan 90 alsam bile mülakattan elenirim. Bu arada bakanlığımızdan çok iç açıcı teklifler geliyor. Başka alanlarda iş bulmamızı öneriyorlar. 400 bin öğretmeni inşaatta, özel eğitim kurumlarında istihdam etmek için mezun ettiklerini anlıyoruz. Bu arada çocuklarımız devlet okullarında arkeoloji, işletme gibi bölümlerden mezun ‘ücretli öğretmenlik’ denilen ucube bir sistemle eğitilmekte.

ÇABAMIZ BİR GÜN HAK ETTİĞİ YERİ BULACAK

Ben de 4 yıl özel ana okulu, 2 yıl  devlet okulunda ücretli çalıştım. 6 yıldır da özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde engelli bireylerle çalışmaktayım. 300 bin kişi özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde eğitim görmekte. 40 bin öğretmen sözleşmeli olarak görev yapmakta. Bu sözleşme kurum sahibi ve öğretmen arasında, hiçbir hakkımız yok. Kurum sahibi isterse işten çıkarır, isterse zam yapmaz, isterse ‘Bu yıl atanmayan çok öğretmen var, piyasa düşük’ diyerek ya da ‘kriz var’ diyerek zam yapılmayan maaşı düşürebilir. Sigorta prim borçları asgari ücret üzerinden yatırılıyor. AGİ ödenmiş gibi gösteriliyor. Çocuk parası yok. Maaşlar bölge bölge şehir şehir değişiyor. İstanbul’da bile iki yaka arasında fark var. Kadın öğretmenler doğum parasını asgari ücret üzerinden alıyor. Rapor almaktan, çocuk yapmaktan korkar hale geldik, zira doğum iznini kullanmak problem. Sömestr tatili veya 2 ay yaz tatili de yok. Abartmıyorum, belediye bile indirimli öğretmen kartı vermiyor. Ülkedeki tüm bu kurumlara devlet bir çocuk için 653 lira veriyor. Burada devletten beklediğimiz, biz yerimizde kalalım haklarımız 657’ye tabi edilsin. Zaten bize yapılan ödeme devlet tarafından kurum sahiplerine yapılıyor.

Eğitmen pek çok Avrupa ülkesinde el üstünde tutulur, çünkü öğretmenin bir çocuğun geleceğini inşa etmesine yardımcı olan, o doğru yolu bulması için seçenekler yaratan en başat kişi olduğunun farkındadırlar. Aslında biz de farkındayız. Sadece algılarımızla oynanıyor. Bin bir güçlükle, hayatımızı erteleyerek aldık biz diplomalarımızı. Onu değersiz kılmaya kimsenin hakkı olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle içinde emek olan her çabanın bir gün hak ettiği yeri alacağı umudunu taşımak istiyorum.

Evrensel'i Takip Et