Faşizme tokat mizahla atılır
Çankaya Mizah Festivali’ne katılan ve “Meddah 2012” oyununu sergileyen tiyatro sanatçısı Mehmet Esen, Devlet Tiyatroları için harcanan paranın bir savaş uçağı için harcanandan az olduğuna dikkat çekti. Esen, “Devlet sanatçılardan korkuyor, ‘bana muhalefet yetiştiriyor’ diyor. Çünkü s
Ankara’da ilk kez Mizah Festivali yapıldı. Festivali ve katılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli bir organizasyondu. Böyle bir şeye kapılarını açan, mizaha önem veren ve mizahtan korkmayan bir belediye olması beni çok mutlu etti. Mizahtan korkan sistemler her zaman yıkılırlar. Ben Çankaya Belediyesi’ne yine çok teşekkür ediyorum. Katılım da çok iyiydi. Yediden yetmişe her yaştan insan vardı. Özellikle genç insanlar bilgiye, öğrenmeye aç ve bu yüzden büyük ilgi gösterdiler. Mizah da böyle bir şey işte. Bundan sonraki yıllarda yapılacak olan festivaller daha oturmuş olacak. Sanat festivalleri toplumda bir kültür olacak.
Tiyatrolar ve oyuncuların hak arama mücadelesini de sorayım size. Siz de bu eylemlerin içinde olan biri olarak neler düşünüyorsunuz?
Yetkililer, bakanlıklar neden bu kadar duyarsız? Müzisyenler bunu başardı, telif haklarını aldılar. Biz sinema ve dizi/film çalışanları olarak bu kadar yıl mücadele etmemize rağmen haklarımız verilmiyor. Bir el bunu engelliyor sanki. Bu Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın utancıdır. Bu kadar yıldır bakanlıkta görev yapıyorsun, bu kadar hak yeniyor ve sen Bakan olarak “kardeşim ben bunu durduruyorum” demiyorsun. Bu sorunun çözümüne Kültür Bakanı’nın ön ayak olması lazım. Hala sosyal güvencesi yok sanatçıların. Bu istenen talep de çok insani bir şey. Devlet sanatçıya düşman gözüyle bakarsa geçmez bunlar. Devletin zaten sanatçıdan korkan bir yapısı var. Herkes işini yapmalı, tiyatroyu tiyatrocular yönetmeli. Başbakan eleştiri yaptı “bunlar yan gelip yatıyor” diye. Anadolu’nun dört bir yanında Devlet Tiyatroları var. Oradaki çocuklar gerçekten çok büyük fedakârlıkla çalışıyorlar. Van, Erzurum, Erzincan, Diyarbakır gibi şehirlerde bu çocuklar en güzel yıllarını harcıyor. Köy köy, kasaba kasaba geziyorlar. Oralar Ankara, İstanbul gibi değil ki. Bir oyun yaparsın 2 yıl izlenir. Ama buralarda 30 oyun sonra bitiyor seyirci. Hemen ardından yeni bir oyun yapmak zorundalar, durmadan çalışıyorlar. Ben Başbakan olsam gider alnından öperim bu çocukları. Özel tiyatroya asgari ücretli bir adam nasıl 50 TL versin? Devlet tiyatroları işte bunun için var. Devletin bütçesi yok deniyor. Harcanan para bir savaş uçağı değerinde bile değil. Ama devlet sanatçılardan korkuyor, “bana muhalefet yetiştiriyor” diyor. Çünkü sanatla uğraşan kişi soru sormayı öğrenir. Sistemin en büyük silahı düşündürmemektir ve devlet bu silahı çok iyi kullanıyor.
Sanatçıların toplumsal sorunların çözümündeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunları çözecek olan politikacılardan çok sanatçılardır. Sanatçılar duyarlı olduğu zaman toplum mekanizmaları harekete geçecek. Ama bu konuda çok yavaş ilerliyoruz, bir korku var. Birçok sanatçı korku içinde ve “ bana bulaşmasınlar ben ekmeğimin peşindeyim” durumu var. Bende diyorum ki 80 sene ömrün var senin, gelmişsin 60 yaşına “korkuyorum” diyorsun. Her şey yolunda gidecek olsa en fazla 20 yıl yaşarsın. Teodorakis 80 küsur yaşına gelmiş, Yunanistan’da o eylemden bu eyleme koşarken yakın arkadaşı Zülfü Livaneli’nden hiç ses çıkmıyor. Bu örnek aklıma geldiği için Livaneli’ni söyledim. Bunlar artık en önde durması gereken insanlar. Fransa’da işçiler, öğrenciler haklarını aldıysa Picasso, Sartre, Simone Signoret gibi isimler en önde yürüdüğü için almışlardır. Ve polisler bir fiske dahi vuramamıştır. Sanatçının olduğu yerde cop kaldırmaya, gaz sıkmaya cesaret edemezler.
Eleştirel mizah konusuna ne diyorsunuz? Birçok mizahçı eleştiri yaptığı için ceza alıyor.
Baskının olduğu yerde mizah daha da güçlenir. İstedikleri kadar ceza versinler. Mizahçı adam susmaz, vicdanı olan adam susmaz. Çünkü sanatçı konuşamazsa, sözünü söyleyemezse kanser olur. Baskının arttığı yerde, faşizmin yoğun olduğu yerde, tokadı mizahla atarsın. Sanatçılar bir yerde “yeter” diyeceklerdir. Sonunda vicdanları harekete geçecektir. O da samimiyetle alakalı bir şey. ABD’de 1950’li yıllarda bir beyaz otobüse bindiği zaman zenciler yer veriyordu. 1955 yılında “Kalkmıyorum! Bende aynı parayı verdim, kalkmıyorum!” dedi. Ve bütün mekanizma tersine döndü. Zenciler o zaman haklarını almaya başladı, tek bir kadın sayesinde. Burada da aynı adımların atılması lazım. İşte sanatçıda burada devreye giriyor, topluma cesaret vermesi gerekiyor. İnsanlara “tek başıma ben ne yapabilirim?” düşüncesi aşılandı. Sanatçılar da insanlardan bu korkuyu almalılar. Söylenecek sözleri söylemeliler. Aslında Yılmaz Erdoğan’ı bu noktada eleştirmiştim. Yılmaz’ı severim, yeteneğini taktir ederim. Böyle yetenekli bir adamın susması benim zoruma gidiyor. Yılmaz bugün konuşsa, bir film çekse, bir skeç yapsa, o eylemlerin içinde olsa inanın çok şey değişir.
Yılmaz Erdoğan hakkında “Kürtlerin yüz karasıdır” demenizin nedeni bu muydu?
Bazı sanatçılar var, onlardan bir şey beklemiyoruz. Yılmaz Erdoğan bu konularda adımlar atmış birisiydi ama birden durdu. En durulmaz zamanda, en ihtiyaç duyulan zamanda durdu. Bende bunu eleştirdim. Bu konuda isterdim ki Yılmaz cevap versin. Sorun ne? Neden susuyor? Sanatçı vicdanıyla hareket etmeli. Hangi görüşte olursa olsun, bir ülkede sanatçı vicdanını kaybetmişse her şeyi kaybetmiş demektir.
‘DEPREM DE ZULÜM DE SÜRÜYOR’
Ülkemizde yıllardır devam eden bir savaş var. Bu savaşın sebebini “Kürt sorunu” ya da “terör sorunu” olarak nitelendirenler var. Sorunun çözümü için neler yapmak gerekiyor?
Sorunun çözümü için artık bir adım atmak gerekiyor. Ölen insanlara zayiat olarak bakmayıp insan olduklarını hatırlamamız lazım. Benim de evladım var, aileler için gerçekten çok büyük bir acı. Bu ülkede yaşayan herkesin evladı değerli. Soruna gelince, tabi ki bir “terör sorunu” diyemeyiz. Yıllardır ötelenmiş bir halk var diğer tarafta. Birçok konuda “bizleşin” diye diretiliyor ama herkes kendi rengiyle güzel. Doğuya bir sürgün, mahrumiyet bölgesi gibi bakıldı. Gittiğimiz zaman oralara işsizlik, yoksulluk, yalnız bırakılmışlık ve baskı gördük. Oradaki halk üst üste bunları yaşayınca batıya göç etmek zorunda kalıyor. Bu zaten devlet politikasıdır. Kendi doğal ortamlarından uzaklaştırılıp asimile edilmek isteniyorlar. Her gün bomba patlayan, silah sıkılan yerde çocuklar nasıl sağlıklı büyüyüp yetişebilir? Cumhuriyet kurulduğundan beri bu sorunlar var. Kendi yaşantımdan örnek vereyim. 1976 yılında başladım tiyatroya. O zaman gerçeklerle karşılaştım. Erkan Yücel başımızdaydı. Van depremi oldu Muradiye’de, biz de ‘Deprem ve Zulüm’ diye bir oyun yaptık. Oradaki ağaların yoksul Kürt halkına baskılarını anlatıyordu. Ben bu oyunda yapılan haksızlıkları anlattığım için ‘Kürtçülük yapıyorsunuz’ dediler ve 142/3 den yargıladılar. Aradan 36 yıl geçti hâlâ aynı şeyler yaşanıyor. Artık bir adım atılması gerekli. Toplum olarak çok duyarsızlaştık. Oradaki ölen insanların da 15. sayfada çıkması bana ayrı bir acı veriyor. “Öldü, öldü, öldü,” haberleri artık bizde alışkanlık yarattı. Bu topraklarda, savaşta bir insan öldüğünde bile Meclis’te yas ilan etmeleri gerekiyor. (Ankara/EVRENSEL)