1489’dan Özlem’i çıkartmak
Sarya Tunç, kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren tekstil işçisi Özlem Şahin'i yazdı.
Sarya TUNÇ
1489. 1489 öyle alelade bir rakam değil. 1489 benim ve Türkiye’deki %99 un hikayesi. Memur-Sen’in 2017 ilk verilerine göre açıkladığı açlık sınırı. Yoksulluk değil, açlık sınırı.
Açıklamaya gerek de yok aslında değil mi? Pazara gidenler daha iyi bilir; hani nispeten daha uygun olsun diye süper market ya da mahalle manavına tercih ettiğin. Her hafta aynı bütçeyi ayırdığın, benzer ihtiyaçlarla gittiğin pazardan her seferinde elinde daha az malzemeyle dönenler bilir. Mesela en önce meyveyi gözden çıkaranlar bilir.
Eskiden balığın ne kadar ucuzladığını gösteren haberler yapılırdı televizyonlarda. Hatta ‘Hamsi bir lira olacak biir!’ diye umutla kapanırdı haber, gülerek. Bu yıl en son ne zaman evde balık pişirdiğini hatırlamayanlar da bilir. Bu yıl kaç kere balık yediğini düşünenler de.
İşyerinde verilen öğle yemeği kartlarını ya olabilecek en az düzeyde kullanan yada evden yiyecek götürme alternatifleri ile hiç kullanmayıp onunla ev, market ihtiyaçlarını karşılamayı hesap edenler çok iyi bilir.
Zorunda kaldığı içinçalıştığı ve çalışma koşulunun sebep olduğu masraflar, fedakarlıkları ve vazgeçtikleri yanından kuş kadar kalan aylık için çalışan kadınlar.
25 yaşında genç bir kadın. Adı Özlem. Tekstil fabrikasında işçilik yapıyor, vardiyalı çalışıyor. Kocasıyla çoğu vardıyası -belki hiçbiri- birbirine uymuyor. Evet kulağa korkunç bir evlilik tahayyülü gibi geliyor. Çünkü korkunç. Ama belki onlar bu işe sevinmiş bile olabilir, kim bilir? Zira 4 yaşında bir çocukları var. İki evli insan bu koşullarda çalışıyorsa, e kreş hakkı da yoksa çocuk bakımı da büyük bir sorun oluyor elbette. Belki onlar çocuğa bakıcı derdimiz olmayacak, sırayla bakarız diye sevinmiş bile olabilirler yani.
Sonra bir sabah, akşam vardiyadan gelen ve yine gece vardiyasına gidecek olan Özlem yatağında ölü bulunuyor. Komşuları ağlayan çocuğun seslerinden şüphelenip kapıyı açıp giriyorlar. Kalp krizi geçirmiş. 25 yaşında… Ağır çalışma koşulları, ağır hayat koşulları…İş cinayeti sayılır mı şimdi bu?
Kayıtlara geçtiğini hiç sanmıyorum. Teknik olarak da ‘genç ani ölüm’diye, sebebi, kaynağı bilinmeyen olarak girer, biter. Zaten bu olmasakapıyı çocuklarının üzerlerine kilitleyip işe gitmek zorunda bırakılan kadınların yaşadıkları çok aşina olduğumuz bir haber -yaşam-formatı konusu. Hayat mı şimdi bu?
Bu şekilde ömrün geçecek, hatta o bile geçemeyecek, bitecek!Buna devam demeye kim razı olur? İnanın hiç kimse! Hiçbir insan!
Bu 8 martta, belki hayatı boyunca hiçbir zaman 8 Mart’a gidememiş, kendi adına bir talebi olamayan Özlem için alanlarda ol. İsmini dahi duymadığımız, kayıtlara ‘normal ölüm’ olarak geçen ama hayatın zorluklarına dayanamayıp, sistemin katlettiği kadınlar için o gün alanda ol. Unutma; aslında Özlem sensin.
Yakın zamanda yapılacak olan referandumda değişecek anayasa hükümlerinin içeriğini öğrenmemizin, hatta öğrenme çabamızın bile engellendiği bir seçimle karşılıyoruz bu yıl 8 Mart’ı. Taslağın içerisinde neler varmış diye bakamayacak, hatta düşünemeyecek kadar çok çalıştırılıyoruz. Ekonominin çöktüğünü cebimizdeki kalan para ve yorgun, uykusuz vücudumuzun ilişkisi ile anlıyoruz. Ve elbette bunun müsebbibi 15 yıldır iktidarda olanlar! 15 yıldır ne istedilerse yapabilecek durumda olanlar, gerçekten ne istedilerse yaptılar. Şimdi de ekonomiye, sağlığımıza bakmadan büyük bir kitlenin itirazına rağmen bir yönetim değişikliği ön görüyorlar.
Bilirsiniz, bize gelene kadar yaşamımız açısından önemli olan her ürünün fiyatı döviz üzerinden hesaplanıyor, yani aslında şu an için sadece artışa sebep oluyor. 2016 yılında asgari ücretimiz dolar üzerinden 448 dolar iken, 2017 yılında yıllık asgari ücret artışı ile 3.97 dolar olmuş mesela. Eskiden döviz bir kuruş yerinden oynayınca tüm haber bültenleri Laleli’den Kapalı Çarşı’dan bağlanır, halkın nabzını tutar, şikayetleri alırdı. Bugün, hemen şimdi, tüm ekonomi düzelse bile doların 2 lira olacağına dair ümidi olan var mı? Elbette yok.
İktidarı boyunca baskıdan beslenenler son iki yıldır bu düzeyi arşa ulaştıradursunlar, hatta OHAL ile iyice parlatıp pervasızlaşsınlar; sokağa çıkmanın herhangi bir ihtimalini engellediklerini düşünsünler. Biz birbirimizin şikayetini de haykırışını da, ‘Hayır’ını da duyarız. Yaşadıklarımızı anlamlandıramayarak bile olsa okuyamadığımız okulda, bulamadığımız işte, geçinemediğimiz hayatta duyuyoruz. Zaman zaman bağırarak zaman zaman daha kısık sesle, söylüyoruz. Ama susmuyoruz, söylüyoruz.
Bu 8 martta, belki hayatı boyunca hiçbir zaman 8 Mart’a gidememiş, kendi adına bir talebi olamayan Özlem için alanlarda ol. İsmini dahi duymadığımız, kayıtlara “normal ölüm” olarak geçen ama hayatın zorluklarına dayanamayıp, sistemin katlettiği kadınlar için o gün alanda ol. Unutma; aslında Özlem sensin. Özlem’in kısacık hayatı, kadının ezilmişliğinin, yok edilmek istenmesinin tarihidir. Bunu düşün, daha bir öfkeyle, inançla alanlarda ol. Bu 8 Mart uzun zamandır var olma mücadelemizin çok daha anlam kazandığı bir tarihe denk düşüyor. Bu yılki 8 Mart, 16 Nisan hezimetinin provası olabilir.
‘Tek bir kadının yaşamını bile bir tek adama bırakmamak için’ hayır.
Gel bak, her şey çok güzel olacak.