Değinmeler
Adnan Özyalçıner: Yönümüzü yitirmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Sersemleterek.
Adnan ÖZYALÇINER
GAZETECİLİK NAMUSU
Orhan Pamuk, Hürriyet gazetesinde yayınlanacak olan bir söyleşisinde “hayır” diyeceğini belirttiğinden gazete söyleşiyi yayınlamadı. Sansürdür, mansürdür, “hayır” diyeceklerin önünü kesmektir gibisinden bir patırtıdır koptu.
İster misin gazete söyleşiyi “gizli oy, açık tasnif” ilkesine bağlılığından yayınlamamış olsun! E, serde gazetecilik namusu var, ne denir?
YÖN
Yönümüzü yitirmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Sersemleterek. Biber gazıyla, tazyikli sularla, plastik mermilerle gün ortası karanlığında yönümüzü şaşırarak savrulup gidiyoruz.
Ne var ki sol mememizin altında tıp tıp eden yüreklerimiz, sol elimizin parmağındaki nişan yüzüklerimiz, her durumda, zifiri karanlıkta bile, yönümüzü işaret etmekte gecikmiyor.
GÜNEŞ
Yeni yeni görünmeye başlayan güneş, şu kış güneşi dediğimiz, üst katları alabildiğine ışıtıp ılıtıyor; alt katlaraysa o ışıtıp ılıttığı yüksek yapıların –şu gökdelen dediklerimizin- gölgelerini, dahası karanlığını bırakıyor yalnızca. Betonun soğukluğunu bir de.
SORU
Olan biten karşısında hep sustu. Hiç soru sormadı. Düpedüz verecekleri cevabın olmadığını mı, yoksa verecekleri cevabı biliyordu da ondan mı?
GÜNAYDINIZ
Dayım manavdı. Büyükada’da bir dükkânı vardı. Yazları gümbür gümbür çalışan. En taze, en seçkin meyveler, sebzelerle kelli felli müşterilerle dolup boşalan bir dükkân.
İşte o kelli felli müşteriler, üst sınıftan zengin adamlarla bir yaz boyu haşır neşir olunca, onlara “Günaydın” yerine kibarca “Günaydınız” demeyi adet edinmişti. Bize de.
GÖRÜNMÜYOR DİYE
Çoğunca kış aylarında bulutlar kat kat, kalın örtüleriyle güneşi kapatır, göstermez ya; şimdi görünmüyor diye yok mu sayalım güneşi? Milyonlarca, milyarlarca yıldır varlığını bile bile/göre göre hem de...
DURMASI YASAK
Devasa bir TIR’ın içindeyiz hepimiz. Araba da biz de hop oturup hop kalkıyoruz. İçerdekilerin yaygarasından, arabanın homurtusundan ilerliyor muyuz, geri mi gidiyoruz belirsiz. Zıplayıp durmamız yolun bozukluğundan mı, arabanın külüstürlüğünden mi belli değil. Araba bir yerde dursa, birileri inip baksa yolun mu, arabanın mı bozukluğuna karar verse, hiç değilse, birinden birini değiştirme olanağı bulurduk. Yok, araba durmuyor. Bu koskoca TIR’ın bu daracık yolda -öyle olduğunu varsayıyorlar- durması da, durdurulması da yasak.
BETON TARLALARI
Kent tıka basa dolduruldu. Kentin çevresindeki bütün ağaçlıklar, çayır çimen, boş alanlar da beton tarlalarına dönüştü/dönüşüyor. Soluk alınacak yer kalmadı. Çimento, kum, çakıl, kireç solur olduk. Kendi paramızla satın alarak, aldırılarak hem de.
YALANCININ MUMU
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar derler ya, o eskidendi. Mumlar elektrikli şimdi. Şimdiki yalancıların mumu sabaha kadar yanıyor.
HAYIRLI BİR ANONS
Hepinize hayırlı akşamlar, sonuçta da hayırlı sabahlar diliyorum.
AŞILMAZ DUVARLAR
Balzac, Paris’te çatı katında kaldığı odasındaki tek penceresinden görünen duvarı, kalemini bilemek için, her gün bir sayfa yazarmış. Balzac’ça. Döktürerek.
Şimdi öyle mi ya, bir duvarın –acılar içinde- yazısını bitirmeden ötekini dikiyorlar karşımıza. Aşılmaz duvarlar olarak.
KULAKLARI KİRİŞTE
Yediğimize, içtiğimize, giydiğimize –az ya da çok- pek bakmıyorlar. Aldırmıyorlar demeliydim belki. Görmüyorlar bizi. Görmek de istedikleri yok pek. Söylediklerimiz söyleyeceklerimiz ilgilendiriyor onları. Kulakları kirişte. Konuştuğumuz anda onlar için görüntüye giriyoruz. Alıp götürüyorlar o zaman.