11 Mart 2017 22:03

Türk-Alman ilişkilerinin mağdur çocuklarıyız

Yücel Özdemir, Almanya-Türkiye gerilimini ve bu gerilimin Almanya'daki Türkiyelilere yansımasını yazdı.

Paylaş

Yücel ÖZDEMİR

Geçmişi 250 öncesine kadar uzatılan Türk-Alman “dostluk ilişkileri”nin zirvesini hiç şüphesiz Birinci Dünya Savaşı’na aynı cephede “silah arkadaşı” olarak katılma ve birlikte yenilme oluşturuyor. Önce Bismark sonra Kayzer II. Wilhelm ile devam eden güçlü yakınlaşma, Enver-Talat paşalar döneminde Türkiye üzerinde Alman etkisini hissedilir şekilde artırmıştı. Ordudan sanayiye kadar pek çok alanda Almanya’nın Türkiye üzerinde kurduğu egemenlik, savaşın başlamasıyla doruğa çıkmış, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra ise önceki döneme göre kısmen azalmıştı.

Birinci Dünya Savaşı’ndaki “silah arkadaşlığı”nın bir benzerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler faşizmiyle aynı cephede yer alma planları ise son anda, diplomatik manevralarla geçiştirilmişti.

Türkiye, Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler faşizmi döneminde bile faşist Almanya’yla ilişkilerini kesip atmayı başaramayan bir ülke... Bir taraftan Nazi rejiminden kaçan aydınlara, akademisyenlere, sanatçılara kapılarını açarken, diğer taraftan Hitler yönetimiyle diplomatik ve ticari ilişkiler devam ediyordu. Tarih savaşın başladığı 1940’lı yıllara geldiğinde, ancak İngiliz ve Fransızların vermiş olduğu tavizler karşılığında ilişkiler dondurulmuştu.

Hitler’in buna tepkisi sert olmuş, Türkiye’nin bütün askeri siparişlerine el koymuştu. Savaşın başladığı ilk yıllarda Hitler’in Batı cephesinde elde ettiği başarılar, Türk hükümetinde tereddütler yaratmıştı. Türkiye üzerinden Basra Körfezi’ne inme planları yapan Alman ordusu, Türkiye topraklarından geçiş izni isteyerek, karşılığında eski Osmanlı topraklarının bir bölümünü vermeyi vadetti. Hitler’in bu “cazip” teklifi İnönü’yü daha fazla teredütte bıraktı. Türk hükümeti yanıtı uzattı, imdadına Irak ve İran’ın güneyini işgal eden İngilizler yetişti, böylece geçiş izni verilmedi.

Hitler faşizminin yenilmesinin ardından oluşan yeni dengede Almanya’nın dünyadaki etkisi azaldıkça bu kez Türkiye üzerinde politik olarak ABD belirleyi olmaya başladı ve halen de devam ediyor...

İLİŞKİLERDE YENİ İVME: İŞÇİ GÖÇÜ

Denilebilir ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türk-Alman ilişkilerinde yeni ivme, Almanya’nın ucuz işgücü arayışının ardından 30 Ekim 1961’de Bonn’da imzalanan İşgücü Göçü Anlaşması oldu. Bu tarihten itibaren Almanya’daki Türkiye kökenli işçiler ve emekçiler hep ikili ilişkilerin gündeminde yer aldı. Her devlet çıkarlarına göre, sanayide ve madenlerde ağır koşullarda çalışan, ayrımcılığa uğrayan işçilerin sorunlarını kullandı, ama çözmedi.

Kimi zaman “Gönderdikleriniz kriminal, uyum sağlamıyor”, kimi zaman da “Vatandaşlarımıza karşı ayrımcılık yapıyorsunuz” söylemi öne çıkarıldı.

Göç tarihi ilerledikçe, “misafir işçi” olarak Almanya’ya gelen işçiler kalıcılaştı, yeni nesiller verdi, Almanya’nın parçası haline geldi. Çoğunluğu için Türkiye birinci, Almanya ikinci vatan oldu. AKP, şimdi bu “İkinci vatanı”, “diaspora”ya çevirmenin derdinde.

Son iki haftadır olanlar da aslında bu hamlelerin devamı. Seçim sandıklarının genelde yurt dışına, özelde Almanya’ya taşınmasının asıl nedeni giderek Almanya’nın parçası haline gelen yeni kuşakların Türkiye devletiyle bağ kurmasını sağlamaya yönelikti. Denilebilir ki; Türkiye’nin kontrol gayreti AKP döneminde, öncekilerden daha sistematik hale geldi. Zira yeni daireler kuruldu, bütçeler ayrıldı, örgütler kuruldu.

KAVGA EDEN ANNE-BABANIN MAĞDUR ÇOCUKLARI GİBİYİZ

Özetle; AKP’nin yurt dışında referandum kampanyası yapması, Almanya’nın da buna karşı çıkmasının önemli ayaklarından birisi Türkiye kökenli göçmenler üzerinde kimin siyasetinin etkili olacağına dairdir. Bu konuda bir süredir alttan alta kıyasıya bir mücade sürüyor.

Biz Almanya’da yaşayan, kimimizin sadece Alman, kimimizin sadece Türk, az bir kısmımızın da hem Türk hem Alman vatandaşı olduğu bir ortamda, hükümeterin ve devletlerin yaptığı tartışma, kavga eden anne ve babanın boşanma öncesi haline benziyor. Ekstrem noktaya çekip söylersek, bugün iki devlet, daha boşanma davası açma ihtimali ortada yokken çocuğun kimde kalacağının kavgasını yapıyor. Çocuk durumundaki biz Türkiye kökenli Almanyalı göçmenler ise henüz neden üzerimizden bu denli gürültülü bir kavganın yapıldığını anlayabilmiş değiliz.

Bu nedenle Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin ruh hali tam da anne-babanın kavgasının ortasında kalan çocukların durumuna benziyor. Kimimiz geldiğimiz, kimimiz yaşadığımız ülkenin haklı olduğunu savunuyor. Kimimiz de “Yeter artık! Kavgayı bırakın, susun!” diye bağırıyor. Ama sinir krizine girmiş halde kavga eden anne babadan duyan yok...

Bu kavgada en zor durumda kalanlar ise hem Türkiye hem de Almanya ile vatandaşlık bağıyla bağlı olanlarımız. Yani Deniz Yücel gibilerimiz... “Çifte vatandaş” olanlarımızın kolundan tutup kendisine  hiddetle çeken devletlere “Ne haliniz varsa görün” deme şansımız yok. Çünkü ikisi de vatandaşlık bağını kullanarak yakamıza yapışmış “Bırakmam!” diyor, üzerimizde hak iddia ediyor.

Deniz gibi, haylaz olanlarımızın sonunun “ajan” ilan edilip hapisle cezalandırma olduğunu da gördük.

‘ÇOCUKLAR’ DERS VERMELİ

Gürültülü şekilde kavga eden Türkiye ve Almanya hükümetleri/devletlerinin ipleri koparıp, boşanacağına hiç kimse inanmıyor. Kendileri de...

Kavga edenler, anne-babalar gibi, yarından sonra aynı yastığa baş koyup aynı yatakta yatmaya devam edecekler. Peki ya üzerinde kavga ettikleri, çekiştirdikleri biz iki ülkenin bütün “çocukları”...

Her kavga, taraf tutanlar ve tutmayanlar arasında önemli kırılmalara yol açıyor, iz bırakıyor. Bu nedenle Türk-Alman ilişkilerindeki kavgalarının asıl mağduru, bugün Almanya’da yaşayan ve bundan sonra da yaşayacak olan 3 milyon Türkiye kökenli emekçi ve onların çocuklarıdır.

Ne yazık ki, bugüne kadar yapılan kavgalardan bir ders çıkarmış, kavga geldiğinde farklı davranacak durumda değiliz. Her kavga ve tartışmada aynı sahneler tekrarlanıyor.

Bundan sonra yapılacak tek şey, üzerimizde tepinen, kavga eden devletler ve hükümetlere, “Ne haliniz varsa görün” deyip, inatla aynı çatının altında birlikte yaşama devam etmek olmalı.

Aksi taktirde, her iki hükümet de yakamıza yapışmaya, boğazımızı sıkmaya, tokat atmaya devam edecek...

Son kavganın biz Alman ve Türk vatandaşlarına gösterdiği bundan başka bir şey değildir.

ÖNCEKİ HABER

Değinmeler

SONRAKİ HABER

Orada dur Monşer, Almanya’ya gidiyoruz!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa