Kadınlar, iktidar ve şiddet
Yrd. Doç. Dr. Neval OĞAN Balkız: AKP İktidarı; kadın erkek eşitliğini kabul etmediğini açıkça her zaman dile getiriyor.
Yrd. Doç. Dr. Neval OĞAN BALKIZ*
Kadınlar, iktidarın engelleme yönündeki tüm çabalarına karşın, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kentlerin sokaklarını, alanlarını doldurdular. Kamusal ya da özel tüm mekânsal görünürlükleri üzerine konulmak istenen yasağı, bir kez daha soyup attılar. Karşılaştıkları her türlü ayrımcılığa, siyasal, ekonomik, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete ve sömürüye karşı ortak ses çıkarmak, toplumsal cinsiyet kurgusunun eşitlik temelinde oluştuğu koşulları yaratma istemini dile getirmek için, bir araya geldiler. ABD’nin New York kentinde 1857 yılında, “eşit işe eşit ücret” ve “insanca çalışma koşulları” için başlattıkları grevde ölen Amerikalı tekstil işçisi kız kardeşlerinin anısını, alanlara taşıdılar. Emeklerinin, bedenlerinin, yüreklerinin ve bilinçlerinin üzerindeki her türlü dinsel, kültürel, ekonomik, hegemonik, eril vesayeti kabul etmediklerini, sesleri ve bedenleri ile ortaya koydular.
Bu 8 Mart’ta da, alanlara çıkan kadınların üzerlerine sıkılan gaz bulutları dağılmadan, atılan plastik mermi ve uygulanan şiddetin şoku silinmeden, iktidar mensupları “kadın ve demokrasi programı” ya da “kadın hayattır” buluşmalarında kendilerini; “ülkedeki her kız çocuğunun kendi babası dışında ikinci babası, her kadının ikinci kardeşi” ilan ettiler. Yönetenler olarak; kadınların, insan türünün bir üyesi olması nedeniyle sahip olduğu insan haklarının ve bir yurttaş olarak, öznesi oldukları kişi hak ve özgürlüklerinin; başta yaşam hakkı, her türlü işkence ve kötü muameleye karşı korunma, ayrımcılığa uğramama hakkı vb. gerektirdiği koşulları sağlama, bu hakları güvenceye alma yükümlülüğünde/zorunda oldukları anlayışıyla değil, kadınların‘sahibi’, doğal vasisi oldukları yaklaşımıyla; “kadına yönelen şiddet bize, vicdanımıza, irfanımıza yönelmiştir” dediler. “İnsan hakları zaviyesinden” bakarak, “bizim tarihimizde olumlu manada çok daha fazla kural vardır, kadınlarımızın haklarını, hukuklarını korumak için mode
l almaya, kopya çekmeye ihtiyacımız yoktur” söylemi ile batıya ve evrensel nitelikli kadın hakları mücadelesine meydan okudular. Ancak; “kadını insan kabul ettiğimizde, pek çok sorunun çözüme girdiğine şahit olacağız” açıklamasıyla da, “Anadolu irfanının” fıtratını, trajik şekilde kendileriyle çelişerek, ortaya koymuş oldular. Kadını insan kabul etmekte sorunlu olduğunu açıkça dile getirdikleri bu “medeniyet” ve “kültürde” yeri yoktur savıyla, kadınların sistematik şekilde öldürülmekte olduğu gerçeğini görmezden geldiler. Bu cinayetleri; “üç beş psikopatın yanlışı” olarak tanımlayarak, psikolojik nedenlere bağlı basit, tekil, kişisel eylemlere indirgediler. Suç yerine, ceza hukukunda, kriminolojide yeri olmayan bir niteleme ile hoş görülebilir unsur ve durumları da tanımlayan “yanlış” kavramına sığdırdılar. Böylece bu şiddet eylemlerini sosyolojik, kültürel, ekonomik, tarihsel tüm bağlamlarından koparmayı amaçlıyorlar.
ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRAN ANLAYIŞ
AKP İktidarı; muhafazakar, İslamcı otoriter anlayışı temelinde cinsiyetler arası eşitlik referansını reddediyor, kadın erkek eşitliğini kabul etmediğini açıkça her zaman dile getiriyor. Tarihsel ve toplumsal olarak var olan cinsiyet kalıpları ve rollerini, gittikçe artan şekilde (İslami) dinsel, kültürel ya da diğer geleneksel önyargılara göre biçimlendiriyor.
Bu İslami, eril ‘toplumsal cinsiyet kurgusunu’, eğitim başta olmak üzere toplumsal tüm alanlarda dayatıyor. Bu kurgu çerçevesinde kadın; salt doğası/biyolojik farklılığı temelinde “bedene dair bir imgeye” dönüştürülüyor. Kadının insan olarak kendisiyle ve bedeniyle olan ilişkisi ve bu ilişkinin toplumsal tüm görünümleri, iktidar ilişkilerini içkin olarak, annelik rolü üzerinden kurgulanıyor. Hukuk kuralları da genel olarak bu toplumsal cinsiyet kurgusuna başvurarak, normatif alanda kadın bedenine atfedilen anlamlar açıklayan bir araç oluşturuyor. Böylece özel/kamusal olmak üzere yaşamın tüm alanları ve mekanlar, kadına bu rolü dayatmak üzere oluşturuluyor. Bu role uymayan farklı her varoluş biçimi yok ediliyor, saldırıya uğruyor.
Nitekim, 2015 yılında 284 kadın öldürülüyor. En az 133 kadın ve kız çocuğu da tecavüze, 208 kadın ve kız çocuğu da cinsel saldırı ve tacize uğramış bulunuyor. 2016’da; 261 kadın ve kız çocuğu öldürülüyor. 75 kadın tecavüze, 119 kadın tacize, 417 kız çocuğu da cinsel istismara uğruyor. 2017’nin ilk iki ayında erkekler 53 kadın öldürmüş bulunuyor. Ocak’ta 29 kadın öldürülüyor, 27 kız çocuğu cinsel istismar mağduru oluyor. Şubat’ta 24 kadın öldürülürken, yedi kadın tecavüze, 21 kız çocuğu da cinsel istismara uğruyor.
Mahkemeler, bu tür suç eylemlerinin yargılamasında çoğunlukla, toplumda hakim olan kültürel anlayışla hareket ediyor, fail erkekler korunuyor, adalet ve hakkaniyete aykırı şekilde ceza indirimleri uygulanıyor. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yakın tarihte verdiği, “sosyal paylaşım sitesinde başka erkekle fotoğrafını paylaşan kadının hareketini, kendisine şiddet uygulayan kocanın hareketinden daha kusurlu bulan ve kocaya tazminat ödemesine öngören” kararı, bu konuya dair çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
İNSAN HAKLARI İHLALİ
Kadına yönelik her şiddet eylemi, bir insan hakları ihlali oluşturur. Bu şiddet kadın/erkek eşitsizliğinin yarattığı en önemli sonuçtur. Aile içinde, işyerinde, sokakta, gözaltında, okulda yoğun şekilde yaşanıyor, kentli/köylü; eğitimli/eğitimsiz; varsıl/yoksul; genç/yaşlı; çalışmayan/çalışan kadın farkı olmaksızın, tüm kadınların ortak sorununu oluşturuyor. Dolayısıyla bu sorunun çözümünün olanaklı olması da, kadınların mücadelelerini ortaklaştırmalarına bağlı bulunuyor.
Kadınlar, kişi hak özneleri olarak, yaşamın her alanında varlıklarını ve dokunulmazlıklarını güvence altına alan bir eşitlik istemiyle, bu eylemlilikte var olacaklar. Bu eşitlik için; başka bir toplumsal yapı, farklı bir hukuksal, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar bütününü, farklı bir dinsel yaşam anlayışı ve bir toplum yönetimi anlayışının gerekli olduğunu bilinciyle davranacaklar. Çünkü böylesine kapsamlı yapısal ve düşünsel bir toplumsal dönüşüm ile ancak; var olan toplumsal cinsiyet kurgusu değişebilir. Kadın bedeni ile onun kamusal sunumu, eşitlik temelinde yeniden yapılandırılabilir. Kadınların kendi vücutları üzerinde bağımsız karar verme hakkının temel bir hak olduğu anlayışı kurumsallaşabilir. Kadınlar için; onları kişisel gelişim olanaklarından vazgeçmeye, belirli bir yaşam biçimini seçmeye zorlamadan, toplumsal kararlara katılmalarını olanaklı kılan pozitif eşitleme politikası hayata geçirilebilir. Kadınları toplumsallaştıran tam anlamıyla özümsenmiş bir haklar öğretisi, kadınların dok
unulmazlığını ve cinsel kimliklerini bireysel ve toplumsal yaşam bağlamlarında koruyan bir tanıma politikası oluşturulabilir.
* Hukukçu/akademisyen